Arap Coğrafyasında Geçen Hafta | Körfez'de tansiyon düşüyor mu?
İki bölgesel ve rakip güç olan İran ile Suudi Arabistan’ın Irak’taki gizli görüşmesi ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Katar ve Irak ziyaretleri, Arap basınında öne çıkan gündemler oldu.
Fotoğraf: Pixabay | Kolaj: Evrensel
Kays ABBAS
Geçtiğimiz haftalar, iki bölgesel güç olan İran ile Suudi Arabistan arasındaki diplomasi trafiğinin yoğunlaştığı bir sürece tanık oldu.
İran, 1979’da gerçekleşen İslam Devrimi’nden bu yana “Devrimini ihraç etme” stratejisine bağlı olarak bir yandan yeni örgütlenmelerin oluşmasına vesile olurken diğer yandan yapabildiği oranda bölge devletleriyle müttefiklik ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husi Ensarullah Hareketi gibi yapılar bu politikanın bir ürünü olarak Ortadoğu siyasi sahnesinde yerlerini aldılar.
Bölgesel liderliğe oynayan diğer ülke Suudi Arabistan; pozisyonunu güçlendirmek için Trump’ın girişimiyle İran’a karşı kurulmaya çalışılan Sünni NATO’ya ev sahipliği yapmak, Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) birlikte İran’ın baş düşman ilan ettiği İsrail’le normalleşme sürecini yürütmek ve Yemen’e savaş açmak gibi adımlar attı.
Ancak son günlerde iki ülke arasında görüşme ve karşılıklı olarak tansiyonu düşürme yönünde haberler dikkat çekmeye başladı. Görüşme, 9 Nisan’da Irak’ın başkenti Bağdat’ta gizli bir şekilde gerçekleşti. Konuyu değerlendiren Arap dünyasının tanınmış yazarı Abdulbari Atwan, Suudi heyetine İstihbarat Teşkilatı Başkanı Halid bin Ali el Humaidan başkanlık ederken, İran heyetine Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri General Ali Şamhani’nin liderlik ettiğini yazdı. Atwan, dünya basınına sızmış olmasına rağmen Suudi basınının görüşmeyi reddetmesini eleştirdi.
Atwan, görüşmelerin başlama nedenini Suudi Arabistan’ın Yemen’de altı yıldan beri devam eden savaşta yıpranmasına ve artık sürdürülemez olan bu savaşta çıkış yolu aramasına bağladı. Hemen hatırlatmakta fayda var; geçtiğimiz mart ayının sonunda Suudi Arabistan Yemen’deki savaşın son bulması için teklifte bulunmuş ancak Husiler, sahada kazandıkları mevzileri içermediği için reddetmişti.
ZARİF’İN IRAK VE KATAR TURU
Konuyla bağlantılı olan diğer bir girişim ise İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in dünkü yurt dışı ziyaretleri oldu. Sayfayı hazırlarken ziyaretle ilgili açıklamalar daha basına yansımamıştı ancak al Arab gazetesi konuyu değerlendirdiği manşet haberinde bu ziyaretlerin amacının “İran’ın Batı’ya ve özellikle ABD’ye komşularıyla diyalog içerisinde olduğunu göstermek” olduğu görüşüne yer verdi.
Haber analizde Iraklı bir yetkiliye dayandırılarak “İran heyetinin gösterdiği coşkunun amacı buluşmanın kendisi ve Tahran’daki yetkililerin sonuçlarına bakılmaksızın Suudilerle salt görüşmeyi bir medya kampanyasında kullanmak ve böylece İran’ın bölgesel çevresi için bir tehdit oluşturmadığını göstermek istiyor” ifadeleri kullanıldı.
İki ülke arasında görüşmeler devam etmesine rağmen, basında Yemen’de çatışmaların devam ettiğine yönelik haberler gelmeye devam ediyor. Katar’a yakınlığıyla bilinen al Arab al Cedid gazetesi, uluslararası alanda tanınan hükümete bağlı ordu güçleri ve Suudi liderliğindeki koalisyonun Marib vilayetinde üç aydır devam eden çatışmalar ve hava saldırılarında 50 Husi savaşçısını öldürdüğünü ve 12 askeri aracının imha edildiğini duyurdu. Buna karşılık Husiler koalisyon güçlerinin bir soğuk hava deposunu hedef aldıklarını ve bu saldırının “kafa karışıklığı ve başarısızlığı durumunu” yansıttığını ifade ettiler.
İRAN VE SUUDİ ARABİSTAN NEDEN GİZLİCE BULUŞTU?
Abdulbari ATWAN
Rai al Youm
Suudi-İran’ın Bağdat’taki “gizli” müzakereleri doğrulandı, öyleyse neden inkar konusunda ısrar ediliyor? Riyad’ı bu görüşmeye hızla katılmaya iten sebepler nelerdir? Bu girişim Suudi Arabistan’ın Arap ve İslam dünyasında imajını zedeleyen Yemen politikalarını gözden geçirmek için ciddi bir başlangıç mı?
1970’lerde, Suudi gazetecilerin temsilcisi ve yarı resmi al Riyad gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Profesör Turki al Sudairy, Suudi medyasını eleştiren bir makale yazdı. Basın mensuplarına ve medyaya ülke içinde ve uluslararası olayları haber yapmaları konusunda getirilen kısıtlamaları eleştirdi. Kapalı fikirli politikalardan esinlenen Suudi Haber Ajansına; yayımladığı haberlerin çoğunun Kral’ın ve prenslerin kabulü olması nedeniyle “yalan ajansı” adını verdi. Merhum Sudairy işini kaybetti ve öfkeleri üzerine çekti. Bu öfke sadece bir yıl sürdüğü için şanslıydı, ardından ofisine döndü.
Suudi yetkililerin Irak’ın başkenti Bağdat’ta Suudi-İran görüşmelerinin yapıldığına dair artık teyit edilen haberleri inkar etme konusundaki ısrarı üzerine merhum arkadaşım al Sudairy’yi hatırladım. Suudi heyetine İstihbarat Teşkilatı Başkanı Halid bin Ali el Humaidan başkanlık ederken, İran Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri General Ali Şamhani İran heyetine başkanlık etti. Reuters, Fransız Basın Ajansı gibi çeşitli uluslararası haber ajansları ve ondan önce Financial Times ve Batı hükümetleri bu toplantının yapıldığını onayladılar. Bu toplantı, başta Yemen savaşı ve Lübnan’daki durum olmak üzere ana dosyaları araştırmaya devam etmek için teknik güvenlik komitelerinin kurulmasıyla sonuçlandı.
Özellikle Suudi tarafının bu “katı” reddi, bize birkaç ay önce Neom şehrinde gerçekleşen ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve o sırada ABD Dışişleri Bakanı olan Mike Pompeo’nun da dahil olduğu üçlü görüşmenin inkarını hatırlatıyor. Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Prens Muhammed bin Selman’ın yanı sıra tüm Amerikan, İsrail ve Avrupalı kaynaklar bu üçlü görüşmeyi doğruladı. Netanyahu’yu taşıyan uçağın numarasını yayımladı.
Topraklarında iki kutsal mekanın bulunduğu Suudi Arabistan yetkililerinin Neom buluşmasını reddetmesi, bu buluşmadan doğabilecek hassasiyet ve utanç derecesi düşünüldüğünde anlaşılabilir bir durumdur. Ancak bir Arap başkentinde (Bağdat) ve hükümet aracılığıyla ve komşu bir İslam ülkesiyle (İran) gerçekleşen bir toplantıyı reddetmede ısrarı şaşırtıcı. Bu tutum birçok soru işaretini gündeme getiriyor.
Dünyanın en güçlü ülkesi ABD ve diğer beş ülke İranlı delegasyonla dolaylı müzakerelere girişir ve Trump’un 2018’de tek taraflı olarak çıktığı Nükleer Anlaşma’ya dönmesi için İran’ın koşullarına karşılık taviz verirken, Suudi yetkililer neden aynı yolu izlemiyor?
Suudi Arabistan Krallığının Yemen’de altı yıldan fazla süredir devam eden yıpratma savaşından tükenmiş olduğu artık bir sır değil. Hassas füzeler ve bomba taşıyan dronlar Riyad, Cidde, Yenbu, Dahran, Hamis Muşayt ve Cizan’daki tüm ARAMKO petrol tesislerine ulaştı. Bu savaşın devam ettirilmesi; bir tür askeri, politik ve ahlaki intihara dönüştü. Bu nedenle, Amerika’nın ellerini yıkayıp silah ve mühimmat satışını durdurma kararı almasının ardından, Husi “Ensarallah” hareketinin ve müttefiklerinin en büyük ve belki de tek destekçisi olan İran’la bu müdahaleyi sona erdirmek ve müzakere etmek için bir çıkış yolu arayışında.
Bağdat’ta İran-Suudi buluşması; en önemli başlığı inatçılık ve küstahlıktan vazgeçmek olan tüm bekleyen dosyalara çözüm bulmaya çalışmak amaçlı yeni bir Suudi politikasını yansıtan bir adım olabilir. Mevcut politikalar ülkeyi çoğu ABD menşeli 700 milyar dolarlık silah almaya, en önemli kuruluş olan ARAMCO’nun hisselerini satmaya, altyapı projesini dondurmaya ve bütçelerinin büyük açıklarını kapatmak için yerel ve uluslararası bankalardan borç almaya zorladı.
ZARİF ABD’YE GÜVENCE VERMEK İÇİN KATAR VE IRAK’TA
Al Arab
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Katar ve Irak’a yaptığı ziyaret; ülkesinin Suudi Arabistan ile yakınlaşmayı sürdürme arzusunu göstermeyi ve bu yolu desteklemek için bölgesel ara bulucuların çabalarını seferber etmeyi amaçlamaktadır. Gözlemciler, bu turun amacının Suudilere güvence vermek değil; Batı ülkeleri, özellikle de ABD’ye İran’ın diyalog konusunda ciddi olduğu mesajını vermek ve komşu ülkelere nükleer programı hakkında güven tazelemek istediğini söylemek olduğunu ifade ediyor.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Katibzade, Zarif’in pazar günü Katar ve Irak’ı ziyaret edeceğini söyledi. Ziyaret, 9 Nisan’da Bağdat’ın bölgesel farklılıklarını yatıştırmak amacıyla İranlı ve Suudi yetkililer arasında bir toplantıya ev sahipliği yaptığına dair haberlerden günler sonra gerçekleşti. Ara bulucunun kim olduğunu önemsemeyen Suudi Arabistan’ın ne Irak’la ne de Katar’la çok yakın olmadığı biliniyor.
Zarif’in bu ziyaretlerdeki amacı Riyad’a yönelik adımlardan atmak ve Suudileri rahatlatmaktan çok sinyal göndermek. Amerikalılara, İran diplomasisinin Suudilerle birlikte oturup onlarla konuştuğuna ve ilişkilerin iyiye gittiğini göstermek. Ancak İran’ın insansız hava araçlarının ve füzelerinin Husi tarafından Suudi Arabistan’daki hayati bölgeleri neden hedef almaya devam ettiği sorusuna cevap veremiyor.
Biden yönetimi ister nükleer programda ister bölgesel dosyada, İran’ın uzlaşmazlığına rağmen Tahran ile doğrudan kanallar açmaya çalışıyor. Ancak İran’a yönelik açılımın Suudi Arabistan’ı kızdırmasını da istemiyor. Şekli olarak ta olsa iki ülke arasındaki görüşmeler Biden’ı ve yönetimini bu utançtan kurtarabilir.
İki bölgesel rakip arasında Irak’ın başkentinde gerçekleşen doğrudan görüşmelerin ilk turu, Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerilimi azaltma konusunda çaba sinyallerini veriyor. Ancak kimse bu yoldan hızlı sonuç beklemiyor.
Iraklı kaynaklar; İranlıların ilk turda Suudilerle yakınlaşma için coşku gösterdiğini, ancak Suudilerin gelecekteki oturumlara devam etmesini kolaylaştıracak herhangi bir pratik girişim önermediğini belirtti.
Iraklı bir kaynak al Arab’a, İran heyetinin gösterdiği coşkunun amacının “Buluşmanın kendisi olduğunu” ve Tahran’daki yetkililerin sonuçlarına bakılmaksızın Suudilerle salt görüşmeyi bir medya kampanyasında kullanmak ve böylece İran’ın bölgesel çevresi için bir tehdit oluşturmadığını göstermek istediklerini söyledi.
Adının verilmemesini tercih eden kaynak, ilk toplantının sadece iki taraf arasındaki niyet sınavı olarak nitelendirilebileceğini ve başka bir şey olmadığını belirterek, Irak’ın ara bulucu rolünü oynayarak bu toplantıdan doğrudan faydalanan taraf olduğunu vurguladı. Suudi Arabistan; İran’ın nükleer dosya ve bölgesel rolüne ilişkin herhangi bir taahhüt olmaksızın müzakerelere devam etmeyi kabul ettiğini ifade etti.
Üst düzey bir Iraklı yetkili, Başbakan Mustafa Al-Kazemi’nin Suudi Arabistan ve BAE’ye düzenlediği son ziyaretin İranlı ve Suudi muhatapların müzakere masasına gelmesine yardımcı olduğunu söyledi.
ÇAD: BAŞKAN ÖLDÜ, ÇOK YAŞA BAŞKANIN OĞLU!
Al Kuds al Arabi
Başyazı
Geçen salı günü duyurulan Çad Devlet Başkanı İdris Deby’nin öldürülmesi dikkate değer gizemlerle örtülü. Çad ordusu, cumhurbaşkanının muhaliflere karşı “Savaş alanında ülkesinin birliğini savunurken son nefesini verdiğini” söyledi. Gerçi hükümet, bir gün önce 300 isyancıyı öldürdüğünü ve sadece beş askerinin yaralandığını duyurmuştu. Çad’ın 30 muhalefet partisi, çarşamba günü yaşananları “darbe operasyonu” olarak nitelendiren bir açıklama yayımladı.
Deby’in ölümünün zamanlaması, olaya başka bir heyecan unsuru katıyor: Ölümü, Hüseyin Habré’ye karşı yaptığı darbeden bu yana 30 yıl hüküm sürdüğü bir dönemi tamamlamak için altıncı kez cumhurbaşkanı olarak atandıktan 1 gün sonra gerçekleşti. İktidarı sırasında aynı zamanda ordunun da komutanıydı. Oğlunun atanmış olması, darbe hipotezini tamamen ortadan kaldırmıyor.
Deby’in iktidarının esas dayanağını oluşturan kabilesine yakın kaynaklara göre, Deby savaş alanına ulaşmadı ve çevresi tarafından öldürüldü. Bahsedilen kabile o kadar bölünmüş durumda ki, Deby’in kuzenleri ocak 2019’da bir saldırı başlattı ve sadece Çad rejimini destekleyen Fransa, saldırıyı engelleyen özel kuvvetler gönderdiği için bu saldırı başarısız oldu.
Çad partilerinin, çevrenin öldürdüğü iddiası onaylansın ya da onaylanmasın, ordu anayasaya uymuyordu. Yeni cumhurbaşkanlığı seçimleri, genç General Muhammed İdris Deby’nin (Muhammed Kaka olarak bilinir) atanmasıyla 45 ila 90 gün içinde gerçekleşecek.
Olanların belirsizliğine katkıda bulunan unsurlardan biri de Fransa’nın her şeyle olan ilişkisi. Öldürülen başkan Paris’in takipçisi, sadık bir müttefikiydi. Ancak Libya’da General Halife Hafter’i desteklemek için savaşan Değişim ve Uyum Cephesi savaşçıları da Fransız, Birleşik Arap Emirlikleri ve Rusya’nın desteğini alıyordu. 2019’da Libya’nın başkenti Trablus’u kontrol etme operasyonuna katıldılar. Çadlı isyan hareketi; Başkanlık Konseyi ve Libya hükümeti seçildikten sonra Fransa’nın ondan vazgeçmesinin intikamını almak için, Hafter ve müttefiklerinin planladığı bir hareket miydi? Yoksa isyancı saldırısı Fransızlar tarafından mı organize elindi.
Çad’daki olaylarla ilgili yeni Fransız açıklamalarının işaret ettiği şey, Paris’in diktatörlük rejimine destek vermeye devam ettiğidir. Dışişleri Bakanı Jean Yves Le Drian “Sınırlı süreli askeri geçiş” çağrısında bulundu. Savunma Bakanı “Demokratik bir geçişin sağlanması” hakkında tweet attı. Bu ifadeler, durumla ilgili yeni bir şey sunmamakta ve Muhammed Kaka’nın babasından sonra iktidarına meşruiyet kazandırmaktadır. Bu tutum, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İçişleri Bakanının Müslümanlara karşı olan ve güvenlik güçlerine daha büyük yetkiler veren yeni yasalarıyla tutarlılık taşımaktadır.
Muhalefet güçlerinin Hafter ile koordineli çalışması nedeniyle merhum Çad cumhurbaşkanı Libya merkezi hükümetine karşı tarafsızdı. Çad’da yaşanan son olayların Güney Libya’da önemli gelişmelere yol açması bekleniyor. Çad, büyük bir güvenlik kargaşasından muzdarip olan Darfur bölgesiyle sınır komşusu olduğundan, “Geçiş Konseyi” ve Sudan hükümeti de batı sınırlarında kaos olasılığından endişe duymaktadır.
Tüm bu açık gelişmeler arasında kesin gerçek şu ki, cumhurbaşkanı öldü ve oğlu yeni cumhurbaşkanı oldu ... Yeni bir darbe gerçekleşene kadar!