“Cruelty-free” ile fark yaratabiliriz
Ralph’ı dişini fırçalarken, kahvaltıda gevreğini yerken, koltuğunda otururken görmeseydik, yani hikayesi bizlermiş gibi anlatılmasaydı belki de bu kadar empati yapamayacaktık.
Kaynak:The Humane Society of United States YouTube hesabından ekran görüntüsü alınmıştır.
Büşra ÇELİK
Avcılar Evrim Atölyesi
Yayınlandığından beri çokça ses getirip, insanları tekrar düşünmeye sevk etti “Save Ralph” adlı animasyon. Kozmetiklerin bizlerde oluşturduğu temizlik imgesinin, içeriğinin de “temiz” olduğuna dair yaratılan algının pazarlamadan kaynaklı olduğunu, aslında acı ve kana bulanmış olduklarını görmemize -kısıtlı da olsa- yardımcı oldu. Rafta duran ürünün albenili ön yüzüne baktığımız kadar, arkasını çevirip içeriğini okumamız, deneysiz olduğuna dair ibare aramamız gerektiğini göstermiş oldu.
BİLİNÇLİ TÜKETİCİ OLMAK ETKİ YARATIR
Tüm bu bilinç kazandırma durumu harika; peki sadece deodorant, diş macunu, şampuan, el kremi, renkli kozmetik alırken mi gözeteceğiz bu durumu? Dahası videonun etkisi bir iki aya (iyimser bir tahmin olsa gerek) geçince indirimli, arkadaş önerisi olan ya da alışkanlıklarımız, zevklerimiz dahilinde olan ürünlere geri mi döneceğiz? “Aman bir seferden ne olacak”, “Zaten toplu üretim onlar, bir kere banttan geçmiş ben almasam başkası alacak” gibi vicdan susturmaya, etikten kaçmaya çalışanların gözden kaçırdığı başka bir şey var; üretilecek olanı belirleyen tüketicidir, yani biziz. Animasyonun getirdiği sesten sonra ürünlerinin deneysiz olduğuna dair sertifika almaya çalışan şirketler birbiriyle yarışır oldu. Görüyoruz ki tüketici bilinçli olursa, üretici ona göre davranmak zorunda kalıyor. Halihazırda büyük şirketlerin ezici çoğunluğunun sadece daha fazla para kazanmak üzere kullanıcıyı para kazandıracak piyonlar olarak gördüklerini, politikalarının ekolojiyi, insan ve insan dışı hayvanları, sağlığı ilk sırada gözetmediklerini biliyoruz. Bu durumda bilinçli tüketici olmak, sadece bir göz gezdirip logo görmeyi ummaktan ziyade şirketlerin politikalarına ve hatta tedarikçilerinin kimler olduğuna bakmak gerekiyor. Herhangi bir alanda gerek rüşvetle gerek kısıtlı bilgi vererek alınan sertifikalardan haberdarız. Ayrıca Çin’de satışı olduğu halde, ürünün deneysiz olduğuna dair kolayca sertifika alınabildiğine de çok kez tanıklık ettik. Tam da bu sebeplerden dolayı tatmin edici açıklamalar yapan, tedarikçilerinin de hayvansal içerikler kullanmayan ve deney yapmayan, Çin’de satışı ve üretimi olmayan firmalar olduğunu beyan eden ürünleri almak etik alış-veriş oluyor. Aksi halde üç buçuk dakikalık bir animasyona karşı duyduğumuz kısa süreli vicdan azabıyla hiçbir şey yapmamış oluyoruz, daha fazla para kazanmak için vicdanımızı yalan yanlış etiketlerle sömüren firmaların da ekmeğine yağ sürmüş olarak kalıyoruz.
ETİK ALIŞVERİŞ LOGODAN İBARET DEĞİL
Her ne kadar videonun iyi niyet taşıdığını düşünmek istesem de biraz geriye çekilip baktığımda, pazarda büyük pay sahibi olanların paylarını sertifikalı ürünlerle daha da büyütecekleri ve yerel işletmelerin bundan zarar alabileceğini yani makasın iyice açılacağını ön görmek çok zor değil. Çalışanlarının haklarından bihaber olup hayvan haklarını gözetmeyen şirketler şeytanken, parasını verip aldıkları sertifikalarla melek maskesi takabilecekler. Bu yüzden hangi sertifikanın hangi koşulları aradığından ve bunu ne derece sağladığından haberdar olmalıyız. Sertifika alamayan fakat vegan içerikli ve deneysiz ürünleri olan küçük işletmeler görünürlük sağlayamazken, büyük şirketler “cruelty-free” pazarından nemalanarak pastadaki paylarını büyütüyorlar. Vegan olmayan ve hayvan deneylerine karşı duruşu olmayan ama her kategoriden birer vegan veya deneysiz ürünle müşteri kaybını önlemeye çalışan şirketlerden yapılan alış-verişin de etik olarak temiz bir noktada bulunduğunu düşünmüyorum. Bugün burada bilim etiği, ürün içerikleri, hayvanlara yapılan işkenceyi, sömürüyü, üzerlerinde kurulan tahakkümü konuşmak, sınıfsal mücadelenin buradaki yerine değinmek çok kıymetli ve bu tartışma alanını yaratan ise kısmen eleştiriyor olduğum firmalar ve üzerine düşünüyor olduğum animasyon. Şiddetin ve sömürünün görünürlüğü açısında bir noktada önemli olsa da işin arkasındaki parametrelere dikkat kesilmek gerekiyor. Etik alışveriş logodan ibaret değil; işçi haklarını, tüketici haklarını, kadın haklarını, hayvan haklarını, çocuk haklarını ve iklim krizini ilgilendiren bir mesele. Tüketiciler olarak taleplerimizin ne olduğunu net bir şekilde ifade etmeli ve yerel işletmeler başta olmak üzere alternatiflere yönelmeliyiz.
İNSAN MERKEZCİLİK
Bir diğer mesele de bu animasyonun nasıl bu kadar ses getirdiği. İnsan merkezcilik dediğimiz kavram bu durumu en iyi açıklayan kelime olabilir. Hayvan hakları savunucuların, hayvanların denek olarak kullanılmasına karşı olan toplulukların, veganların yıllardır anlattığı hatta video ve fotoğraflarla yıllardır gösterdikleri zulüm gerçek görüntüler olmasına karşın hiç bu kadar etkileyici ol(a)mamıştı. Ralph’ı dişini fırçalarken, kahvaltıda gevreğini yerken, koltuğunda otururken görmeseydik, yani hikayesi bizlermiş gibi anlatılmasaydı belki de bu kadar empati yapamayacaktık. Ralph’ın da dediği gibi daha “üstün” hayvanlar olan bizlerin “müthiş gelişkin” beyinleri, biz dışında acı çeken canlılarla empati yapıp, sadece bizim keyfimiz için işkence çekmeleri ve öldürülmelerinin yine bizim yarattığımız ve insanı insan yapan olgu dediğimiz etiğe sığmadığını düşünecek kadar gelişemedi belki de. Ya da acıya her ortak oluşumuzda kendimize yalan söyleyip iki yüzlülük yapıyoruz. Şirketleri şeytan olarak görüp kendimizi mağdur görmek psikolojimiz için çok daha verimli olduğundan bunu yapmaya devam etsek de artık çuvaldızı kendimize batırmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Videoda her ne kadar deneyler sadece kozmetik ürünlerin Ar-Ge çalışmalarında ve güzellik amaçlı yapılıyormuş gibi görünse de eğitim, araştırma, laboratuvar çalışmaları adı altında da hayvan sömürüsü ve zulmü sistematik bir şekilde ve deney hayvanı ticaretini besleyerek sürdürülmektedir. Maalesef alanında uzman bilim insanları bile rahatlıkla yanlış çiftleştirilmiş denek yavrularının gaz odasında öldürdüklerini anlatabiliyor. Canı yananın sadece Ralph olmadığını, belimizdeki kemerde, çantamızdaki cüzdanda, ayağımızdaki ayakkabıda da derisi canlıyken yüzülen hayvanlar olduğunu anladığımız ve bunu reddettiğimiz zaman “üstün hayvan(!)” olabileceğiz belki.
Animasyondan sonra karikatürler çizildi, tweetler atıldı, gönderiler paylaşıldı ama büyük çoğunluğu ruj, oje, maskara gibi çoğunluğun kadınlarla özdeşleştirdiği kozmetik malzemeler üzerinden yapıldı. Konunun öznesi insanlar değilken bir şekilde ataerki kendini burada da gösterip suçluyu yine sadece makyaj yapan kadınlar olarak ilan etti. Bunu yaparken tabağında ne olduğuna, el sabununun içeriğine, ayakkabı boyasına, tıraş losyonuna bakmazken modern zaman cadı avcılığı için kendine yeni bir başlık daha bulmuş oldu. Renkli kozmetikte de zulüm olduğunu biliyoruz ama bunu ayrıştırmadan diğerleriyle bir tutup hepsine karşı çıkıyor, alternatif çözümler arıyoruz. Türcülüğün önüne geçmek her türlü ayrımcılığın önüne geçmektir, aksi halde ne yazık ki çorap söküğü gibi ötekileştirme ve kendini içinde gördüğü grubu yüceltme yanlışı devam ediyor.
DENEYSİZ ÜRÜNLER DERMATOLOJİK OLARAK GÜVENİLİR Mİ?
Akıllara takılan başka bir soru da deneysiz ürünlerin dermatolojik olarak nasıl güvenilir olacağıyla ilgili. Neticede bizim gözümüze bir şey olmasın diye bunca zaman aynı acıyı hisseden başka bir canlının gözünü çıkardık. Yüzyıllardır inşa ettiğimiz teknoloji ve bilim bunun için de yöntemler yarattı ve kısa diyemeyeceğimiz uzunlukta bir süredir de biliniyor. Hayvan deneyleri yerine hiçbir canlıya zarar vermeyen, insan hücre ve vücut sıvılarıyla yapılan in vitro metodlar, bilgisayar modellemesiyle yapılan silico model teknikleri gibi “cruelty-free” yani zulümsüz yöntemler mevcut. Bu şekilde test edilen ürünlerin sayısı da tahmin edilenden çok daha fazla ve her kategoride bulunuyorlar. Erişim ise en kolayı; internette ufak bir araştırmayla öğrenebileceğimiz deneysiz markaların ürünleri, evimize en yakın marketlerden tutun da hemen her semtte bir şubesi olan kozmetik mağazalara kadar kolayca temin edilebilir şekildeler ve oldukça yaygınlar. Atık azaltmaya yönelik olarak da evde yapılabilecek kozmetik/bakım ürünleri, küçük işletmelerden edinilebilecek katı şampuan gibi suya da zarar vermeyen kişisel bakım ve genel temizlik ürünlerini desteklemek hem hayvanları hem doğayı hem sağlığınızı hem de yerel işletmeleri korumak adına en iyisi olacaktır. İşin güzel kısmı da, bu marketin ulaşım alanı ve ürün yelpazesi genişledikçe kokuşmuş yöntemlerle üretilerek piyasaya sunulan ürünler terk edilmeye devam edecek.
Zararsız gözüken alışkanlıklarımızın arka planda ne derece hasar ve acıya yol açtığının bilincine çoktan varmamız gerekiyordu ancak bu da insanlık tarihindeki diğer devrimler gibi mücadele ve bilinçlenmeyle olacak. Hızlı moda sektörünün sömürdüğü çocuk ve kadın işçileri, maden ocaklarıyla ekolojiye verilen tahribatı, özellikle balıkçılık ve bilumum atığın okyanuslarda yarattığı geri döndürülmesi güç tahribatı, avcılıkla nesli tükenme tehlikesinde getirilen hayvanları, hayvancılık için yok edilen Amazon ormanlarını, anlamsız ve sadece kendi ceplerine yarayacak kanal projeleri gibi doğada ciddi hasara sebep olan pek çok tahribatın gezegenimizde nelere sebep olduğunu biliyoruz. Tüm bunlara karşı daha geç olmadan harekete geçmekten başka seçeneğimiz yok. Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!