25 Nisan 2021 00:53

Avrupa'da 1 Mayıs: Adil bir dünya için mücadeleye!

Avrupa geçen yıl salgının birinci dalgasının doruğundayken sendikalar 1 Mayıs’ta sokak eylemleri yapmadı. Bu yıl ise başta Fransa ve Almanya olmak üzere miting ve mücadele çağrıları öne çıktı.

Kaynak: Freepik

Paylaş

Fransa’da sendikalar geçen yılın aksine bu yıl 1 Mayıs’ı bir mücadele günü olarak sokaklarda kutlama çağrısında bulundular.  “Adil, dayanışmacı ve kalıcı bir dünya için mücadeleye” sloganıyla yapılan çağrıda krizin yükünün emekçilerin sırtına yıkılmaması için talepler öne sürdüler. Ayrıca işçiler için aşı sağlanması da talepler içinde yer aldı.

Avrupa geçen yıl kovid-19 krizinin birinci dalgasının doruğundayken sendikalar 1 Mayıs’ta sokak eylemleri yapmadı. Gerekçeleri halkın sağlığını öne çıkarmak, alınan pandemi önlemlerine katkı sunmaktı. Buna rağmen Almanya’da yüzlerce yerde 1 Mayıs gösterileri yapıldı ve sendikalar işçiler için bu derece önemli bir günde eylem yapmadıkları için sert eleştiriler aldılar. Bu yıl ise Almanya’da sokağa çıkma; yürüyüş değil ama miting yapma kararı alındı. “Dayanışma Gelecektir” sloganıyla yaptıkları çağrıda işçi dayanışmasından söz eden sendikaların işçi ve işveren arasında “Güvene dayalı iş birliği” ve “Refah devletinin korunması” vurgusunu eksik bırakmadıkları da dikkatten kaçmadı.

Avrupa’nın gündemindeki bir diğer konu ise değişik ülkelerden büyük kulüplerin kendi aralarında kurmaya çalıştıkları Avrupa Süper Ligi (ESL) oldu. Lig daha kurulmadan yıkıldı. Birkaç gün içinde futbolcu, politikacı ve taraftarlardan gelen tepki 6 İngiliz takımının ESL’ye katılma planından vazgeçtiğini açıklamasıyla planların rafa kaldırılmasına yol açtı.

 

ADİL, DAYANIŞMACI VE KALICI BİR DÜNYA İÇİN MÜCADELEYE

CGT-Genel İş Konfederasyonu
Fransa

Bir yıldan fazladır tüm dünya kovid-19 salgınıyla sarsıldı. Bu krizin birçok boyutu var ve ilk başta sağlık, ekonomik ve sosyal gibi sorunlar olmak üzere demokrasi alanında da sonuçlara neden oldu. Bu kriz on yıllardır sadece kapitalistlerin kârları için yürütülen liberal politikalarının yıkıcı sınırlarını ve sonuçlarını ortaya koydu. Her geçen gün düzenin bekçi köpeklerinin pandeminin idaresi karşısında başarısızlıkları gizlemek için büyük hırsla icat ettikleri yeni dayatma ve saptırmaların boyutlarını görüyoruz.

Dünya çapında virüsü yok edebilmek için her şeyi birleştirme ve çabalarını yoğunlaştırmak yerine, kapitalist yöneticilerin refleksleri hep aynı: Özgürlükleri kısıtlamaya uğraşırken ne pahasına olura olsun kâr birikimini devam ettirebilmek.

Tüm alanlarda, ilerleyici bir şekilde toplumun ihtiyaçlarına cevap verme zorunluluğu ilk atılması gereken adımdır: kamu hizmetine, sağlığa yatırım yapma, çevreye saygılı bir çerçevede ucuz emek gücü için giden sanayi üretiminin tekrar ülkeye dönmesi, yeni istihdam yaratması ve ücretlerin arttırılması, aşının insanlığın ortak malı haline getirilmesi, gençliğin yüz yüze olduğu gerçek sorunlara karşı mücadele edilmesi… işte bizim açımızdan acil olanlar bunlardır. Bunlar ütopya da değildir: Bunları gerçekleştirmek için para var. Büyük şirketlerin utanç verici bilançoları, hisse senedi sahiplerine dağıtılan temerrütler, dün savaş ve krizlerden olduğu gibi bu krizden de faydalanarak daha da zenginleşen zenginler: İşte liberal politikalardan kopmak için paranın bulunacağı yerler buralardır.

Bu 1 Mayıs’ta, kadın ve erkek işçilerinin Uluslararası Mücadele Günü’nde, her zamankinden daha fazla bir şekilde uluslararası dayanışma mücadelemizin merkezinde olmalıdır. Temennilerden de öteye giden, aktif ve tüm dünyanın işçilerinin çıkarları doğrultusunda gerçek bir iş birliği temelinde bir dayanışmaya gidilmesi gerekir.

İşten atmaları durdurma!

İşten atma planlarının tümü askıya alınmalı ve sosyal önlemlerin geriletilmesine son verilmelidir. Örneğin şirketlere kamu yardımı kalıcı ve uygun ücretler ödeyen istihdam yaratma koşuluna bağlanmalıdır.

Her yerde kamu hizmeti!

Kamu hizmetine, rolünü oynama, gelişme ve bugünün ihtiyaç ve yarının gerekliliklerine cevap verebilmesine yönelik modernize olabilmesinin için olanaklar sunulmalıdır.

Ekolojik bir dönüşüm için yeniden sanayileşme!

CGT daha iyi ve kalıcı üretme isteğini öne sürüyor. Birçok işçi, sendikaları aracılığıyla, ekonomik, sosyal ve çevresel ihtiyaçlara cevap veren bir sanayileşme projesini savunuyor. CGT bu alternatif projelerinin tümünün incelenmesi ve istihdam yaratmak ve stratejik faaliyetleri desteklemeye yönelik “France relance” planı çerçevesinde mali yatırım yoluyla desteklenmesini öneriyor.

Evden çalışmanın çerçevesi belirginleşsin!

Sağlık kriziyle birlikte 5 milyon emekçi hazırlıksız bir şekilde evden çalışmak zorunda kaldı. Evden çalışma, bu durumu üretkenliği arttırmak, gayri menkul masraflarını azaltma ve mali kazanımları azamileştirmek için kullanan işverenin insafına bırakılmamalıdır. Evden çalışma, emekçilerin çalışma koşullarını kötüleştirmemelidir. CGT, emekçilerin sağlığını koruyabilecek, işi belirli bir saatte temelli kesme hakkının gerçek anlamda uygulanabilmesi, çalışmak için gerekli araçların şirket tarafından karşılanmasını mümkün kılan ve herkes için uygulanabilecek bir yasal çerçevenin uygulanmasını talep ediyor.

Ücretlerin, emeklilik maaşlarının ve sosyal yardımların yükseltilmesi!

CGT asgari ücretin brüt olarak 1800 avroya çıkarılması ve tüm ücretlerin yükseltilmesini öneriyor. Bu örneğin ücretlerin yükseltilmesi için kadın-erkek ücretlerinin eşitlenmesine yönelik zorunlu önlemlerin alınması, kadınların çoğunluğu oluşturduğu mesleklerde genel ücret artışlarının yapılması, geçici işsizliğe gönderilenler için maaşların tam olarak karşılanması, maaşları on yıldır dondurulan memurların ücretlerinin yüzde 10 arttırılması, işsizlik reformunun geri çekilmesi ve emeklilik maaşlarının arttırılması gibi önlemleri gerektirir. Bu önerileri mali olarak karşılayabilmek için emekçilerin sırtından zenginleşenlerin hisse senedi temerrütleri üzerinden yeni bir kovid vergisi uygulamayı, GAFAM’ların vergilendirilmesini ve sosyal ödenti muafiyetlerine ve vergi kaçakçılığına son vermeyi gerektirir.

Ücret düşüklüğü ve ek çalışma yükü olmadan haftada 32 saate geçmek mümkündür!

Patronlar ve “Daha fazla kazanmak için daha fazla çalış” taraftarlarının söylediğinin tam tersine (haftalık 32 saat) ekonomik faaliyete ve alım gücüne zararlı değildir. Çalışma süresinin düşürülmesi sağlık için iyi olduğu kadar istihdam içinde faydalıdır. Haftalık 35 saat yürürlüğe geçilirken hiçbir zaman olmadığı kadar istihdam yaratıldı. Somut olarak, bu yasa patronlara hediye olarak verilen mali desteklerden iki kat daha düşük bir miktarla 3 buçuk kat daha fazla istihdam yarattı.

Yeni haklar!

İşçiler güvencesizliğin, esnekliğin ya da sorumlu olmadıkları sosyal krizlerin yükünü taşımamalıdırlar. Bundan dolayı CGT işini kaybetme kavramından vaz geçip yerine, işçinin durumu ne olursa olsun (Çalışan, iş arayan, mesleki formasyon gören) çalışma sözleşmesinin devamlılığı üzerine kurulu yeni bir ücretli emek statüsü ve mesleki sosyal güvenliğin yaratılmasını öneriyor. Böylelikle CGT işten atmaların ve bugün patronların yarattığı ve organize ettiği işsizliği basitçe yok etmek istiyor.

CGT aşıların insanlığın kamu malı olmasını talep ediyor!

Laboratuvarların patent hakkı kaldırılsın, mesleki gizlilik tamamen kaldırılarak tam bir şeffaflığa geçilsin, aşıya herkesin ulaşması garanti altına alınsın ve böylelikle aşılanma ritmi kimi büyük şirketlerin mali tercihlerine bağlı olmaktan çıkarılsın. 

(Çeviren: Deniz Uztopal)

 

DAYANIŞMA GELECEKTİR

Alman Sendikalar Birliği
DGB

Salgın süresinde öğrendiğimiz en önemli şey kimsenin tek başına krizle baş edemeyeceği oldu. Ancak birlikte hareket edersek iyi bir geleceğe sahip olabiliriz. Sağlıklı bir ortamda, iyi koşullarda çalışabiliriz. İşçiler ve tek hedefi parasına para katmak olmayan sorumluluk sahibi işverenlerle. Ancak bu şekilde krizi aşabiliriz.

Ancak birlikte toplumsal bölünmeyi engelleyebiliriz. Sadece kendimizi düşünmeyip birbirimizi savunursak demokrasiyi güçlendirebiliriz. Dayanışma bizim için yabancı bir sözcük değil günlük yaşamdır. Sadece 1 Mayıs’ta değil yılın her günü!

Dayanışma, iş dünyasının geleceğidir: Sendikal örgütlenmenin güçlü olduğu yerlerde işçiler krizi daha iyi atlatıyorlar, daha fazla kazandılar ve korundular. Çünkü bu tür şirketlerde birbirlerine destek olabildiler, kararlara katılma hakkına sahip oldular iyi TİS’ler için mücadele edebildiler. Çünkü iş yaşamının iyileşmesini yalnız ve yalnız işçiler sağlayabilir.

Dayanışma, sosyal devletin geleceğidir: Krizde bize yardım eden çalıştığımız firmalar değil refah devleti oldu. Bu nedenle krizden sonra refah devletini güçlendirmek ve yaygınlaştırmak her zamankinden daha önemli. Sosyal güvenlik sistemimiz sadece vasıflı işçiler için değil, güvencesiz çalışanlar ve sözde serbest meslek sahiplerimiz için yeterli koruma sağlamalıdır.

Dayanışma, eğitimin geleceğidir: Zengin ebeveynlerin çocukları, krizi genellikle yoksul ailelerden gelenlerden daha iyi atlatırlar. İhtiyaç duydukları bilgisayarlara ve genellikle daha fazla desteğe sahipler. Bu şekilde devam edemez. Eğitim cüzdanınıza bağlı olmamalıdır. Herkes için iyi finanse edilmiş, teknik olarak ve yeterli personele sahip bir halk eğitim sistemine ihtiyacımız var.

Dayanışma insanların geleceğidir: İşe ek olarak, birçok kadın aile içinde çok daha fazla görev üstlenmeye zorlandı, eski cinsiyet rollerine dönüş yaşadılar. Dayanışma, kadınların ve erkeklerin çalışma ve toplum dünyasında aynı fırsatlara sahip olduğu ve ailelerde bakım ve yetiştirme konusunda aynı sorumluluğu almaları demektir.

Dayanışma, Almanya ve Avrupa’nın geleceğidir: Köprüler çöküyor, birçok okulun yenilenmesi gerekiyor, internet daha hızlı hale geliyor. Biz ve komşu ülkelerimiz nihayet geleceğe -altyapıya, eğitime, sosyal işlere, dijitalleşmeye, uygun fiyatlı konutlara, sürdürülebilir ulaşım sistemine- daha fazla yatırım yapmalıyız. Ve tabii ki, zenginler ve süper zenginler, toplumun finansmanına öncekinden daha fazla katılmalıdır.

Dayanışma, sorunsuz zamanlarda yapmamız gereken bir lüks değildir. Kargaşaya ve bölünmeye karşı çaredir, insanların ötekileştirilmesini engeller ve insanların geride bırakılma endişesini ortadan kaldırır. Aşırı sağcılara ve komplo teorilerine karşı mücadeleye yardım eder. Dayanışma, demokrasinin temelidir. Bu konuyu 1 Mayıs’ta alanlarda ve dijital programlarımızda ele alacağız. Çünkü dayanışma gelecektir!

(Çeviren: Semra Çelik)

 

AVRUPA SÜPER LİGİ: KÜRESEL KAPİTALİZM İÇİN
MÜKEMMEL BİR METAFOR

Larry ELLIOT
The Guardian

Sovyetler Birliği günlerinde, solcuların Kremlin’i yanlış türden bir sosyalizm peşinde koştuğu için eleştirdiklerini duymak yaygındı. Teoride yanlış bir şey olmadığını, daha ziyade demir perdenin arkasında yürütülen çarpık formu olduğunu söylediler.

Aynı tartışma: bu hafta bu kez sağdan olmak üzere 20 futbol kulübü için bir Avrupa Süper Ligi kurma yönündeki -şu anda iptal edilen planlara- öfkeli yanıtlarla su yüzüne çıktı. Serbest piyasa uzmanları, kapitalizmin yanlış biçimi olduğu için fikirden nefret ettiklerini söylüyorlar.

Bu konuda hem haklı hem de yanlışlar. Serbest piyasa kapitalizminin rekabet yoluyla işlemesi beklenir, bu da yeni, yenilikçi ürünler için girişin önünde hiçbir engel olmadığı anlamına gelir. Futbol örneğinde, bu, radikal yeni antrenman yöntemlerini deneyen ve kendi yetiştirdiği veya transfer piyasası aracılığıyla yatırım yaptığı bir grup oyuncuyu alan bir menajerin olduğu küçük bir kulüp olurdu. Brian Clough tarafından 1970’lerde geliştirilen ve ligi kazanan Derby County ve Nottingham Forest takımları buna bir örnek olabilir.

Serbest piyasa kapitalizminin destekçileri, kendinizi iyileştirme fırsatı olması koşuluyla, sistemin eşitsizliğe tahammül edebileceğini söylüyorlar. Pazar güçlerini kendilerini daha küçük ve çevik rakiplerinden korumak için kullanan kartellere ve firmalara karşıdırlar. Ayrıca rantiyeci kapitalizmi de sevmezler; insanlar sahip oldukları varlıklardan ancak kendi başlarına hiçbir şey yapmadan büyük getiri elde edebilir.

ESL’nin düzenleyicileri ders kitabından çıkma serbest piyasa kapitalizmini aldı ve tersine çevirdi. Kurucu üyeler için garantili 20 yerin 15’ine sahip olmak, giriş için devasa bir engel teşkil ediyor ve açıkça rekabeti engelliyor. Seçkin bir kulüp grubu, maçlarının oluşturacağı TV gelirlerinin büyük bir kısmını kullanarak pozisyonlarını sağlamlaştırabilirse, “yaratıcı yıkım” ihtimali pek yoktur. Kulüplerin sahipleri, klasik rantiye kapitalistleridir.

ESL’nin serbest piyasa eleştirmenlerinin yanlış olduğu yer, ESL’nin küresel kapitalizmin ne hale geldiğine dair bir metafor olmaktan ziyade, bir tür sapma, yerleşik uygulamadan bir defaya mahsus bir sapma olduğunu düşünmeleridir: İşletme sahipleri rekabeti sevdiklerini söylerken bundan kaçınmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Tıpkı en iyi Avrupa kulüplerinin yeni yetenekler için yararlanabilecekleri besleyici takımları olduğu gibi, ABD teknoloji devleri de rekabet sağlama gibi görünen her şeyi satın almakla meşguldü. Google’ın çok sayıda rakip çevrim içi reklam satıcısı satın almasının ve Facebook’un Instagram ve WhatsApp’ı satın almasının nedeni budur.

Futbol ekonomisinin nasıl değiştiğini anlamak isteyenler için iyi bir başlangıç noktası Hunter Davies’in, ESL’nin özenti takımlarından Tottenham Hotspur’da 1971-72 sezonunun perde arkasındaki hayatı hakkında yazdığı The Glory Game kitabıdır.

Davies’in kitabı, 1970’lerin başlarında, kulübün ömür boyu destekçisi olan ve hizmetleri için hiçbir ödeme almayan Spurs yöneticilerine bir bölüm ayırıyor. Kulübün şu anki sahibi Joe Lewis’in vergi sürgünü olarak yaşadığı Bahamalar’da değil Enfield’da yaşıyorlardı. Bunlar radikal adamlar değildi. Yönetim kurulunda kadın olması hiç akıllarına gelmemişti; stadyumun içinde reklama karşı çıktılar ve resmi Spurs ürünlerini satmak için bir kulüp dükkanı fikrine yeni ısınıyorlardı. Kelimenin her anlamında muhafazakar davrandılar.

Aradan geçen yarım yüzyılda, Kuzey Londralı kuru yemişlerden ve atık kağıt şirketlerinden para kazanan adamların yerini oligarklar ve yüksek riskli fonlar aldı. Glory Game’de çok az adı geçen TV, milyarlarca liralık geliriyle geldi. Tesisler gelişti ve oyuncular daha zinde, daha güçlü ve 1970’lerin başından çok daha iyi ücretlendirildi. Modern Britanya’nın çok az bölümünde, işçilerin emeklerinin tüm meyvelerini aldıkları söylenebilir: Premier Lig bunlardan biridir.

Öyle olsa bile, model gerçekten işlemiyor ve ESL ortaya çıksaydı daha da kötü olacaktı. Ve açgözlülükten çok daha derinlere gidiyor, futbolda yeni olduğu söylenemeyen bir şey.

Hiç şüphe yok, açgözlülük hikayenin bir parçası, çünkü bazı kulüpler için başlangıçta 3.5 milyar avroluk bir parayı paylaşma ihtimali borçları göz önüne alındığında çok cazipti, ancak teklif edilen ürünle ilgili bir sorun da vardı.

Rekabet gücünün bir kısmı, zenginliğin yoğunlaşması sayesinde zaten futboldan çekildi. 1970’lerde, daha az müreffeh bir kulübün zafer anına sahip olma şansı çok daha yüksekti: Sadece Derby ve Forest ligi kazanmakla kalmadı, aynı zamanda Sunderland, Southampton ve Ipswich FA Kupası’nı kazandı. Taraftarlar, zaman zaman zafer heyecanını umut edebilirlerse, yenilginin çaresizliğini kabul edebilirler, ancak ESL esasen bir elitin kendini başarısızlık riskine karşı yalıtmasının bir yoluydu.

ESL kulüpleri, yarım yamalak fikirlerini bu şekilde sunarak, kapitalizmin önemli günahlarından birini işlediler: Kendi markalarına zarar verdiler. Şirketler -özellikle de ürünlerine bağlılığa güvenenler- bunu tehlikeye atıyorlar; en azından politikacıları yanıt vermeye zorladığı için. Taraftarların gücü var ve eğer bunu kullanmayı seçerlerse hükümetlerin de öyle.

ESL, küresel kapitalizmin serbest pazarlar yerine hileli pazarlar temelinde işlediğini ve şovu yürütenlerin yalnızca mevcut eşitsizlikleri sağlamlaştırmakla ilgilendiğini gösterdi. Gerçekten kötü bir fikirdi, ancak milyonlarca hayrana ekonomi dersi vererek bir kamu hizmeti sunmuş olabilir.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

ÖNCEKİ HABER

MB Başkanı: Kimseye 128 rakamını söylemedik, bu arkadaşlar bu sayıyı nereden aldı?

SONRAKİ HABER

Merkez Bankası Başkanı konuştu, dolar arttı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa