24 Nisan 2021 23:34

Çernobil: Devam eden felaket

"Siz bakmayın ekranlarda Akkuyu ve Sinop nükleer santralleri ile ilgili dönen kamu spotlarına, daha inşaat aşamasında Sinop’ta 650 bin ağaçlık orman ekosistemi yok edildi."

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Sedat Başkavak

Yarın 26 Nisan ve 1986 yılında Ukrayna’da yaşanan Çernobil Nükleer felaketinin yıl dönümü. Üzerinden üç değil, beş değil, otuz beş yıl geçse de Çernobil nükleer felaketinin olumsuz etkileri hâlâ devam ediyor. Dünya Çernobil’in yıkıcı sonuçlarıyla baş etmeye çalışırken 2011’de Japonya’nın en büyük depremi sonrası oluşan tsunami Fukuşima Nükleer Santraline vurdu. Reaktörleri su ile dolan Fukuşima Nükleer Santralinde gerçekleşen radyoaktif madde sızıntısı, nükleer santrallerin zararlı olduğu gerçeğini yeniden açıklığıyla gözümüze sokmuş oldu. Böylece, Nükleer santrallerin insanlık için büyük bir tehlike oluşturduklarını biz kez daha yaşadık ve gördük. Eskisi-yenisi hepsi patlayınca yüz binlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının hasta ve sakat kalmasına sebep oluyor. Radyasyon sadece havaya değil suya, toprağa kısaca her şeye bulaşıyor ve sonuçları sinsice ilerleyen bir sürece dönüşüyor.

Yaşanan felaket sonrası 200 bin kilometrelik bir alan radyoaktif madde ile kirlendi. Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral’ın radyasyonun Karadeniz bölgesini etkilemediğini göstermek üzere “çayda tehlike yok ki imha edelim” diyerek içtiği çay hâlâ hafızalardadır. Bizde böyle de, etik ve onur timsali Japonya’da farklı mı? Burjuva siyasetinin her yerde aynı işlediğinin en açık örneği olan Japonya’da da durum farklı değil. Fukuşima felaketi sonrası Japon kabine Sözcüsü Yasuhiro Sonoda, reaktörlerden alınan su örneklerini kameralar karşısında içerek “Korkulacak bir şey olmadığını” göstermeye çalışmıştı.

İki felakette de radyasyon sızıntısı arttıkça yöneticilerde yasak bölge alanlarını genişlettiler ve Çernobil’de 200 bin, Fukuşima’da 150 bin kişi tahliye edildi. Kazaydı, yaşandı bitti diyerek geçilmiyor. Çünkü iki felaketin de etkisi sadece santralin zarar görmesi ve reaktörlerin patlamasıyla oluşan zarar olmuyor. Asıl zarar bundan sonra başlıyor ve 100’den fazla radyoaktif element havaya, suya, toprağa ve bitkilere bulaşırken radyasyon tarım ve yaşam alanlarımıza yerleşiyor. Bundan sonrası sinsi sinsi işleyen bir süreç oluyor ve bitkilerin yapraklarından başlayan değişim gövdelerinde devam ederken hayvanların fiziksel deformasyona uğrayarak doğmasıyla devam ediyor.

NE YİYORSAK OYUZ

Dönemin başbakanı olarak Erdoğan’ın “Eve alınan tüp de tehlikeli, patlıyor” sözleriyle bir yere koyamayacak kadar ciddiyetsizliği tarihe bir not olarak geçmiştir. Macaristan’da ise Enerji ve Çevre Koruma İşlerinden Sorumlu Müsteşar Kovacs Pal’ın “İnekler süt vermeyecek deniliyordu, santral 30 yıldır çalışıyor ve inekler de süt veriyor” dese de Çernobil sonrası artan tiroit kanserine ilişkin süt bağlantısının ortaya çıkması müsteşarı “Ağzına kürekle vurmaktan” beter eden bir sonuçtur. Dünya Sağlık Örgütü, 2006 yılında yayımladığı bir raporla artan tiroit kanseri vakalarının nedeninin radyoaktif iyotla kirlenmiş sütün tüketilmesi olarak belirtiyor. Bu tespit bile radyoaktif maddelerin bitkiler, çayır, çimen, saman ve yem üzerinden hayvanlara ve oradan da insanlara geçtiğinin önemli kanıtıdır ve daha da önemlisi tıpkı bu bitkiler gibi insanlar da bu radyoaktif kirliliğe maruz kalmışlardır. Başta lösemi olmak üzere artan kanser vakaları, karaciğer hastalıkları vs. bize bir sözü tekrar hatırlatıyor, “Ne yiyorsak oyuz.”

EĞER KÂR EDİLECEKSE KEKİĞİN, FINDIĞIN RADYASYONLU OLMASININ ÖNEMİ YOK

Ülke yönetimleri sadece Ukrayna, Rusya ve Belarus’ta artan kanser vakaları ile Çernobil arasında ilinti olduğunu belirtiyorlar. Fakat patlama sonrası günlerce, haftalarca, aylarca daha da korkuncu (stronsiyum ve sezyum gibi) elementlerin 30 yıl boyunca doğada kaldığını bile bile etinden sütüne, çayından fındığına, biberinden domatesine, mısırından pirincinden balığına kadar Karadeniz bölgesinde yetişen bütün ürünlerde radyasyon bulaşığı olmadığına inanmak saflıktır. Bu konuda yapılan tek testin dönemin sanayi ve ticaret bakanının içtiği bir bardak çay olmadığı açıktır. Fakat Türkiye’de, Çernobil sonrası radyoaktif kirlilik ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sağlık sorunları konusunda sınırlı sayıda bağımsız araştırmanın dışında bir veri bulmak da kolay değil. Çünkü bu tip durumlarda iktidarlar farklı olsa da o gün de, bu gün de aynı süreç işliyor. Tıpkı bugün “Çarklar dönsün” diyerek pandemide vaka sayısı, ölüm oranı, yayılım miktarı vb. pek çok şeyin gizlendiği gibi o gün de gerçekler halktan gizlendi.

Ne kadar gizlenirse gizlensin 1990’da Trabzon’da 90 olan kanser vakasının 2003 yılında 720’ye ya da Ordu’da 50’den 1637’ye çıkmasının üzeri örtülemiyor. Türk Tabipleri Birliğinin “Çernobil Nükleer kazası sonrası Türkiye’de kanser” konulu raporu tarım ürünlerindeki radyasyon kirliliğini açıkça ortaya koyuyor. Bu rapora göre Karadeniz’de balıklarda yapılan incelemede bulaştığı yerde ancak 30 yılda etkisini kaybeden sezyum buluyor. Türkiye’nin radyasyonlu olduğu için ihraç edilemeyen kekiğinin, Fransa’nın kendi elindeki az gelince Türkiye’den alarak ABD’ye satıldığı da başka bir gerçek olarak raporda yer alıyor. İngiltere’ye satılan fındığın radyasyonlu olması nedeniyle geri iade edilmesi üzerine, dönemin iktidarının 110 bin ton fındığı imha edileceğini açıklaması üzerine artan fındık fiyatları nedeniyle ülkede üretilen 140 bin ton fındıktan, 130 bin tonunun ihraç edilmesi de başka bir gerçektir. Kalan 10 bin tonunu da cuntacı Kenen Evren’in “Az radyasyon kemiklere iyi gelir” sözleri eşliğinde okullarda dağıtılan fındıkla ülke içinde, bizler tükettik. Bugünkü gibi o gün de tekellerin çarkları döndü ve radyasyonlu fındık ezme ve çikolata oldu. Yiyerek hasta olana, ilaç fabrikaları çarklarında üretilen ilacı da veren tekeller, Çernobil’in bile yol açtığı kanseri fırsata çevirmekten çekinmeyerek hem zehirlediler hem de ilaçlarını sattılar. Söz konusu kapitalistlerin çıkarları olunca halk sağlığının hiçe sayıldığını da bir kez daha kekik ve fındık üzerinden yaşayarak görmüş oluyoruz.

Siz bakmayın ekranlarda Akkuyu ve Sinop nükleer santralleri ile ilgili dönen kamu spotlarına, daha inşaat aşamasında Sinop’ta 650 bin ağaçlık orman ekosistemi yok edildi. Mersin’de Rosatom’un santral inşaatı için kestiği ağacın haddi hesabı yok. Santral inşaatına çimento vermek için Akkuyu’nun güneyine orman katledilerek kurulan MEDCEM çimento fabrikası genişlemek için orman katliamına davam ediyor. Bunlara ek olarak kurulacak olan termik santral, deniz dolgusu, taş ocakları derken tarım yok edilecek Mersinde köylüler işçileşecek ve sermayeye cennet, işçiye, köylüye ise cehennem yaratılmış olacak.

ÖNCEKİ HABER

35. yılında Çernobil felaketini hatırlamak

SONRAKİ HABER

Mersin Akkuyu, Çernobil olmasın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa