02 Mayıs 2021 00:02

Salgın, ilaç tekellerinin elinde

Aşı savaşları devam ediyor. Zengin ülkeler aşı stoklar ve ilaç firmaları sayesinde kâr etmek için patentlerin serbest bırakılmasını engellerken yoksul ülkeler ölümle boğuşuyor.

Fotoğraf: Pixabay | Kolaj: Evrensel

Paylaş

Büyük ilaç firmaları büyük devlet finansmanı sayesinde kısa sürede ürettikleri kovid aşılarının jenerik üretimine engel olarak kâr oranlarını artırma çabasında. Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerdeki son gelişmeler dünya çapında salgının sona erdirilmesi mücadelesinde ortak çalışmanın önemini bir kez daha ortaya koyarken Batı kendi çıkarlarını koruma çabasında ısrarlı.

Fransa’da gelecek yıl yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik hazırlıklar hız kazandı. Tüm kamuoyu yoklamaları Macron ile aşırı sağcı Le Pen’in ikinci tura kalacağını gösterirken, sol cenah içinde birçok aday çıktı. Bununla birlikte sol kesimi temsil edecek ortak bir aday tartışmaları da hızlandı ve solda bulunan tüm siyasi partiler arasında ilk bir görüşme yaşandı ama sonuç elde edilmedi. Humanite Dimanche dergisinden çevirdiğimiz makale bu konuyu ele alıyor.

AŞI PATENTİ YERİNE OKSİJEN CİHAZI

German Foreign Policy

Batı, kovid-19 aşı patentlerinin serbest bırakılmasını engellemeye devam ediyor. BioNTech, Almanya’yı milyar dolarlık kârla bir biyoteknoloji merkezi olarak güçlendirmeyi hedefliyor.

Hindistan’da kovid-19 salgınının dramatik olarak artması göz önüne alındığında, Almanya da dahil olmak üzere zengin Batı ülkelerine aşı patentlerini serbest bırakmaları için baskı artıyor. Uluslararası Af Örgütü ve yaklaşık 30 diğer yardım ve insan hakları örgütünün açıklamasına göre, aşı üretiminde acilen ihtiyaç duyulan artış sağlanamadı: Pandemiye karşı mücadele başarısız olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu arada, Hindistan ve Güney Afrika, Almanya ve ABD de dahil olmak üzere AB devletleri tarafından frenlenmelerine rağmen, Dünya Ticaret Örgütünden aşı patentlerinin serbest bırakılması için onay alma çabalarını sürdürüyorlar.

Berlin şu anda BioNTech’in yeni mRNA teknolojisi ile güçlü bir ilaç şirketine yükseleceğini umabilir -endüstri çevrelerine göre bu “Almanya için bir biyoteknoloji merkezi olma konusunda büyük bir fırsat”. AB’nin şu anda ağırlıklı olarak milyarlarca kâr sağlayan BioNTech/Pfizer aşısına güveniyor olması, ilerlemeye yardımcı oluyor. Hindistan, mRNA patentleri yerine oksijen cihazlarıyla destekleniyor.

30’dan fazla uluslararası yardım ve insan hakları kuruluşu, kovid-19 aşılarına ilişkin patentlerin en azından geçici olarak serbest bırakılması talebini ileri sürüyor. Genel olarak “Sınırlı üretim kapasiteleri nedeniyle... şu anda küresel ihtiyacı karşılayacak yeterli aşı dozunun olmaması” patentin serbest bırakılmasını gerektiriyor. Salgın, “Avrupa’daki tüm insanlara aşı yapıldığında” değil, “Virüs dünya çapında yenildiğinde” sona erecek. Uluslararası Af Örgütünden bir temsilci, özellikle ABD’de uygulanan “Aşıların istiflenmesi”nin, “tüm insanların kovid-19’dan korunmasını sağlamaya yönelik küresel çabaları” baltaladığını belirtti.

Human Rights Watch, Oxfam International, Bread for the World ve Medico International tarafından desteklenen itiraz yankı buluyor. 2 Ekim 2020’de Hindistan ve Güney Afrika, Dünya Ticaret Örgütüne kovid-19 aşılarının patentlerinin en azından pandemi süresince askıya alınması için bir teklif sundu.

Bu teklif önde gelen aşı şirketlerinin merkezlerinin bulunduğu AB ve ABD’deki yüzlerce milletvekili, sendika ve bilim adamının yanı sıra DSÖ Genel Müdürü Tedros Adhanom Ghebreyesus ve 175 eski devlet ve hükümet başkanı ve Nobel Ödülü sahibi tarafından destekleniyor.

Aşı patentlerinin serbest bırakılması şu ana kadar AB dahil hepsi dünyanın en zengin kesimini oluşturan Federal Almanya Cumhuriyeti, İsviçre, Büyük Britanya ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından engellendi. AFP haber ajansının güncel listesine göre, bu ülkeler, dünya nüfusunun ancak yüzde 16’sını oluşturan sakinlerinin yüzde 47’sini aşıladı. Buna karşılık, küresel nüfusun neredeyse yüzde 10’unun yaşadığı dünyanın en fakir ülkeleri bugüne kadar verilen tüm aşı dozlarının yalnızca yüzde 0.2’sini aldı.

12 ülke ise hiçbir şey almadı. Sorumlu DTÖ organında (“TRIPS Konseyi”), geçen hafta zengin ülkeler, özellikle Hindistan’ın patentleri serbest bırakma çağrısını protesto ettiler; Hindistan, pandeminin orada artması ve sağlık sisteminin çökmesine neden olmasından bu yana özel bir baskı altında. Zengin ülkelerin toplam ablukası, TRIPS Konseyinin son toplantısında duygusal bir “patlamaya” yol açtı, Hint medyası patentler serbest bırakılmadan fakir dünyanın nüfusunu aşılamanın mümkün olmayacağını yazdı.

Berlin, Brüksel ve Washington’un patent ablukasıyla tam olarak güvence altına almaya çalıştıkları şey, BioNTech/Pfizer’in ikilisinin aşırı kârı. Aşılarını salgının sonuna kadar üretim fiyatından kâr etmeden satma sözü veren AstraZeneca veya Johnson & Johnson’ın aksine, BioNTech ve Pfizer şimdiden büyük kârlar elde ediyor. Pfizer, şubat ayında kovid-19 aşısının satışlarının yaklaşık yüzde 30 kâr marjı ile yaklaşık 15 milyar ABD doları satışa çıkmasını beklediğini duyurdu; Pfizer ve BioNTech aşı işini 50/50 bazında paylaştığından, Mainz merkezli şirketin benzer bir kâr elde etmesi beklenebilir. Şirket Almanya’da aşıyı tek başına pazarlıyor. AB’nin geçtiğimiz günlerde BioNTech/Pfizer’den 2021’in sonundan 2023’e kadar olan süre için 1.8 milyar aşı dozu siparişi vermesi uzmanlar tarafından AB’nin kendini tek bir üreticiye bağımlı hale getirdiği nedeniyle eleştirildi.

Jenerik ilaç bölümü satılana kadar dünyanın en büyük ilaç şirketi olan Pfizer, iş çevrelerine göre, pandemik kârlar sayesinde “Bu yıl zirveye geri dönmeyi ve öncekinden daha fazla kâr etmeyi” umabilir. BioNTech ise 2019’da 110 milyon avronun altında ciroya sahip orta ölçekli bir şirketken şimdi muazzam iş potansiyeline sahip.  Biyoteknoloji girişimcileri derneği BIO’nun Başkanı Oliver Schacht, BioNTech’in elde ettiği atılımın “Almanya için bir biyoteknoloji merkezi olarak büyük bir fırsat” olduğunu söyledi. Elbette bu, aşı patentlerinin olası serbest bırakılmasının engellenmesini gerektiriyor. Batının korkusu patentler serbest bırakıldığında “yeni mRNA teknolojisinin Rusya ve Çin’in eline geçebileceği.

Berlin patentleri serbest bırakmayı reddetmeye devam ediyor ve bunun yerine Hindistan’ı yardım teslimatlarıyla oyalamaya çalışıyor. Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert oksijen cihazları, ventilatörler ve ilaç gönderileceğini bildirdi. AB de benzer bir yardım planlıyor. Biden yönetimi oksijen cihazı, ilaçlar ve temel aşı materyalleri sağlama sözü verdi. Berlin ve Washington semptomların tedavisine katkıda bulunurken, Hindistan’a gerçekten yardımcı olabilecek aşı patentlerini kendilerine saklıyorlar.

(Çeviren: Semra Çelik)

KOVİD İLE MÜCADELE İLAÇ ŞİRKETLERİNE KARŞI MÜCADELEDİR

Morning Star
Başyazı

Dünya çapında kovid-19’a karşı bir milyardan fazla aşı yapıldı. Bu kesinlikle bilimsel ilerlemenin gücüne bir övgü. Yine de Dünya Sağlık Örgütünün, bunların sadece yüzde 0.3’ünün düşük gelirli ülkelerde verildiğini açıklaması, bu başarıyı gölgeliyor. Aşı erişiminin dünyanın en zengin ülkelerinde yoğunlaşması, zenginlerin kârlarını yoksulların yaşamları karşısında ayrıcalıklı kılacak şekilde yapılandırılmış küresel bir ekonomik sistemin bir suçlamasıdır.

Bunu görmek için, geçen sonbaharda Hindistan ve Güney Afrika tarafından, Dünya Ticaret Örgütüne önerilen jenerik aşı üretimine izin verecek bir önlem olan kovid tedavileri için fikri mülkiyet feragatnamesi çağrısını destekleyen ülkelerin listesine bakmak yeterli. Az sayıda istisna dışında, gelişmekte olan dünya, patentlerin feragat edilmesi taleplerinin arkasında birleşmiştir. Çin, Asya ve Latin Amerika’nın çoğu ve tüm Afrika bu yaklaşımı destekledi.

Hangi ülkeler önlemi engelliyor? Tanıdık bir liste; ABD, Avrupa Birliği, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Japonya. Kısacası, siyasi Batı.

Büyük ilaç şirketleri jenerik ilaç tehdidine karşı harekete geçti. Lobiciler, aşı patentlerini paylaşmanın teknolojik sırları ABD’nin rakiplerine ifşa etme riskini doğuracağını vurguluyor. Financial Times’ın bildirdiğine göre bu, “Çin ve Rusya’nın, gelecekte kanser ve kalp sorunları gibi durumlar için diğer aşılar ve hatta terapötikler için kullanılabilecek mRNA gibi platformlardan yararlanmasına izin verebilir.”

Hatta kanser ve kalp tedavileri mi? İyi ki Washington Rusların veya Çinlilerin bunlara el koymasına izin vermeyecek.

Büyük ilaç şirketlerinin ilaçlar üzerindeki hegemonyası yeni bir sorun değil. Ama daha da kötüleşiyor. Patent hakları, geçen yıl Hindistan ile ABD arasında yapılan serbest ticaret anlaşması gibi uluslararası “ticaret” anlaşmalarına giderek daha fazla yazılıyor. Bunlar, zengin ülkelerde ilaç erişimini bile etkiliyor: Kanada-AB ticaret anlaşması olan Ceta’nın, Kanada’daki ilaç maliyetini yüzde 6.2 ile 12.9 arasında artıracağı tahmin ediliyor. Neoliberal iç politika süreci hızlandırıyor: Hindistan, son yıllarda yabancı patentleri ihlal ederek üretme hakkını saklı tuttuğu “temel” ilaçların tanımını sürekli olarak daralttı.

Bu fikri mülkiyet şamatası bir yalan üzerine inşa edilmiştir: İlaç şirketlerinin gelecekteki araştırma ve geliştirmeyi finanse etmek için büyük kâr marjlarına ihtiyacı olduğu yalanı. Endüstri pazarlamaya araştırmaya harcadığından çok daha fazlasını harcıyor. Argüman, ilaçların geliştirilmesinde kamu tarafından finanse edilen bilimsel araştırmaların oynadığı muazzam rolü de kabul etmiyor.

Kamu kurumlarının oynadığı rolü maskelemek için genellikle özel sektör gücü kullanılır. Bill Gates’in geçen yıl Oxford Üniversitesi tarafından geliştirilmekte olan aşının açık lisanslı olma planlarını engellemek için müdahale ettiği ve büyük bir bağışçı olarak nüfuzunu kullanarak, üretim haklarının AstraZeneca’ya verilmesini sağladığı örneğinde olduğu gibi. Gates’in şu anda patent feragatinin en önde gelen muhalifleri arasında olması şaşırtıcı değil.

Ölümler hızla artarken ve vicdansız karaborsa tüccarları insanların çaresizliğini sahte muamelelere maruz bırakmak için istismar ederken, Hindistan, Brezilya ve diğer ülkelerde yaşanan trajedilerin ışığında, bir avuç vurgunculuk şirketinin aşı üretimini kontrolü altında tutması kabul edilemez. Yine de krizin boyutu onu değişim için bir fırsat haline getiriyor. Büyük ilaç şirketlerinin gücünü kırma çağrısı, tüm dünyada demokrasiyi ve ulusal egemenliği baltalayan şirket anlaşmalarının tıkanma ağını yırtıp atma çağrısı da günlük olarak yapılıyor.

İngiltere ve ABD, kurallara göre oynamayacak bir güç olduğunu iddia ettikleri Çin’in “tehdidine” karşı koyma ihtiyacını sürekli öne çıkarıyor. Yine de denetledikleri kurallara dayalı sistem sömürücü ve adaletsizdir. İnsanlığın büyük çoğunluğuyla uluslararası dayanışmayı, hükümetimize küresel aşı üretimi konusundaki bencil, alaycı ve kanlı politikasından vazgeçme baskısı yaparak gösterebiliriz.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

HANGİ PUSULA?

Patrick Le HYARIC
Humanité Dimanche 

Gözlerimizin önüne serilen siyasi manzara korku verici. 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda aşırı sağa oy verenlerin yüzde 89’u 2022’de de ona oy vereceğini belirtmiş. Bu seçmen kitlesi en kararlı… ve en kalabalık olandır. Böylelikle farklı gerici akımlar seçmenlerin üçte ikisinin desteğini alıyor. Burada temel bir sorun gündeme geliyor: Sol seçmen, tüm farklılığıyla ayağa kalkabilir ya da artık içinde Macronizmin esasının da sayılması gereken ve kuşkusuz kendi içinde yarışan ama tüm dünyada esen ve Avrupa’da daha güçlü esen bir rüzgardan güçlenen sağa karşı dik durabilir mi?

Bu sağ blokun denge noktası aşırı sağın tam sınırında bulunuyor: Giderek daha fazla utanmaz bir ırkçılık, mali ve küreselleşmiş bir kapitalizm mantığını benimsemiş bir otoriterizm ve milliyetçilik. Artık klasik sağ seçmenlerin çoğunluğunu oluşturan bir kesim aşırı sağla ittifak yapmaya hazır olduğunu belirtirken, De Gaulle’cü geleneğini terk eden bir sağ ise cumhuriyet kelimesinin üzerinde sağladığı egemenliği kullanarak, cumhuriyetin 1945 sosyal ve eşitlikçi kazanımlarını yok ediyor. Ve süreç rakiplerinin alet ettiği bitmez tükenmez anlamsız tartışmalara sıkışmış solu da giderek daha fazla izole ediyor.

Aşırı sağın, iktidara geldiğinde, sonuçta kurumlar tarafından yönlendirileceği ve neofaşist emellerini azaltmasına neden olacak ittifak ve uzlaşmalara gitmek zorunda kalacağı söyleniyor. Ama bu yaklaşım, böylesi bir senaryonun ülkemizin içinde bulunduğu durumu göz ardı etmek anlamına geliyor, hatırlatmak gerekir ki ülkemiz aşırı sağcı düşünce ve pratiklere karşı uzun bir süre önce, yani İkinci Dünya Savaşı sonrası aşılanmıştı. Gericiliğin yüksek çevrelerinde, örneğin askeri olarak ele geçirerek ahlaki bir düzene geri dönmeye çağrı yapan emekli subayların yaptığı gibi kışkırtıcı davranışların yeniden canlandığını görüyoruz.

Sağların hegemonik etkilerine karşı mücadele etmek için sol yüzünü tarihin yönüne, el ve beyin emekçilere doğru, genel çıkara doğru tekrar dönmeli ve birçok cephede birden mücadele yürütmelidir. Emekçilerin yaşadığı mahallelere, yoksul insanlara, onlarla birlikte antikapitalist, ilerici ve dönüştürücü yeni çıkış yollarını oluşturmak için tekrar gitmelidir. Bu düşmanı açık bir şekilde belirtmeyi gerektirir: Sömüren, çalan ve yabancılaştıran kapitalizm. Komünist güç, diğerleriyle birlikte burada yeniden icat edilen demokratik ve birlik sürecini taşımak için belirleyici bir rol oynayabilir. Sosyal sorun kamu tartışmalarının merkezine yerleştirilmelidir. Bu ancak bir halk egemenliğinin koşullarını yaratarak, uluslararası sermayeye satılan üretim araçlarını tekrar ele geçirmeyi savunarak, mali dünyanın yetkilerini tekrar ele geçirmeye yönelik inisiyatiflerle, yeniden sanayileşme politikasıyla ve köylü tarımının yeniden yaygınlaşmasıyla mümkün olabilir.

Bu ancak araştırma, eğitim, yeni kamu hizmetleri ve yeni meslek ve istihdam gerektiren çevresel dönüşüm çerçevesinde düşünülebilir. Emek; anlamı, herkesin çalışabilmesi, ücreti kapitalizmi aşan bir projenin merkezinde olmalıdır. Pandeminin idaresi tarafından ayaklar altına alınan demokratik özgürlüklerin savunulması da öncelikli olan konular arasında olmalıdır.

Büyük bir sessizlikle sürekli uzatılan olağanüstü hal otoriter bir tip hükümet hipotezini güçlendiriyor. Pandemi sonrası, sağlık ve insan yaşamı anlamında ortaya koyduğu sorunlardan hareket ederek, demokratik, sosyal ve ekolojik bir projenin cesurca oluşturulmasını, halk birliğini hedefleyen ortak bir girişimi gerçekleştirmeyi gerektiriyor. İşçi ve yurttaşların müdahale ve idare etme gücü sorunu temel bir sorundur. Yaklaşan felakete seyirci kalamayız.

(Çeviren: Deniz Uztopal)

ÖNCEKİ HABER

Erciyas Boru'da grev öncesi anlaşma sağlandı

SONRAKİ HABER

BioNTech ve Pfizer, aşının AB'de 12-15 yaş aralığında kullanımı için EMA'ya başvurdu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa