30 Ekim Depreminin gösterdiği: Binalar dayanıksız, kurumlar hazırlıksız
Depreme hazırlıkların ne düzeyde olduğu, iktidarların, yerel yönetimlerin üstlerine düşeni ne ölçüde yaptıkları ve yapılmayanların hesabını sormak sürekli gündemde tutulması gereken konulardır.
Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel
Emek Hareketinden Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları
30 Ekim İzmir (Sisam) Depreminde; yaşadığımız coğrafyadaki deprem riski gerçeği ile yüz yüze geldik. Yaşadığımız kent İzmir, deprem açısından ülkenin en riskli şehirleri arasında. Depremin merkez üssüne 70 km uzaklıkta yaşanan yıkım, 118 can kaybı ve binlerce hasarlı yapı bunu apaçık gösterdi.
Ortaya çıkan bir diğer gerçek ise ülkemizde yaşanan onlarca büyük depreme ve binlerce can kaybına rağmen merkezi ve yerel yönetimlerin depreme olan hazırlıksızlığı oldu. Gündüz yaşanan bir deprem olmasına ve komple yıkılan bina sayısının az olmasına rağmen saatler sonra bile hâlâ müdahale edilememiş enkazların varlığı, bu gerçeği ortaya koydu. Depremin ardından bir radyo programına bağlanan İzmir Valisi, “En yakın toplanma alanı nerede” sorusuna cevap veremeyip yanındakilere sordu, “Şu an hangi mahalledesiniz” sorusunu dahi yanıtlayamadı.
Evleri hasar gören ya da artçılar yüzünden evlerine giremeyen İzmirlilerin çadır ihtiyaçları günler sonra giderilebildi. Hasar tespit çalışmaları geç başladı, TMMOB’a bağlı İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi başta olmak üzere ilgili meslek odaları sürecin dışında bırakıldı. Pandemide yaşanan depremde, Kovid-19 hastaları ve karantinada olanlar için salgının yayılmamasına ilişkin herhangi bir tedbir alınmadı, bunlara yönelik bir organizasyon yapılmadı.
KOORDİNASYON YERİNE REKABET ÖNE ÇIKTI
İzmir depreminde, merkezi iktidarın yerel yönetimleri sürecin dışında tutmaya çalışması nedeniyle kurumlar arası koordinasyon yerine siyasi rekabet öne çıktı. Arama kurtarma çalışmalarından, çadır alanlarının kurulmasına ve yardımların ulaşmasına kadar son güne kadar da bu rekabet devam etti. Hazırlıksızlık ve organizasyonluk nedeni ile süreç büyük oranda daha önce hiçbir afet organizasyonuna katılmamış gönüllüler aracılığıyla yürüdü. Depremin yaşandığı andan çadırların kaldırıldığı ana kadar dayanışma ve yardımlaşma faaliyeti içerisinde bulunan dernekler, meslek odaları, siyasi partiler, gençlik örgütleri, belediyelerin kurduğu dayanışma stantları ve gönüllü yurttaşların yardımları merkezi iktidar tarafından dayanışmayı baltalamak için polis eli ile engellendi.
Bakanlık tarafından yürütülen hasar tespiti sonucunda 54 yıkık, 36 acil yıkılacak, 602 ağır hasarlı, 720 orta hasarlı ve 6 bin 848 az hasarlı bina olduğu açıklandı. Bu rakamlar, yaklaşık 80 bin bağımsız bölümün yani yine en az 80 bin ailenin bu depremden zarar gördüğü anlamına geliyor. Bunun yanı sıra içinde okul ve camilerin de olduğu yaklaşık 120 kamu binası ağır ve orta hasarlı olarak tespit edildi, Valilik, Büyükşehir Belediyesi ve Konak Belediyesi binası başta olmak üzere birçoğu kullanılamaz duruma geldi.
KAMU BİNALARI KULLANILAMAZ DURUMA GELDİ
İlerleyen süreçte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından rezerv alanlar açıklanarak, yıkımların olduğu bölgede yüksek katta yapılaşmaya müsaade edilmeyeceği, projelerin hazırlandığı ve faizsiz kredi adı altında depremzedeleri borçlandırarak yıkılan evlerin yerine yenilerinin yapılacağı söylendi. Şimdiye kadarsa 7 proje alanı ilan edildi. Orta hasarlı olup da güçlendirme yapılması zorunluluğu bulunan binalar için güçlendirme maliyetiyle kıyaslanamayacak komik yardımlar yapılacağı ilan edilirken, az hasarlı binalar içinse herhangi bir tadilat yardımı açıklanmadı.
İlan edilen proje alanlarının hazırlanmasında mülk sahiplerinin görüş ve önerileri alınmazken, hangi kriterlere göre oluşturuldukları ve nasıl ihale edildikleri ise kamuoyundan saklandı. Aradan geçen 6 ay sonunda 22 Şubat’ta gerçekleşen şatafatlı temel atma töreninin ardından; imar planı değişiklikleri, rezerv alanın nasıl değerlendirileceği, kaç konutun yapılacağı, ormanlık alanların vasfı, yerel yönetimlerin sürece dahil edilmesi, ihale süreçleri ve hak sahiplerinin borçlanma durumları gibi birçok soru ve sorun halen ortada durmaktadır.
Bugün İzmirliler; bir yandan salgın riskiyle karşı karşıya bulunurken bir yandan da büyük oranda riskli grupta bulunan yapı stoğu ile olası İzmir merkezli deprem karşısında büyük bir tedirginlik yaşamaktadır.
Bakanlık ve belediyelerin ilan ettikleri devasa kentsel dönüşüm alanları (Aktepe, Ballıkuyu, Bayraklı, Gültepe, Güzeltepe vb.) çözüme kavuşturulamadı. Müteahhitlere kat karşılığı finanse ettirilen dönüşüm, rantın düşük olduğu bölgelerde rağbet görmedi. Sorunu sadece bina yıkıp yapmak olarak algılayan sistem şehrimizin kentsel dönüşüm ihtiyacına yanıt veremedi.
DEPREM ODAKLI KENTSEL DÖNÜŞÜM ÖNCELİĞİMİZ OLMALI
Dönüşüm uygulamalarında sosyal, ekonomik, çevresel ve mekânsal etkiler bir bütün olarak ele alınmalı ve bu temelde planlamalar yapılmalı. Diğer yandan 30 Ekim Depremi gösterdi ki; deprem odaklı kentsel dönüşüm ve iyileştirme planları önceliğimiz olmalı. Bu planlamalar sadece bölgesel değil, ada-parsel düzeyinde de dönüşümleri esas almalı. Dönüşüm, kültürel ve sosyolojik değil, yerleşim-yapı bazlı olmalı. 30 Ekim depremi sonrasında oluşan ağır ve orta hasarlı binalar ile yapılacak yapı stoku envanter çalışması ile belirlenecek riskli yapıların dönüşümü için mali/hukuki/teknik çerçeveyi de içeren planlar hazırlanarak kamuoyuyla paylaşılmalı.
Öncelikle tüm yapıların durumunun belirlenmesi gerekiyor, bina bina, bölge bölge risk taşıyan tüm yapılar ve alanlar belirlenip ada ve alan bazında dönüşüm planlarının altlıkları hazırlanmalı. Sadece yapıların değil, o yapılarda yaşayan vatandaşların sosyo-ekonomik durumları da belirlenmeli. Mevcut yapı stoğunun önemli bölümünün yüksek riskli durumu ve yenilenme aciliyeti düşünüldüğünde; dönüştürülecek alanlardaki malikler, bir kooperatif çatısı altında toplanıp çeşitli muafiyet ve devlet destekleriyle ada/alan/bölge bazında dönüşüme güçlü bir şekilde teşvik edilmeli.
DEPREME DAYANIKLI GÜVENLİ YAPILAR İÇİN…
30 Ekim depremi tüm açıklığıyla gösterdi ki; şehrimizdeki yapıların önemli bir kısmı depreme dayanıklı değil. Kaçak yapılaşma, hiçbir kontrol mekanizması olmadan yapılan imar afları, ticarileşmiş yapı denetim sistemi, kamu denetiminin yok denecek seviyelerde yetersiz olması ve tümüyle ranta dayalı hale gelen inşaat uygulamaları sonucunda bu tablo ortaya çıkmış bulunuyor.
Depremin ardından gündeme gelen bir diğer konu ise yoğun hasarın olduğu Bayraklı ilçesinde mantar gibi çoğalan gökdelenler. Bu gökdelenlerin, depremden hasar almamış olmaları üzerinden ileri teknoloji ve mühendislik hizmetleriyle yapıldıkları, depreme karşı güvenli oldukları söylemi; İzmir’in kalbine bıçak gibi saplanan bu yapıları aklamayı ve popüler hale getirmeyi hedeflemektedir. Evet, çok büyük bütçelerle ve sadece İzmirlilerin çok küçük bir kesiminin faydalanabileceği yapılar, İzmir’in en güzel ve merkezi yerlerine güvenli olarak inşa edilebilirler. Ancak, esas soru bu yapılara ihtiyacımızın olup olmadığı. 30 Ekim depremi bir kez daha göstermiştir ki önceliğimiz, ülkemiz kaynaklarıyla bu gökdelenleri inşa etmek değil, yoksul, emekçi halkın yaşadığı yüksek riskli yapıları depreme dayanıklı hale getirmek olmalı. Bulundukları bölgede çok ciddi trafik ve altyapı yükü yaratan bu yapıların, deprem sonrası bölgeye müdahalenin gecikmesinde, yolların kilitlenmesindeki rolü göz ardı edilmemeli. Bayraklı, Bornova ve yavaş yavaş Konak’a doğru ilerleyen ve kenti bir gökdelen mezarlığına çeviren yerel ve merkezi politikalardan ve buna imkân tanıyan imar yönetmeliklerinden hızla vazgeçilmeli.
DENETİM İŞİ TİCARİ OLMAKTAN ÇIKARILMALI
Şehrimizdeki yapı stokunun depreme dayanıklılığını da içerecek şekilde bir envanterinin bulunmaması önemli bir eksiklik. Şehrimizde depreme dayanıklı ve güvenli yapılar için ilçe bazlı riskli yapıların tespiti ve yapı güvenliği sınıflandırılmasına yönelik yapı envanterinin oluşturulması, büyük önem arz ediyor. Bu envanter çalışması ve yapılacak performans analizleri doğrultusunda göçme riski bulunan yapılar acilen boşaltılmalı ve yıkılarak kamu desteği ile yenilenmeli. Bu yapılarda yaşayan İzmirlilerin yeni ve güvenli yapılara sahip olana kadarki barınma ihtiyacı, kira yardımları ve tahsis edilecek konutlarla ücretsiz karşılanmalı. Analiz sonucunda güçlendirilmesi gereken yapılar, risk durumlarına göre öncelik sırasına göre kamu desteği ile hızla güçlendirilmeli. Gerektiği gibi kullanılmayan ve miktarı arttırılarak alınmaya devam edilen deprem vergileri, bunlar için harcanmalı.
Depremlere dayanıklı ve güvenli yapılar için yapı üretim ve denetim süreçleri, ticari bir sistemden çıkarılıp kamu denetimini esas alan bir sisteme geçirilerek kalıcı, önleyici ve zarar azaltıcı tüm tedbirleri kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. Yapıların denetimine yönelik gerekli yasal değişiklilerin yapılması kaçınılmaz. Yapı denetim sistemi sadece yapının sağlamlığını değil yapının oturduğu zeminden başlayarak yapı-zemin etkileşimi ve tüm yapı kalitesini denetleyen bir anlayışla hazırlanmalıdır.
DEPREME HAZIRLIKLI KENTLER NASIL MÜMKÜN OLUR?
Deprem sonrası ortaya çıkan tablo; hiç kuşkusuz, “depreme hazırlık” gibi insan hayatını doğrudan etkileyen bir konudaki sorunun, iktidarla burjuva muhalefet arasında bir polemiğe indirgenmesinin eseridir. Bu yüzden de sendikalar, emek örgütleri, meslek odaları ve emekçilerin ileri kesimleri, “depreme hazırlık” konusunda işçilerin, emekçilerin, halkın taleplerine sahip çıkmadan bu konuda bir adım ileri atılamayacaktır.
Depreme hazırlıkların ne düzeyde olduğu, iktidarların, yerel yönetimlerin üstlerine düşeni ne ölçüde yaptıkları ve yapılmayanların hesabını sormak sürekli gündemde tutulması gereken konulardır.
Depreme hazırlıklı olmak; halkın güvenli ve sağlıklı konutlar edinme mücadelesine bağlıdır. Bu mücadelenin başarıya ulaşması ise ancak; depremin enkazı altında kalan yoksullar, işçiler, emekçiler bu tartışmalara kendi tarzlarında müdahale ederek, siyaset sahnesinde kendi güçleri ve talepleriyle yer aldığında mümkün olacaktır. Merkezinde “sağlıklı ve güvenli konut” talebinin yer aldığı “depreme hazırlık talepleri” etrafında birleşerek, depremi halkın hayatını tehdit eden bir felaket olmaktan çıkarmak için müdahale eden bir çizgiye geçmek bugün başta İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri başta olmak üzere İzmir demokratik kamuoyunun sorumluluğudur.