Omuzlarımıza basarak değil omuz omuza vererek yükselebiliriz
Bugün karşımızda olan iki seçenek daha bariz belirmiş durumda; ya kaçmak için yıllarca kendimizi tüketeceğiz ya istediğimiz yaşamı bugün, buradan başlayarak birlikte üreteceğiz.
Kaynak: Ümit Yıldırım/ Unsplash
Umut Düzgün BULUT
İstanbul
1 Mayıs yaklaşırken ülke gençliğinin üniversite öğrencilerinden genç işçilere, liselilerden işsiz gençliğe birçok farklı kesiminin sorunlarıyla daha fazla karşılaşır hale geliyoruz. Memleketin her köşesinde hangi gençle konuşulursa konuşulsun bin ah işitiliyor. Üniversite mezunları iş bulamazken üniversiteliler okuyabilmek için çalışmak zorunda kalıyor. Liseli öğrencilerin online dönemde dersleri bırakıp eve yardım etmek, harçlık biriktirmek gibi niyetlerle atölyelerde işe başladığını görüyoruz. Her dört gençten birinin iş bulamadığı koşullarda da ülkenin gençleri iş bulabilmek adına en yoğun sömürünün olduğu iş koşullarına razı geliyorlar. Motokuryelikten tekstil atölyelerine çok farklı iş kollarında dikiş tutturmaya çalışıyor gençler. Tüm bunlarla birlikte ne üniversitede, lisede okuyup da çalışmak zorunda kalanların ne de genç işçilerin güvenceli bir işe sahip olmadıklarını, hatta çalışırken geçimini sağlayamayacağı koşullarda çalıştıklarını biliyoruz.
12’li yaşlardan 25’li yaşlara, ülke gençliği, sermaye tarafından ucuz iş gücü olarak görülmeye ve azgınca sömürülmeye devam ediliyor. Tüm bu koşulların gençlikte yarattığı huzursuzluğu, biriken öfkeyi çok açık görebiliyoruz. Ancak biriken bu öfkenin üniversiteliler için de genç işçiler için de farklı biçimlerde örgütlenmelere, kendi hayatlarına dair kendi kararlarını alacak birlikteliklere bugün açısından dönüşmediği de bir gerçek. Çalışma koşullarına ses çıkarmak, üniversite eğitiminin niteliğini tartışmak, kendi okulunda nitelikli, bilimsel eğitim alabilmek için yan yana gelip bir şeyler yapmak gibi mücadele yöntemlerinin yerini bireysel kurtuluş arayışlarının aldığını görebiliyoruz. Bir işe girmiş üniversiteli genç “Nasılsa iki ay sonra çıkacağım”, “Yurt dışına gitmeyi planlıyorum” diyerek çalışma koşullarına karşı mücadelenin öznesi olduğu gerçeğinin üstünden atlıyor. Fabrikada çalışan genç işçi “Para biriktirip kendi atölyemi kuracağım”, “Kendi işimin patronu olacağım” diyerek çalışma koşullarına boyun eğiyor, kabulleniyor.
KURTULUŞ KOŞULLARINI BİLMEK VE DEĞİŞTİRMEKTEN GEÇİYOR
Her ne kadar gençliğin çok büyük bir gövdesi bireysel kurtuluş yollarının bir kurtuluş olduğunu düşünse de kendilerine sorulduğunda bu yöntemlerin herkes için geçerli olmayacağını açıkça söylüyorlar. Durum gerçekten de budur. Ülkede 13 milyon genç nüfusun olduğu düşünülürse herkesin yurt dışına kaçarak, online mağaza açarak kurtulamayacağı daha net görülmüş olur. Kaldı ki bu kurtuluş yollarının aslında zihinlerimize takılan bir zincir olduğunu görmemiz gerekiyor. Patronlar sınıfı bireysel kurtuluş yollarının geçerli olduğuna bizleri ikna etmek için üniversitelerimizde her hafta bir üyesiyle konferanslar veriyor. Televizyon programlarında her hafta bir avuç insanın hikayesini anlatıyor. Ancak hiçbir zaman bizim yaşam koşullarımızın, kendi gerçekliğimizin tartışılmasına istekli olmuyor. Çünkü denklem basit, şu an yaşadığımız koşulların kısa vadeli zorluklar olduğunu düşünürsek onları değiştirmek için mücadele etmeyiz. Burada çok açık bir şeyi tekrarlamakta fayda var, teker teker kendi hayatımızı “kurtarmak” için içine girdiğimiz her arayış bizi tükenmez bir döngüye hapsediyor. Durmak ve koşullarımızı gözden geçirmek zorundayız. Bu ülkenin milyonları olarak kimi çoktan üretmeye başlamış işçiler, kimi üniversitede eğitim gören gençler olarak geleceğimizi kurtarmanın tek imkânı bugünün koşullarına itiraz etmek. Hayır, biz bu ülkenin gençleri olarak her gün daha ağır sömürünün bir parçası olmak zorunda değiliz. Hayır, biz bu ülkenin gençleri olarak henüz üniversite sıralarındayken gelecek kaygılarıyla boğuşmak, her gece sabaha kadar yatakta dört dönmek zorunda değiliz. İnsanca çalışma koşulları ve insanca bir ücretle çalışmak istiyoruz. Akademik eğitimimizi tamamladığımızda kendi işimizi yapacak bir planlama istiyoruz. Peki ama nasıl?
İSTEDİĞİMİZ YAŞAMLARI BİRLİKTE ÜRETECEĞİZ
Üniversitelerimizin yönetiminde söz hakkına sahip olmalıyız. İş yerlerinde çalışma koşullarını bizler belirlemeliyiz. Ve elbette, bu ülkenin gençliği olarak ülkenin yönetiminde söz hakkına sahip olmalıyız. Ancak bunu başarabilmenin tek yolu var; yanımızdaki arkadaşımıza güvenmek, onunla tartışmak birlikte hareket etmek.
Üniversitelerde kayyum rektörlere karşı, torpilli atamalara, kulüp faaliyetlerinin engellenmesine karşı sınıfımızdaki arkadaşlarımızla ortak hareket ederek ancak mücadele edebiliriz. Çalıştığımız iş yerinde yanı başımızdaki işçi arkadaşımızla tartışarak, onunla birlikte hareket ederek ancak daha iyi şartlarda yaşayabiliriz. Yanı başımızdakinin omzuna basarak değil, yanımızdakinin omzuna dayanarak ancak kurtulacağımız bir yaşamı birlikte yaratabiliriz.Bu tartışmalar yalnızca 1 Mayıs’a özel takvimsel tartışmalar değildir. Bütün bir hayatımız boyunca devam edecek, kendini gösterecek tartışmalardır. Ancak 1 Mayıs alanları işçiler ve emekçilerin daha adil, eşit bir dünya kurma mücadelesinin alanlarıdır ve dolayısıyla gençliğin de alanıdır. Sonuç olarak 1 Mayıs işte bu tartışmalardan yükselerek büyüyen bir mücadele günü olduğu sürece kendi anlamına kavuşacaktır. Üniversite öğrencisi hem yarının işçisi olacağını bilerek hem de bugünün sorunlarını tartışarak katılırsa 1 Mayıs anlamlı olacaktır. Genç işçiler fabrika ve atölyelerde 1 Mayıs’ı konuşarak taleplerini dile getirirse anlamlı olacaktır. İşte karşımızda olan iki seçenek bugün daha bariz belirmiş durumda; ya kaçmak için yıllarca kendimizi tüketeceğiz ya istediğimiz yaşamı bugün, buradan başlayarak birlikte üreteceğiz.