Sinan Ceviz: Daha ileri haklar için 1 Mayıs
"Sorun virüsün yayılmasına olanak sunacak eleştirdiğimiz durumlara düşme sorunu değildir, sorun sendikalarımızın bir araya gelememesi (gelmemesi) sorunudur."
Fotoğraf: Unsplash
Sinan CEVİZ
Liman-İş İstanbul Bölge Başkanı
8 saat çalışma hakkı, grev hakkı, sendikalı olma hakkı, iş güvenliği gibi temel hakların hiçbiri gökten zembille inerek yasalarda yerini almadı. İşçi sınıfı her bir kazanımı için uzun soluklu mücadeleler sürdürdü.
Sanayi devrimi ile birlikte tarih sahnesinde yerini aldığında işçi sınıfı hiçbir hakka sahip değildi. İşçiler 4-5 yaşlarındaki çocukları ile günde 16-18 saat çalıştırılıyorlardı ve sadece ertesi gün işe dönebilmelerine yetecek kadar dinlenme ve beslenme imkanına sahiptiler. İşçilerin oy kullanma gibi en demokratik hakları dahi yoktu. Kapitalizmin barbar yüzünün en vahşi halini yaşayan işçiler, sorguladı, isyan etti, hak talep etti ve tarih boyunca şanlı birçok direniş ve mücadele vererek günümüzün haklarını biçimlendiren kazanımlar elde etti.
Uzun çalışma koşullarına karşı mücadeleler çeşitli düzenlemelerin yapılmasına neden oldu. Tarihte ilk iş kanunu diye de bilinen, 1802 yılında İngiltere’de yapılan bir yasal düzenleme ile çocuk işçilerin çalışma saati 12 saate indirildi. Dile kolay 12 saat, üstelik kapitalistler bu yasaya uymamakta da direndiler. İngiltere’de, Fransa’da, ABD’de, işçi sınıfının nabzının attığı dünyanın her köşesinde işçiler, başta çalışma sürelerinin kısaltılması olmak üzere temel hakları için mücadele etti.
1847’de İngiliz işçilerin eylemleri ile çalışma süresi 10 saate indirildi, 1848’de Fransız devriminin ardından çalışma süreleri Paris’te 10 saate indirildi. 1850 yılında ise ABD’de çalışma süreleri 10 saate indirilmişti. Uzun, yıllar yılı süren mücadelelerle elde edilen bu sürelerin gerçekte insani koşullara çekilmesi için ise mücadele sürüyordu. İşçi sınıfı yetmez diyor ve 8 saat çalışma istiyordu.
1856 yılına gelindiğinde Avusturya’da işçiler 8 saat talebi ile kitlesel bir miting gerçekleştirdiler. İşçi sınıfı tüm dünyada ‘8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse’ diye haykırıyordu. Bu talep sadece çalışma sürelerinin kısaltılması meselesi ile izah edilemezdi. İşçi sınıfının sosyal, kültürel, ekonomik ve politik taleplerinin bir formülüydü adeta. İnsanca yaşamak istiyordu işçiler, dinlenmek, okumak, çocuklarını okutmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmak, oy kullanmak istiyordu örneğin. Bu taleplerle sürdürülen mücadele çığ gibi büyüdü. 1886 yılının 1 Mayıs’ında ABD’nin Chicago kentinde işçiler bu talepleri yükselttiler. 8 saat hakkını fiilen uygulama kararı almıştı ABD’li işçilerin sendikaları, 1 Mayıs günü başlayan eylemler 4 Mayıs’ta doruk noktasına çıkmıştı. 4 Mayıs’ta işçilere saldırdılar, miting alanında bombalar patladı, ölen işçiler oldu ve 4 işçi önderi ibreti alem için idam sehpasına çıkarıldı. Bu, kapitalistlerin yüzyıllardır süren kanlı oyunlarından biriydi sadece ve işçi sınıfının yiğit evlatlarının gözünü korkutamadı, 8 saat mücadelesi engellenemedi. Ve 8 saat çalışma hakkı giderek tüm dünyada uygulanan bir hak olarak yasalarda yerini aldı.
İşte günümüze kadar süren bu direnç ve tarihe kazınmış bu mücadeleler, bugünkü haklarımızın şekillenmesini sağladı.
KAZANIMLARI KORUMAK İÇİN BİRLİK OLMAK GEREKİR
Ancak mücadele edilerek elde edilen bu haklar, bir kez kazanıldı diye ebediyen yerinde durmuyor. Saflar dağıldığında, işçilerin birlikleri dağıldığında dün var olan bugün bir anda buhar olabiliyor. Tarih sayfaları bunun da örnekleri ile dolu. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, yakın tarihimize bakalım; özelleştirme, taşeronlaştırma gibi yöntemlerle birçok hakkımızın nasıl gasbedildiğine tanıklık ettik, ediyoruz. Çalışma süreleri uzuyor, iş cinayetleri her gün can alıyor. Emeklilik ise hayal…
1886 yılındaki Chicago eylemleri sonrasında 2. Enternasyonal’de alınan kararla, 1 Mayıs ilk kez 1890 yılında işçi sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlandı, kutlanıyor. Bu karar bir olayın anması ya da protestosu olarak alınmadı. 1 Mayıs, iki sınıf arasında süren çetin mücadelenin daha ileri kazanımlarla sonuçlanması için derlenip toplanma ve mücadeleyi yükseltme günü olarak belirlendi. Her fabrikada, her sanayi havzasında, her ilde ve ülkede işçilerin mücadelesi dünya işçilerinin ortak talepleri ile nasıl birleşir, işçi sınıfının birliğinde yaşanan sorunlar nelerdir, dayanışma nasıl büyütülür, mücadelede daha etkili ve kazanımlarla sonuçlanan adımlar nasıl atılır? Tüm bu soruların her yıl gözden geçirilerek yanıtlandığı ve derlenip toparlanan gündür 1 Mayıs.
“8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse” ortak talebi gibi dünya işçilerinin ortak talepleri ve mücadelesinin güçlendirilmesinin günüdür 1 Mayıs. Bu nedenledir ki 1 Mayıs biçimsel ele alınamaz.
Şimdilerde salgının ağır koşulları altında 1 Mayıs’a doğru yol alıyoruz. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de zenginler sırça köşklerinden “Aman ha sosyal mesafeye dikkat edin” diye işçi sınıfı ile alay edercesine söylemlerde bulunurken, bir yandan da çarklar dönsün diye işçilerin canı hiçe sayılıyor. Ülkemizde her gün yüzlerce canımızı kaybediyoruz. İşçi aileleri korunaksız, üstelik Kod 29 gibi ucube bir uygulama ile kapı önüne konuyor, açlığa mahkum ediliyorlar. Çarklar dönüyor, işçiler ölüyor, patronlar ise zenginliklerine zenginlik katıyorlar.
Bir yandan şirketlerin artan kâr oranları borsa listelerine düşerken bir yandan da ölen emekçiler sayı olarak veriliyor kanallarda. Hal böyle iken bu 1 Mayıs her 1 Mayıs gibi büyük önem kazanmış durumda. Bugün ihtiyacımız olan ise sendikal rekabet değil sınıf dayanışmasıdır. Bilinmelidir ki sendikal rekabet denen şey sendikal bürokrasinin koltuğunu koruma adına geliştirdiği bir tutumdur.
HAKLARIMIZ İÇİN HEP BİRLİKTE MÜCADELEYE
İşsizlik, kıdem hakkının gasbedilmek istenmesi, grev yasakları, düşük ücretler ve iş cinayetleri... Bu sorunlar bütün ağırlığı ile orta yerde durmakta ve üstelik pandemi nedeniyle alınmayan önlemler ve sunulmayan desteklerden dolayı işçi ve emekçilerin canları yanmakta. Tüm birikmiş sorunlara karşı özellikle genç işçilerin tepkisinin büyüdüğü ve örgütlenme eğiliminin arttığı da bir gerçek olarak orta yerde duruyor.
Hal böyle iken birlik, mücadele, dayanışmanın büyütülmesi ve 1 Mayıs’ın örgütlenmesinin engellenmesi için iktidardan bildik bir adım geldi “yasak”. 17 Mayıs’a kadar tüm gösteri ve etkinlikler yasak. Haber bültenleri bunu verip ardından 1000’lerin katıldığı bakanların saf tutuğu törenleri ekrana getiriyor.
“Yasak, çünkü pandemi var” deniyor. Herkesin bildiği gibi lebalep kongreler, 1000’lerin katıldığı cenaze törenleri serbest iken işçilerin taleplerini ifade etmesi yasak!
Şimdi adına tam kapanma denen 29 Nisan ve 17 Mayıs tarihleri arasındaki uygulama da bu yasağın “yasal kılıfı” oldu. Tam kapanma denen şeyin, pandeminin başından beri işçiler çalıştıkları için ne menem şey olduğunu bir türlü anlayamadı. Tam kapanma diyorlar sonrada ekleme yapıyorlar “Çarklar dönecek.” Gıda fabrikaları, limanlar, kargo firmaları, kara taşımacılığı, ilaç fabrikaları, kimya fabrikaları başta olmak üzere işçiler çalışmaya devam edecek. Ve birileri ekranlarda “Aman ne iyi oldu bu kapanma” diye nutuk atacak. Üstelik mağaza, eğlence, kafe gibi sektörlerde çalıştırılanlar ise açlığa mahkum edilecek, ediliyor. İşyerleri çalışmaya ara veren bu sektörlerdeki işçilerin ise talepleri göz ardı edilecek.
Tablo böyle iken asıl sorun sendikacıların hızla bu yaklaşıma uygun mevzilenmesindedir. “Ya ne yapalım”la başlayan, “Kardeşim dönem kötü, baksana virüs çok yayıldı”, “İnsanları bir araya toplayamayız, korkuyorlar gelmezler”, “Tam kapanma oldu yapacak bir şey yok” gibi gerekçelerle 1 Mayıs’ın yapılamamasına gerekçeler bulunuyor adeta.
Elbette tüm sendikaları ve sendikacıları aynı kefeye koymak doğru değil, ancak baskın bir eğilim olduğu da ortada.
Yüzlerce, hatta binlerce işçinin bir arada çalıştığı işyerlerinde alınmayan tedbirler orta yerde dururken işçilerin ve sendikalarımızın ortak ve güçlü ses çıkarmasının yolu yöntemi, elbette en akılcı ve en sağlıklı biçimde, bulunabilir. Sorun virüsün yayılmasına olanak sunacak eleştirdiğimiz durumlara düşme sorunu değildir, sorun sendikalarımızın bir araya gelememesi (gelmemesi) sorunudur.
1 Mayıs’ta bunu yapmayacaksak ne zaman yapacağız diye sormak her ileri işçinin görevi olmalıdır. Geçtiğimiz yıl fabrikalarda bir hafta boyunca eylemler oldu ve bu yıl da yaygın işyeri eylemleri oluyor. Bu oldukça önemlidir, işyerlerinde toplantılar yapmak, bildiriler okumak, yürüyüşler yapmak, çeşitli biçim ve yöntemlerle 1 Mayıs’ı konuşmak ve hazırlık yapmak oldukça önemlidir. Ancak 1 Mayıs haftası diye ifade edilen bu süreç 1 Mayıs gününe bir hazırlıktır. Yukarıda sıraladığımız soruların yani sınıf mücadelesinde eksiklerin görülmesi ve daha ileri birliklerin nasıl sağlanabileceği, daha etkili mücadelelerin nasıl örgütlenebileceği sorularına yanıt aradığımız, tartıştığımız, adım attığımız, hazırlık yaptığımız bir süreçtir. İşte bu süreç 1 Mayıs’la taçlandırıldığında anlam kazanacaktır. “Yasak var”, “Tam kapandık” diyenler dönüp tarihimize bir baksınlar, ülkemizde de, dünyada da 1 Mayıslara hep yasaklana gelmiş ama işçi sınıfı hep bu yasakları aşmış, yoluna devam etmiştir.
Şimdi dövünme zamanı değil, fabrikalarda işyerlerinde yapılan 1 Mayıs etkinliklerinde ileri işçiler, sınıf diye derdi olan sendikacılar, hep birlikte, görevi başka yerlere havale etmeden, eksikleri sorgulamalı ve daha ileri mücadele zeminlerinin nasıl örgütlenebileceğini tartışmalı, test etmelidir. 1 Mayıs’ı daha ileri mücadelenin, daha güçlü birliğin bir dönüm noktası olarak alıp hayata geçirmeliyiz.