35. yılında Çernobil felaketini hatırlamak
"Evren ve Özal, radyasyon bizi etkilemez, az radyasyonlu çay faydalıdır demekte, Aral kameralar karşısında çay içerek içimize su serpmeye çalışırken verdiği pozlarla belleğimize kazınmaktır."
Görsel: Nükleer Alaturka Belgesel Filmi Projesi
Can Candan*
26 Nisan 1986: Sovyetler Birliği’ndeki Çernobil Nükleer Santralinde kalbi tamamen eriyen reaktörde bir patlama meydana gelir ve bugün de devam etmekte olan felaket başlar…
28 Nisan: İsveç’teki Forsmark nükleer santralinin dışında ölçülen radyasyon miktarı içeriden çok daha fazladır. Çernobil’den çıkan radyoaktif serpinti iki gün sonra binlerce kilometre uzakta tespit edilmiştir. Toplanan veriler radyasyonun hava akımlarıyla Sovyetler Birliği’nden gelmekte olduğunu ortaya çıkarır. Aynı akşam, neredeyse üç gündür saklanmaya çalışılan felaket Sovyet devlet televizyonunda dört cümleye sığdırılır:
“Çernobil Enerji Santralinde bir kaza oldu. Atom reaktörlerinden biri hasar gördü. Gerekli adımlar atılmakta ve etkilenenlere yardım ulaştırılmaktadır. Hükümet bir araştırma komisyonu kurmuştur.”
29 Nisan 1986: Türkiye’de gazetelerde ilk Çernobil kazası haberleri çıkmaya başlar. Hatta o günlerde gazetelerde Akkuyu ve Sinop’ta nükleer santraller kurmak için hâlâ ısrarlı mıyız sorusu da sorulmaya başlar.
2005’te yapılan radyoaktif serpinti yayılımı simülasyonları Çernobil’in radyoaktif serpintisinin önce batıya doğru hareket edip Avrupa’ya yayıldığını gösterecektir. O günlerde Avrupa’da insanlara sokağa çıkmamaları salık verilir, bazı gıda ürünlerinin tüketilmesine kısıtlamalar getirilir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ahmed Yüksel Özemre ise radyoaktif serpinti Türkiye’ye gelse bile etkili olmaz şeklinde demeçler vermektedir.
Aynı simülasyonlar Çernobil’in ürettiği radyoaktif bulutların 2 Mayıs’tan itibaren günlerce Türkiye’yi de etkisine aldığını gösterecektir. En yoğun serpinti 3 Mayıs sabahından itibaren başta Sinop ve doğusu olmak üzere tüm Karadeniz Bölgesi’ni ve daha sonra Marmara Bölgesi’ni etkisi altına alacaktır. O günlerde Karadeniz’de ilk sürgün çay hasadı da devam etmektedir…
Yetkililer bir ay boyunca radyoaktif serpintinin bizi etkilemediğini duyurup dururlar. O günlerde Dış İşleri Bakanlığından Başbakanlığa gönderilen gizli mektupta Avrupa Ekonomik Topluluğunun doğu bloku ülkelerinden yiyecek ithalatını yasaklamış olduğundan bahsedilmekte ve Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesinin kurulması istenmektedir. Kurulan komitenin başına Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral getirilir, bu konuda açıklamalarda bulunacak tek kişi olarak yetkilendirilir ve “Türkiye’de radyasyon var diyenler dinsizdir” gibi demeçler vermeye başlar.
Karadeniz’de radyoaktif serpinti ölçümü yapan bir araştırma ekibi sudaki Çernobil sezyum izotop düzeylerinin “normal” olan bomba döküntüsü düzeyinden yaklaşık iki kat yüksek olduğunu ortaya koyar. Aral ise “Sularımızda, sütlerimizde, sebze ve meyvelerimizde, etlerimizde, hububatımızda, radyasyon sağlığı ile ilgili hiçbir sakınca yoktur” demektedir. Araştırma raporu saklandığı gibi, YÖK üniversitelerde Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesinin haberi olmadan radyoaktivite araştırmaları yapılmasını ve sonuçlarının yayımlanmasını da yasaklar.
Bir yandan da Türkiye’den ihraç edilen ürünlerde radyasyon bulunduğu haberleri gelmekte, çay ve fındıklar iade edilmektedir. Evren ve Özal, radyasyon bizi etkilemez, az radyasyonlu çay faydalıdır demekte, Aral kameralar karşısında çay içerek içimize su serpmeye çalışırken verdiği pozlarla belleğimize kazınmaktır. O dönem radyoaktif çayların radyoaktif olmayan çaylarla harmanlanarak piyasaya sürüldüğü, toprağa gömüldüğü söylenir… Yıllar sonra, 1992’de Aral şu itirafta bulunur: “Hükümet gerçekten de Çernobil’in Türkiye üzerindeki etkileri konusundaki gerçekleri ve rakamları gizlemiştir.” Çernobil felaketinden yirmi yıl sonra, 2006’da Türk Tabipleri Birliğinin yayımladığı Çernobil sonrası Türkiye’de kanser raporu, kanser oranlarındaki artışı ortaya koymaktadır…
Gelelim Akkuyu’ya… 1976’dan bu yana gündemimizde olan ve nükleer karşıtlarının yapılmaması için mücadele ettiği bu proje için en somut adım 2010’da Rusya ile imzalanan ve ihale süreçleri ortadan kaldıran hükümetler arası anlaşma olur. Çernobil’den sorumlu olan Rusya, Akkuyu’da bir nükleer santral inşa edecek ve işletecektir.
2011’deki Fukuşima felaketi dünya tarihindeki en büyük ikinci nükleer felaket olarak Çernobil’in yanındaki yerini alır ve Almanya’nın başını çektiği nükleer enerjiden kurtulma politikalarının hızlanmasına vesile olur. Türkiye’de ise gidişat tam tersine, Akkuyu’daki inşaat devam ediyor ve Türkiye bir nükleer uçuruma doğru adım adım ilerliyor…
Bir yandan Çernobil’deki ve yaydığı serpintideki radyoaktif maddeler 35 yıldır ışımaya devam ediyor, bir yandan Fukuşima felaketinin radyoaktif suları ve toprakları 10 yıldır birikmeye ve ışımaya devam ediyor, bir yandan da dünyadaki nükleer santrallerin, nükleer denizaltıların ve silahların ürettiği radyoaktif atıklar birikmeye ve ışımaya devam ediyor. Bunlar daha yüzlerce, binlerce yıl ışımaya ve radyasyona maruz kalmanın etkileri yıllar sonra ortaya çıkmaya devam edecek…
Bugünlerde hükümet yetkililerinin pandemi kontrol altında, gerekenler yapılmaktadır gibi açıklamalarını duyunca aklıma hep Çernobil felaketi sonrası yaşadıklarımız geliyor. Bir kez daha bir felaket ciddiye alınmıyor, kriz toplum sağlığı öncelikli, etkin ve şeffaf bir şekilde yönetilemiyor ve biz geçmişten dersler almamaya devam ediyoruz…
*Yönetmen/Nükleer Alaturka Belgesel Film Projesi