26 Nisan 2021 00:00

Farklı gençlik kesimlerinde pandeminin bir yılı

Gücümüzü daha geniş birlikteliklere taşıyıp özerk ve demokratik üniversiteler, bilimsel, eşit, parasız eğitim, işimiz, haklarımız ve geleceğimiz için 1 Mayıs’ta taleplerimizi dile getirmeliyiz.

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Emre GÖKMEN*

Pandeminin üzerinden 13 ay gibi bir zaman geçti. Geçen bu süre içerisinde gençlik kesimleri açısından yaşam koşulları daha da zorlaştı. Bunda, hükümetin “Bir kapatalım açalım, düzelir” mantığıyla ilerlettiği salgın politikaları önemli bir etken oldu. Gençler koşullar çerçevesinde yaşamını idame ettirmenin bin bir türlü yolunu aramaya devam ediyor. Gel gelelim bireysel çabalarımız yaramıza merhem olamayacak kadar yetersiz kalıyor. Eğitimden işe, sınavlardan sosyal, kültürel, sportif faaliyetlerimize kadar her alanda karşılaştığımız sorunlar eşliğinde geçen pandeminin bir yılına farklı gençlik kesimleri üzerinden bakmak iyi olacaktır.

HIZLI ÇALIŞMAKTAN PARMAKLARI KESİLİYOR

İşçi gençler açısından baktığımız tabloda işten atılma ve aç kalma korkusuyla elinde olan işe her koşulda sahip çıkıldığını görmek mümkün. “Eğer beğenmiyorsan çıkabilirsin, dışarısı işsiz kaynıyor, yarın birisini bulurum” sözüyle karşılaşmamak işten değil. Bu bırakamadığımız işlere bir göz atacak olursak atölye, fabrika, mağaza, market, depo fark etmeksizin, çalışma koşulları birbiriyle yarışır derecede ağırlaşmaya, sömürü katmerleşmeye devam ediyor. “Hızlı üretim yüzünden, işleri yetiştirmek için parmaklarımız kesiliyor. Artık telefonumu parmak iziyle açamıyorum” diyen Vestel işçisi arkadaşımızla, “Bizim hiçbir önemimiz yok. Sokağa çıkma yasaklarına rağmen bizleri fabrikaya zorla çağırıyorlar. Gitmezsek işsiz kalırız” diyen Volt Elektrik işçisi arkadaşımız sorunları bu cümlelerle özetliyorlar. Tabi bir de dönemin öne çıkan çalışma tarzı olarak “evden çalışmayı” da unutmamak gerekir. Binlerce genç firmaların müşteri hizmetlerinde, telefonun ardındaki dert köşemiz olarak geçimini sağlamaya çalışıyor fakat çalışma koşullarının bu gençleri intiharla burun buruna getirecek düzeyde olduğunu bilmek gerek. Genel anlamda çalışan bütün gençler açısından ise sosyal hayatın dibe vurduğunu, kendilerine ailelerine zaman ayırmalarının oldukça zor olduğunu söyleyebiliriz ki zaman olsa bile istedikleri etkinlikleri yapıp, katılabilmeleri ekonomik açıdan da oldukça zor.

GELECEK UFUKTA BELİRSİZ BİR GEMİ…

Üniversiteli gençler ise yaklaşık üç dönemdir online eğitimin yükü sırtlarında kambur olmuş bir şekilde yaşamaya çalışıyor. Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi başta olmak üzere diğer İzmir üniversiteleri de alt yapı konusunda sınıfta kalmış, milyonlarca liralık bütçeye rağmen öğrenciler dersleri aylarca verimli bir şekilde takip edememişti. Kendi online ders platformlarından fayda göremeyen üniversiteler daha sonra başka platformlarda derslerin işlenebilmesine izin vermek zorunda kaldı. Tabi hangi platform olursa olsun bu verimsiz koşullara ulaşmak bile her öğrenci için mümkün değil. İnterneti, bilgisayarı, tableti, kamerası olmayan binlerce öğrenci bu eşitsizliğin kurbanı olmaya devam etti. Hal böyle iken bir de “atanmış rektörler” öğrencilerin tüm iradesini hiçe sayan, iktidar yancısı uygulamalarını hız kesmeden sürdürüyor. Bu gelişmelere karşı “kayyum rektör istemiyoruz”, “özerk, demokratik üniversite istiyoruz” diyen üniversiteliler yaka paça gözaltına alınıyor, darp ediliyor, elektronik kelepçelerle evlere hapsediliyor. Üniversite, gelecek, akademi, yurt dışı eğitimi gibi planların birçoğu artık üniversiteliler için ufukta belirsiz bir gemi haline geldi.

Önceden akademide kalmayı düşünenler şimdi okulu bitirip bir an önce bir işte çalışmak istiyor. Üniversite mezunları ise “ne iş olursa çalışırım” diyerek bütün bir eğitim hayatının birikimini bir kenara bırakarak yaşamını idame ettirmenin yollarını arıyor. Genel tabloya bakacak olursak yıllarca emek verip kazandığımız üniversiteler artık bize geleceksizlikten başka bir şey vaat etmez duruma geldi. Bilimden, üretmekten, paylaşmaktan ve sorgulamaktan uzak, hükümetin arka bahçesi olan üniversitelerde hayalimizi yaşamak, bilime olan inancımızı tazelemek ve geliştirmek, mesleki gelişimimizi tamamlamak alabildiğine zorlaşıyor.

EN ÖNEMSENMEYEN KESİM LİSELİLER OLDU

Lisede de durumlar çok farklı değil. Ama şunu söyleyebiliriz ki salgın döneminin en önemsenmeyen kesimi listesi yapacak olsak liseliler ve sınava girecek öğrenciler mutlaka ilk üçte yerini alırdı. Her ay başka bir söylemle eğitim hayatı çalkalanan liseliler Bakan Ziya Selçuk’tan çektiğini kimseden çekmemiştir. “İlke kararımız var” diyerek yüzbinlerce liseliyi salgının ortasında YKS’ye girmek zorunda bırakan, okulları bir açıp bir kapatan, 12. ve 8. sınıfları adeta virüs bulaşmayan kesim olarak düşünüp plan yapan MEB ve Bakan Selçuk liseli gençlerin canına kastediyor desek yanlış olmaz. Ama liseliler ve toplamda “Z kuşağı” tepkisini “dislike” ile “#OyMoyYok” hashtagleri ile dile getirdi. Bu o kadar etkili oldu ki Erdoğan sosyal medyaya dair düzenlemeler gerektiğini tekrar dile getirmek zorunda kaldı. Okuldan umutlarını kesen liseliler, çareyi Youtube’da ders dinleyerek açığı kapatmakta buldu. Milyonlarca, “Yüz Yüze Sınav İstemiyoruz!” Tweet’ine ve liselilerin “Eğer salgından ölürsek, sorumlusu Ziya Selçuk’tur” sözlerine rağmen inatla sınavları yapan MEB, vakaların 30-40 binlerde olduğu dönemde bile öğrencilerin canını hiçe saydı.

MESLEK LİSELİLER PANDEMİDE DE SÖMÜRÜLDÜ

Meslek liseleri ise sömürünün çarkında, ucuz iş gücü olarak ezilmeye, görmezden gelinmeye devam ediyor. Döner sermayenin artışıyla övünen meslek lisesi müdürleri, il milli eğitim müdürleri “İzmir’i döner sermayemizi artırarak 7. sıradan 3. sıraya çıkardık” diyor. Fakat bu artış, pandemi sürecinde bile sağlığı hiçe sayılarak üretime dahil edilen meslek liselilerin ne emeğinin karşılığı olarak ne de staj ücretlerinin artışına yansıyor. Sömürü çarkına şimdiden kurban edilip, fabrikaların kalifiye işçi rezervi olmaktan öte bir değer göremiyorlar. Aynı eğitimi almayıp aynı sınavlara tabi tutulan meslek lisesi öğrencileri üniversiteye gitme hayallerini sürekli ötelemek ve vazgeçmek zorunda kalıyor.

Genç işsizlik oranları ise almış başını gidiyor. 200 kişilik iş ilanına on binlerce üniversite mezunu başvuruyor. Kafe, bar, restaurant çalışanları açma kapamalarla bir oraya bir buraya savruluyor, genç müzisyenler intihar ediyor. İşsizlik ve geleceksizliğin karanlığında ufukta ışık göremeyen gençler “Bu hayattan bir beklentim yok artık” diyerek intihar ediyor. İzmir’de bir gencin yaşamını idame etmesi ve temel ihtiyaçlarını karşılaması oldukça zor iken iş bulmak da her geçen gün zorlaşıyor. Bu kıskacın arasında Türkiye’nin en pahalı kentlerinden İzmir, gençler için ülkenin en güzel şehirlerinden birisi olmak yerine “gençliğimizin çürüdüğü” memleket haline geliyor.

DEĞİŞTİRMEKTEN BAŞKA SEÇENEĞİMİZ YOK

Bu karanlık tablo içimizi karartıp, gençlerin içten bir “ah” çekmesine neden olsa da gerçekleri göz ardı etmeden hareket etmek gerekir. Yine bu tablo bize gösteriyor ki hayatımızı esir alan pandemi ve tek adam hükümetinin politikaları bize işsizlik, geleceksizlik, taciz, şiddet, tecavüz, intihardan başka bir şey sunmuyorken bizim de dur deyip, bir araya gelerek bu gidişatı değiştirmekten başka seçeneğimiz kalmamıştır. Ata Sanayi’de çalışan bir genç kadın işçinin “İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etti. Geri alamayız. Artık tek adam ne derse o oluyor” sözlerini anımsayarak tespitin gerçekliğini kulak arkası etmeden bu “tek adam, tek söz” mantığına ve rejimine, geleceğimizi ipotek altına alanlara karşı “gelecek bizimdir” demek için birleşmekten, mücadele etmekten geri durmamamız gerekmektedir. İstanbul Sözleşmesi eylemleri, 8 Mart yürüyüşü, Boğaziçi eylemleri, Newroz bize gösteriyor ki gençliğin enerjisi ve alanlarda buluşma isteği sönümlenmiş değildir. Bu gücümüzü daha geniş birlikteliklere taşıyıp özerk ve demokratik üniversiteler için, nitelikli, bilimsel, eşit, parasız eğitim için, işimiz, haklarımız ve geleceğimiz için 1 Mayıs’ta da koşullar ve yasaklar ne olursa olsun alanlarda taleplerimizi dile getirip, sesimizi daha gür çıkarmak mücadelemize güç katmaya devam edecektir.

*Ege Üniversitesi Öğrencisi

ÖNCEKİ HABER

Tarımda büyük sermaye lehine mülkiyet değişimi hızlandı

SONRAKİ HABER

30 Ekim Depreminin gösterdiği: Binalar dayanıksız, kurumlar hazırlıksız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa