DTK Eş Başkanı Leyla Güven: İktidarın halkı inandıracak hikayesi bitmiştir
Elazığ Kapalı Kadın Cezaevinde tutuklu bulunan DTK Eş Başkanı Leyla Güven, Şerif Karataş'ın sorularını yanıtladı.
Leyla Güven | Fotoğraf: MA
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Leyla Güven, Kürtlerin, özellikle Kürt kadınların Türkiye’de verdiği eşitlik mücadelesinin önemli isimlerinden biri. Leyla Güven’in hayat hikayesi, son 40 yıldır Kürtlerin insan olmaktan gelen haklı talepleri için mücadelesini anlatıyor.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Leyla Güven, 2018 genel seçimlerinde HDP Hakkari Milletvekili seçildi. KCK soruşturması nedeniyle Diyarbakır E Tipi Cezaevinde bulunduğu sırada PKK lideri Abdullah Öcalan'a uygulanan tecride son verilmesi talebiyle 8 Kasım 2018 tarihinde açlık grevine başlamış, Öcalan’la yapılan görüşmelerin ardından 26 Mayıs 2019'da da açlık grevini sonlandırmıştı. Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davada "terör örgütü üyesi olmak" suçlamasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan Leyla Güven'in milletvekilliği 4 Haziran 2020 tarihinde düşürüldü. Afrin operasyonuna karşı yaptığı açıklamalar ve DTK faaliyetleri nedeniyle 20 ayrı suçtan Diyarbakır 9'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde 21 Aralık 2020 tarihinde görülen davada "terör örgütü yöneticisi olmak" suçlamasıyla 22 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Diyarbakır’da gözaltına alınan Güven, Diyarbakır Kadın Cezaevine bir gün dahi geçirmesine izin verilmeden, Elazığ Kadın Kapalı Cezaevine sürgün edildi.
Güven’in tutuklanmasıyla birlikte ilkin avukatları aracığıyla soru göndermek istedik. Fakat tutulduğu cezaevi yönetiminden dolayı avukatlar kendisine soruları ulaştıramadı. Sonra biz de kendisine şubat ayında mektup yoluyla sorularımızı ilettik. Adresimize gönderdiği mektubun elimize ulaşmaması üzerine Leyla Güven mektubu kızı Sabiha Temizkan’ın adresine gönderdi. Mektup Sahiba Temizkan’ın eline de 26 Nisan 2021 tarihinde geçti.
Yaşadığı haksızlığa ve hukuksuzluğa karşın mücadelesinden vazgeçmeyen Leyla Güven, AKP iktidarının kodlarının çözüldüğü görüşünde olduğunu belirterek, “Toplumu inandıracak hikayesi ve mağduriyet edebiyatı bitmiştir. Tek başına iktidarda olduğu dönemde çözemediği sorunları, şimdiki ortağı MHP ile çözebileceğini düşünmüyorum. Başta ekonomik kriz olmak üzere iç ve dış siyasette ciddi bir iktidar kaybının yaşandığını görebiliyoruz. Birçok konuşmamda AKP’nin ekonomik ve yönetim krizinin yaşandığı bir kaos aralığında iktidara geldiğini aynı şekilde yaşanan yönetim ve derin bir ekonomik kriz döneminde de gideceğini belirtmiştim bu sözümü yeniliyorum” ifadelerini kullandı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit ve cezaevlerinde artan hak ihlallerine karşı cezaevlerinde 27 Kasım 2020’den beri süren açlık grevlerine de dikkat çeken Güven, “Yarın çok geç olmadan duyarlı herkes hareket geçmelidir” çağrısında bulundu. Tutuklu bulunduğu cezaevinde de hak ihlallerin yaşandığını belirten Güven, Basın İlan Kurumundan ilan almadıkları gerekçesiyle aralarında gazetemiz Evrensel, Yeni Yaşam’ın olduğu özgür basın geleneğinden gelen basın yayın organların tutuklulara verilmediğini de söyledi.
Leyla Güven’in sorularımıza yanıtları şöyle:
"TÜRKİYE CİDDİ TAZMİNATLARA MAHKUM EDİLECEK"
Eş başkanı olduğunuz DTK'ye yönelik baskılar “çözüm süreci”nin bitmesiyle birlikte artarak devam ediyor. Farklı kentlerde yaptığınız konuşmalar nedeniyle yargılandınız ve tutuklandınız. Hem bu tutukluluğu hem de DTK’ye yönelik bu baskı politikalarını değerlendirecek olursanız neler dersiniz?
Tarihsel boyutları ile son yüzyılın en önemli sorunlarından biri olan Kürt sorunu bütün yıkıcılığı ile devam ederken 2007 yılında Demokratik Toplum Kongresi kuruldu. Kürdistan’ın bütün yerleşim alanlarından seçilen delegelerin ve STK, STÖ’lerin yaklaşık sekiz yüz ile bin arası katılımı ile kamuoyuna açık bir şekilde hedeflerini açıkladılar. Başta Kürt sorununun demokratik çözümü olmak üzere ona bağlı olarak coğrafyamızda gelişen sosyal, siyasi, ekonomik, ekolojik ve kültürel bütün sorunların çözümü için çaba sarf edeceklerini beyan ettiler. Her şeyin devletten beklenmesi yerine, toplumun kendi sorunlarını çözme iradesinin açığa çıkması, sorunların yerel dinamikler eliyle çözümü için yoğun bir çalışma yürütüldü. DTK yoğun bir çalışma temposu ile sağlıktan eğitime, ekolojiden ekonomiye tarımdan madde bağımlığına, kadına şiddetin koruyucu zulmünden, çocuk yaşta evlendirilen kuma, berdel, başlık parasına, işsizlikten yoksulluğa her konuda işin uzmanları davet edilerek sorunlara çözüm aramıştır. DTK’nin yaptığı panel, çalıştay, söyleşi, konferans vb. çalışmalarına çok büyük büyük ilgi gösterilmiş farklı kesimlerden de birçok insan katılmıştır. Bugün AKP içerisinde aktif siyaset yürüten bazı şahıslarda bu çalışmalara bizzat katılmıştır. DTK eş başkanlığı görevi süresince, Sayın Ahmet Türk, Başkan Erdoğan’ın Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı ziyareti sırasında karşılama heyetinde kurum adına yer almıştır. Sayın Hatip Dicle DTK Eş Başkanı sıfatıyla İmralı heyetinde yer almıştır. Bunlar gibi birçok örnek vermek mümkündür. AKP çözüm sürecini buzdolabına kaldırdığını belirttiği günden itibaren Kürt kurumları hedef alınmıştır. Bu kurumların başında DTK gelmektedir. Kurumumuzda çeşitli zaman zarfında çalışma yürütülmüş olan yöneticiler, delegelerimiz, kongremiz, misafir olarak katılanlar, kongremizde konuşama yapmış olanlar, yöneticilerimiz ile röportaj yapan gazeteciler, hatta kurumumuzda ücretli çalışanlar dahi gözaltına alınıp tutuklandılar. Yargılamaları hâlâ devam ediyor. Bu da yetmemiş olacak ki kurumumuz hukuksuzca mühürlendi, bizler de “Terörist” ilan edildik. Kurumumuz kurulduğu günden bugüne değin yapılan bütün çalışmaları kamuoyuna açık ve şeffaf bir şekilde yürütmüştür. Herhangi bir resmiyeti olmayan kongremiz bizzat halk tarafından kurulmuş meşru bir kongredir. Dünyanın birçok ülkesinde benzer kongreler mevcuttur. Bu kongreler siyasi partilere, STÖ’lerine tavsiyelerde bulunur. Toplumsal sorunları görünür kılar ve çözüm yolları arar. Bu nedenledir ki Avrupa’da farklı kesimlerden gelen çeşitli heyetler kurumumuzu da ziyaret edip bizlerin görüşüne başvurmuşlardır. Sayın Selahattin Demirtaş’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptığı bireysel başvurusunun sonucunda yayımlanan raporda DTK’nin sivil bir kurum olduğu açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla bu anlayışın geçmişte çokça denen, güvenlikçi politikalardan ve Kürt kurumlarını “terörize” etme çabasından başka bir şey değildir. FETÖ’nün yürüttüğü davalar (KCK hariç) kumpas sayıldıysa AKP’nin bize karşı yürüttüğü bu davalar da bozulacak ve Türkiye ciddi tazminatlara mahkum edilecektir.
“Reform” ve “yeni çözüm süreci” tartışmalarının sürdüğü günlerde tutuklandınız. Bu soruları cezaevinden yanıtlamak zorunda kalan bir siyasetçi olarak "reform" ve "çözüm süreci" tartışmalarına ne diyorsunuz?
Ben 2016 yılından bugüne değin DTK eş başkanlığı görevini yürütmekteyim. Bu süreçte katıldığım eylem, etkinlik, toplantı, röportaj vb. bütün konuşmalarıma davalar açıldı. Bunların bir kısmından ceza aldım, bir kısmının da davaları devam ediyor. Kürt kimliği ile siyaset yapmanın karşılığının ölüm, işkence, tutuklamalar olduğunu biliyoruz. Bu konseptin genişletildiğini belirtebiliriz. Artık hem Kürtler hem de dostlarına yani “Kürtler haklı” diyen herkese yönelik bir yargı sopası kullanılmaktadır. AKP 19 yıllık iktidarı boyunca toplumda umut yaratarak, bir şeyler yapacakmış gibi davranarak toplumu beklentiye soktu. Fakat bu beklentilerin içi doldurulamadı. Bu yüzdendir ki ne zaman ‘reform’, ‘çözüm’, ‘anayasa’ deseler ardından binlerce gözaltı ve tutuklamaların geldiğini biliyoruz. Gelinen aşamada AKP’nin kodları çözüldü. Toplumu inandıracak hikayesi ve mağduriyet edebiyatı bitmiştir. Tek başına iktidar olduğu dönemde çözemediği sorunları, şimdiki ortağı MHP ile çözebileceğini düşünmüyorum. Başta ekonomik kriz olmak üzere iç ve dış siyasette ciddi bir iktidar kaybının yaşandığını görebiliyoruz. Birçok konuşmamda AKP’nin ekonomik ve yönetim krizinin yaşandığı bir kaos aralığında iktidara geldiğini aynı şekilde yaşanan yönetim ve derin bir ekonomik kriz döneminde gideceğini belirtmiştim bu sözümü yeniliyorum.
"YARIN ÇOK GEÇME OLMADAN DUYARLI HERKES HAREKETE GEÇMELİDİR"
Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin sonlandırılması ve artan hak ihlallerini protesto etmek amacıyla cezaevlerinde geçen yıl 27 Kasım’da başlayan açlık grevi sürüyor. Daha önce de aynı taleplerle açlık grevini başlatınız, Öcalan’ın çağrısıyla açlık grevinizi sonlandırmış biri olarak neler söyleyeceksiniz?
22 yıl önce uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye getirilen Sayın Öcalan hiçbir zaman yasalardan doğan haklarını tam olarak kullanamadı. Kendi istekleriyle İmralı adasına giden tutuklular da dahil aile, avukat, telefon, vb. hakları tam olarak tanınmadı. Bizler İmralı adasında özel bir yasanın yürütüldüğünü biliyoruz. Ancak AKP bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Yasalar, hukuk normları ortadayken AKP İmralı’da herhangi bir tecrit olmadığını iddia ediyor. Kürt halkı bu hukuksuz tecrit politikasını asla kabul etmemiştir. Sürekli eylem ve etkinliklerle yaşatılan hukuksuzluğu protesto etmiş ve hâlâ da protesto etmeye devam ediyor. Cezaevleri bu konuda daha hassas ve duyarlıdır. 2012 senesinde 68 gün süren açlık grevinin ardından avukat ve aile görüşleri gerçekleştirilmiş ve bütün toplum rahat bir nefes almıştır. 2016 senesinin 15 Temmuz’unda FETÖ darbe girişiminden sonra halkımızda gelişen kaygıdan dolayı biz 50 Kürt siyasetçi Diyarbakır’da bir açlık grevi başlatmıştık. Grevin 8’inci gününde Sayın Öcalan ailesiyle görüştürülmüştü. Ancak her seferinde görüşmeler belli bir süre zarfında sonra tekrar kesilmektedir. Bende bir Kürt siyasetçi olarak bu gelişmeleri arkadaşım ile birlikte yaşadım. Bu atmosfer ortamında 2018 senesinde tutuklandım 7 Kasım 2018 yılında katıldığım mahkemede Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin tamamen ortadan kaldırılması için süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladığımı açıklamıştım. 7’si cezaevinden 8 gencecik insan tecridi protesto etmek için yaşamlarına son verdiler. Onları saygı ve minnetle anıyorum. 30’u ölüm orucu olmak üzere binlerce tutsak süresiz dönüşümsüz açlık grevine girdiler. Bu süreçte yapılan açıklamaları hep beraber izlemiştik. Yapılan konuşmalar hafızalarda hâlâ tazeliğini korumaktadır. Adalet Bakanı 82 milyonun gözleri önünde “yasak kalktı görüşmeler yapılabilir” demişti. Bu sözlerinden sonra birkaç görüşme yapıldı. Ardından hukuksuzluk kaldığı yerden maalesef devam etti ve etmekte. 27 Kasım 2020’de politik tutsaklar yeniden süresiz dönüşümlü açlık grevini başlattıklarını duyurdular. Tutsaklar başta Sayın Öcalan olmak üzere odada buluna 3 tutuklunun üzerindeki tecridin kaldırılması, cezaevlerinde artan hak ihlallerinin bitirilmesi için eylem başlattıklarını belirlemişlerdir. İfade etmeliyim ki bizler tam bir devlet ciddiyetsizliği ile karşı karşıyayız. Kuşkusuz devlet mekanik soyut bir olgudur. Bizim sözümüz devleti yönetenleredir. Yaşanan bunca olumsuz pratikten sonra toplumun devleti yönetenlere hiçbir şekilde güveni kalmamıştır. Yasalarda tanınan bir hakkı talep ederken insanlar en değerli olan yaşam hakkını ortaya koymak zorunda kalıyor. Türkülerini özgürce söyleyebilmek için sevgili Helin ile İbrahim adil yargılama talebi için sevgili Ebru ile Mustafa hepimizin gözleri önünde eriyerek can verdiler. Ölüm o kadar sıradanlaştırıldı ki toprağa düşenlerin can olduğunun unutulduğu zamanlardan geçiyoruz. Tıpkı Pablo Neruda'nın belirttiği gibi “Sanki hiç kimse ölmüyordu. Sanki bunlar toprak üstüne düşen taşlardı” bu bakış acısıyla yöneten bir iktidar olgusuyla karşı karşıyayız. Tecridin, hukuksuzluğun, hak ihlallerinin, eşitsizliklerin kime uygulandığına bakılmaksızın bir tutum ve duruşla karşı çıkmayan hiç kimse ne insan hakları savunucusu ne de demokrat olabilir. Hukuksuzluğa uğrayanın yanında durmak için sadece insan olmak yeterli. Cezaevlerinde devam eden açlık grevleri dışarıdaki duyarlı kesimler tarafından gündemleştirilmelidir. AKP-MHP iktidarının yarattığı suni gündemlerin peşinden gitmek yerine binlerce tutsağın taleplerinin karşılanması için herkes çaba sahibi olmalıdır. Tutuklu yakınlarının kaygılı bekleyişine seyirci kalınmamalıdır. Herkesin muhakkak yapabileceği bir şeyler vardır. Yarın çok geçme olmadan duyarlı herkes hareket geçmelidir. Dönüşümlü devam eden açlık grevinin tutsaklar tarafından dönümşüze çevrilmesi bu pandemi sürecinde peşinen ölüm demektir. Bu aşamaya gelmeden demokratik yol ve yöntemlerle tutsakların sesi olunmalıdır.
EVRENSEL VE YENİ YAŞAM TUTUKLULARA VERİLMİYOR
Cezaevleri hak ihlalleriyle gündemde. Kaldığınız cezaeviyle ilgili neler söylerseniz?
Cezaevindeki tutsakların ana mahkemelerde aldıkları cezalar yetmiyormuş gibi kurum içerisinde de görüş, hücre, iletişim vs. cezaları verilerek ceza içerisinde cezalar verilerek toplumdan izole bir şekilde yaşamaları hak görülüyor. OHAL döneminde cezaevlerine verilen yetkiler sonucu birçok hak ihlali yaşatılarak bugüne kadar gelinmiştir. Bulunduğum cezaevinde 11 siyasi kadın bulunmaktayız. Yanımda bulunan dört arkadaşım üç hücre cezası gerekçe gösterilerek infazı yakılmıştır. Gelen mektuplardan farklı cezaevlerinde de aynı uygulamaların devreye sokulduğunu görüyoruz. Yine yanımda bulunan bir arkadaşımız (Beritan Anahtar) 25 yıldır cezaevinde olan dayısı ile yaptığı telefon görüşmesinde, “Sizin cezaevinde açlık grevi var mı?” minvalinde konuşması nedeniyle telefonu kesilip 1 yıldır telefon görüşü yasağı verildi. Pandemi koşullarında görüşlerin kısıtlandığı bir ortamda 1 yıl iletişim cezası orantısız ve ağır bir hak ihlalidir. Başka bir ihlalde yanımızda bulunan 57 yaşında Seher Doyan’ın durumun da yaşanıyor. 1 yıllık propaganda cezasından dolayı hükmünü infaz ediyor. Şu anda denetimle ayrılması gerekirken birçok sağlık sorunlarına rağmen tahliye edilmiyor. Son süreçlerde çıkan yasa gerekçe gösterilerek ilan almadığı için, Yeni Yaşam, Evrensel gibi özgür basın geleneğinden olan basın yayın organları tutuklulara verilmiyor. Daha sayamayacağım birçok hak ihlali yaşanmakta. Umuyorum tutsakların talepleri olumlu karşılanır. Herkesin duyarlılık gösterip tutsakların sesi olacağını bir dönem umuduyla.