28 Nisan 2021 06:12

Bir olay: Montrö Bildirisi Bir kavram: Emperyalizm

Tek adam rejimleri tekellerin ihtiyaçlarına göre gerektiğinde daha gerici ve faşist bir rejime dönüşme eğilimini her zaman taşır.

Kaynak: Freepik

Paylaş

Bir olay: Montrö Bildirisi

İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı kararıyla çıkılmasının ertesinde TBMM Başkanı Mustafa Şen Top’un katıldığı bir programda “Cumhurbaşkanı Montrö’yü feshedebilir mi?​” sorusuna verdiği olumlu yanıtla birlikte Sözleşme gündeme gelmişti. Keza Kanal İstanbul projesinin de “Montrö’ deki sınırlamaların dışında” bir alternatif yaratabileceği tartışılıyordu. Hemen ardından 104 emekli generalin yayınladığı Montrö Bildirisi’yle birlikte tartışmalar daha da alevlenmişti.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 1936’da imzalanmış ve boğazlar üzerinde kontrol ve savaş gemilerinin geçişini düzenleme gibi çeşitli hakları Türkiye’ye tanımıştır. Fakat Kanal İstanbul projesi ve bu projenin Montrö’nün sınırlılıklarından “azade” olması, sözleşmenin hukuken çiğnenmeden fiilen ihlal edilmesinin önünü açacak gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne kadar böyle bir durumun söz konusu olmadığını dile getirse de ABD’nin yakın geçmişte sözleşmenin yeniden düzenlenmesini tartışması, yapılması planlanan askeri tatbikatlar; ABD’nin Rusya’ya göz dağı verirken bir yandan da kanalın yapımı ya da Montrö’nün değiştirilmesiyle birlikte Karadeniz’e kadar etki alanını genişletmeyi planladığını gösteriyor. Kanal yapıldığı ve Karadeniz’ e giriş denetimsiz bir şekilde gerçekleştiği takdirde ABD bloğu ve Rusya arasında bir sıcak savaş gerçekleşmese dahi yaşanacak olası bir gerilim ekonomik ve siyasal sonuçları açısından günlük hayatımıza bir savaştaymışçasına etki edecek gibi görünüyor.

ÇIKARLARI DOĞRULTUSUNDA HAREKET EDEN İKTİDAR

Peki, uzun bir süredir gerektiğinde ABD’ye gerektiğinde Rusya’ya tabiri caizse kabadayılık taslayarak yerlilik ve millilik söylemini ağzından düşürmeyen iktidara bu tartışmadan ne düşüyor? İlk elden İstanbul Sözleşmesi’ni bir gece kararnamesiyle kaldırarak biriktirdiği gücü deneyimleyen iktidar; yerlilik ve millilik söylemi adı altında halkın iradesi bir yana ve kendi burjuva hukukunu dahi çiğneyerek ABD’nin ve NATO’nun çıkarları doğrultusunda hareket edebileceğini gösterdi. Kanal projesinden, hükümetten taraf burjuva grubunun ve bağımlı oldukları tekellerin elde edecekleri rant ise oldukça açık bir şekilde gözlerimizin önünde duruyor. Ancak hükümeti sıkıştıran yalnızca ABD ve NATO değil; aynı zamanda Montrö ve Kanal tartışmalarında Rusya da geri durmayarak Erdoğan’ı doğrudan sıkıştırıyor. Bu noktada açık bir şekilde görebiliyoruz ki, Montrö tartışması farklı emperyalist grupların çıkar çatışmaları etrafında şekilleniyor.

Elbette hükümet iç siyaseti de dış politika ile şekillendiriyor. Amirallerin yayınladıkları bildiriden sonra darbe suçlamaları, hükümetin planladığı “sivil anayasa” tartışmalarını güçlendirebilecek bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu sivil anayasa ya da darbe iddiaları hükümetin; tekelinde topladığı gücü daha gerici ve faşist bir rejim inşasında kullanacağı var olan yasaklardan, muhalefet üzerindeki baskıdan, tek gecede hızlıca karar alıp “Yaptık, bitti” tutumundan anlaşılıyor.

Bir kavram: Emperyalizm

Emperyalizmi basitçe, serbest rekabetin yerini tekellerin aldığı kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Bu dönemde, serbest rekabet döneminden farklı olarak üretim daha da yoğunlaşır ve sermaye birikimi artarak daha az sayıda sermayedarın elinde birikerek tekellerin oluşumuna sebebiyet verir. Üretimin yoğunlaşmasıyla, serbest rekabet yerini giderek tek bir elde toplanan bir sermaye birikimiyle, onunla iç içe geçen, bir düzine bankanın sermayesinin birleşmesiyle oluşan mali sermayeye bırakır. Yine serbest rekabet döneminden farklı olarak artık öne çıkan diğer ülkelere meta ihraç etmek değil, tekellerin doğrudan kendi sermayelerini ihraç etmeleridir. Bu sayede, sendikal birlikteliklerin ve işçi sınıfını mücadelesinin görece daha zayıf olduğu ülkelerde daha ağır bir sömürü gerçekleştirerek sermaye birikimlerini hızlıca arttırırlar. Dünyanın koca bir pazar olduğunu gören tekeller kendi aralarında birliktelikler oluşturarak, kendi aralarında bütün dünya topraklarını paylaşırlar ve bu paylaşım “barışçıl” bir yoldan ziyade 1. ve 2. Dünya Savaşları’nda olduğu gibi saldırgan bir yoldan gerçekleşir.

TEKELLERİN İHTİYACINA GÖRE FAŞİZME GİDEN YOL

Emperyalizmin ekonomik karakteri olan sermayenin tekelleşmesi, dünyayı aralarında paylaşan tekelci kapitalist ülkelerin diğer ülkeler üzerinde güçlerini de tekelleştirir. Savaş yoluyla olmasa da tekellere bağımlı kapitalist ülkelerin üretimleri, iç ve dış siyasetleri bağımlı oldukları emperyalist devletlerin ellerindedir. Sermayenin ve dolayısıyla gücün tekelleşmesi, demokrasi sorununu da beraberinde getirerek, emperyalist dönemde sermaye yararına alınması gereken kararların doğrudan tekeller lehine alınabilmesi için çoğu alanda tek adam rejimlerini oluşturur. Ve bu tek adam rejimleri tekellerin ihtiyaçlarına göre gerektiğinde daha gerici ve faşist bir rejime dönüşme eğilimini her zaman taşır.

Emperyalizmin kendi içinde taşıdığı faşizm tehdidi, dünyanın yeniden paylaşılmasına ihtiyaç duyulduğunda başvurulacak olan savaş aracıdır ve işçi sınıfının daha ağır sömürüsüne neden olur. Emperyalistlerin ve işbirlikçi olarak hareket eden devlet yönetimlerinin askeri ve ekonomik müdahale olanağı her zaman bir dünya savaşı şeklinde olmasa da Libya, Suriye ve Akdeniz örneğinde olduğu gibi, ellerinde bulunur.

ÖNCEKİ HABER

Biden'ın "soykırım" açıklamasını kınayan TBMM Kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı

SONRAKİ HABER

"Tam kapanma" öncesi yurttaşlar, İstanbul'dan Anadolu'ya kaçıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa