İkizdere direniyor: Yaşam alanlarımıza girdiniz gidecek başka bir yerimiz yok
Kadını, erkeği, çoluğu çocuğu ile orda yaşam alanlarının başında muazzam bir kararlık içinde sesleniyorlar! Biz burayı kaybedersek siz kazanmış olmayacaksınız! Biz kaybedersek siz de kaybedeceksiniz!
Rize İkizdere | Fotoğraf: DHA
Yakup OKUMUŞOĞLU*
İkizdere ile 2000’li yıllardan tanışırız. Benim İkizderelilere ilişkin tanıklığım HES’lerle başlar. İkizderelilerin HES’lere dair çevre mücadelesi ile başlar. Suyun ne olduğu, suyun kime ait olduğu, ne olduğu üzerine ilk düşünmeler İkizdere’de başlamıştır mesela. Sivil toplum tarafından su konusunda tavır alınan ilk platform olan “Su Meclisi” İkizdere’de kurulmuştur. Ülkenin dört bir yanından doğa severler, akademisyenler bir araya gelip suyun manifestosunu İkizdere’de yazdılar ki bu manifesto sonraki süreçte HES mücadelesinin de temel argümanlarını oluşturdu.
İKİZDERE’DE ÇEVRE MÜCADELESİ YENİ DEĞİL
Yani İkizdere sanılanın aksine su hakkı kapsamında çevre mücadelesinin en tartışmalı süreçlerini tecrübe etmiştir. HES temelinde orman, su, biyolojik çeşitliliğin ne şekilde korunacağı üzerine düşünmüş, pratikte bunun mücadelesini de vermiş bir vadidir. İkizdere ilçe merkezinin üst kotlarından başlayan doğal sit alanı ilan edilme süreci de bu mücadelenin bir meyvesidir. Hatta bu sit meselesi o kadar tepki çekmiştir ki Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulunun içinden “tabiat varlıkları” Kültür Bakanlığı bünyesinden alınıp Çevre Bakanlığına bağlanmıştır. Ama neticede ilçe merkezinden üst kotlarda olan HES projelerinin önüne vadinin koruma statüsüne kavuşturulması ile geçilebilmiştir. Bugün vadi turizm ile anılmakta ise verilen bu mücadele sayesindedir.
İlçe merkezinin alt kotlarında ise tam da üzerinde konuşacağımız taş ocağının olduğu sınırlarda inşa edilen Cevizlik HES Projesi’ni İkizderelilerin vekaleti ile yargı sürecine taşıyan da bendim. Mesela ilk defa bu davada can suyuna asgari bir standart getirebilmiştik.
Demek istediğim İkizdere çevre ve ekoloji hassasiyeti zaten yüksek olan bir bölgedir. En son 2019 yılında bugün tartışılan Cevizlik Taş Ocağı’nın olduğu alan ile aynı sırtta, daha yüksek kotta bir mermer ocağı açılmak istenmiş, Rize Valiliği tarafından verilen ÇED gerekli değildir kararını yargıya taşımıştık. Bu davada iptal kararı verilmiş ancak Danıştay tarafından keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak yeniden karar verilmesi istendiğinden halen yargı süreci devam etmektedir. Bu dava devam ederken tartıştığımız bu taş ocağının hemen karşısında Şimşirli köyü sınırları içinde bir başka taş ocağı olan Cevahir Taş Ocağı için de ÇED gerekli değildir kararı verilmiş, bu karar da tarafımca yine yargıya taşınmış ve halen süreç devam etmektedir. Şimşirli köyü sınırları içindeki taş ocağından kısa bir süre sonra da İkizdere’nin “Artık yeter ama...!” dediği Cevizlik Bazalt Taş Ocağı projesi için ÇED gerekli değildir kararı verilmiş, bu proje de yine yargıya taşınmıştır.
Böylece İkizderelerin “Yeter ama” dediği Cevizlik Bazalt Taş Ocağı Projesini merkez alırsak ikisi vadinin karşı yamacında olmak üzere dört köyün arasında üç adet taş ocağı İkizderelilerin sorunu haline gelmiştir. Yani dert bir değil.
Açıklarsak, 3 taş ocağının kapladığı yaklaşık 300 hektar! Başka bir hesap yaparsak 420 futbol sahası kadar bir alandan bahsediyoruz. Daha başka bir hesap yaparsak ve iyimser rakamlarla mesela dört metrekarede bir ağaç olsa 750 bin ağaçtan, daha da iyimser olsak ve 10 metrekare de bir ağaç olsa 300 bin ağaçtan, süper iyimser olsak ve Karadeniz gibi yerde 100 metrekarede bir ağaç olsa desek 30 bin ağaçtan bahsetmekteyiz. Başka? Mesela tarım arazileri kaybı, yaşam alanlarının şevlere dönüşmesi, toz, ağır iş makinesi gürültüsü, her gün 3 ocaktan ayrı dinamit atımları, patlatma şokları, trafik yoğunluğu, yolların bozulması, peyzajın bozulması...
Bu ahval içinde deniyor ki biz gerekeni düşündük. Çevreye zarar olmayacak! İkizdereliler de diyor ki; sen bunu benim külahıma anlat!
Şimşirlik köyü sınırları içindeki ocak 35 yıl, Cevizlik köyü sınırları içindeki mermer ocağı 75 yıl, Cevizlik Bazalt Taş Ocağı ise 4 yıl boyunca devam edecek ve yıllık toplamda 17-18 milyon ton taş çıkartılacak, kırılacak ya da taşınacak! 4 köy adeta şantiyede yaşayacak, ama siz merak etmeyin diyeceksiniz… İşte İkizdereliler bunu yemiyor! Yemediği gibi kızdırıyor da. İkizdereliler inşaat nedir bilir. Neyin ne olduğunu gayet iyi bilir. Derler ki; biz 4 köy 1 adam etmiyor muyuz ! Ula kendi kendinize taş ocağı projesi yapıyorsunuz da birinde bile gelip sormadınız! Bir sorun bakalım biz ne diyoruz.. Bir sorun bakalım ki kimin bostanına giriyorsunuz! Kimin malına çöküyorsunuz!
‘BİZİM GİDECEK BAŞKA BİR YERİMİZ YOK!’
İşte İkizdere! Bir başka hikaye de şu: Yıllar boyunca Karadeniz’de çevre davalarında yaşam alanlarını HES’lerle, taş ocakları ile gerekli gereksiz yol çalışmaları ile doldurdunuz! Yaban hayatın gidecek yeri kalmadı. Yaşam alanlarını yok ediyorsunuz! Çevreyi koruyacak bakanlık da “Hayvanların ayakları var, kendilerine gidecek daha uygun yaşam alanlarını bulurlar”, “Kuşların kanadı var uçarlar derdi… ve nihayet bugüne geldik! Şimdi sıra insanlarda.. Şimdi insanlar diyor; bizim yaşam alanlarımıza girdiniz! Bizim gidecek başka bir yerimiz yok!
İdare tarafını ise göreceğiz. İkizderelilere oturun güzelim şantiyenizde mi diyecekler… Yok biz gidelim, pardon mu diyecekler. Bu belirsiz. Ama şimdilik belirli olan İkizderelilerin tavrı. İkizdereliler; sizin gitmeye de anlamaya da niyetiniz yok, en iyisi biz sizi gönderelim diyorlar. Kadını, erkeği çoluğu çocuğu ile orda yaşam alanlarının başında muazzam bir kararlık içinde sesleniyorlar! Biz burayı kaybedersek siz kazanmış olmayacaksınız! Biz kaybedersek siz de kaybedeceksiniz! Bir şey yapın! Bir şey yapın! Bakmayın sadece. Ya… bir şey yapın!
Biz de kendi meşrebimizce insanın sosyal ve doğal çevresi ile bütünleşik bir varlık olduğunu, devlet ve şirketlerin doğaya yabancı olduğunu ama insanın doğanın parçası olduğunu, doğanın ekonomi adına yok edilişinde her seferinde insanın da azaldığını ifade ediyoruz. Ekonomi insan yaşamının konforu için vardır. Doğayı ekonomiye feda etmeyen siyasal, sosyal, politikalar oluşturmaya, karar vericilerin doğrudan insanların yaşamına dokunacak projelerde mutlak surette etki alanındaki halkın görüşlerini ve fedakarlıklarını denkleştirecek usullerle karar verme süreçlerini tamamlaması gerektiğini, hukuk devletinde bunun böyle olması gerektiğini ifade ediyoruz.
* Avukat
** “Doğa bir nesne değildir. Kendi kadim kuralları doğrultusunda değerli bir işleyişe sahiptir. Doğa, ticari bir mal haline getirilemez. Su yalnızca doğaya aittir ve onun ayrılmaz bir parçasıdır, bulunduğu havzaya aittir, doğal bir varlıktır, kaynak değildir. Su kendini ancak akarak var edebilir ve doğada tek damla su boşa akmaz. Suyun özelleştirilmesi ve suya efendi atanması kabul edilemez. Sürdürülebilir kalkınma, koruma kullanma dengesi gibi ilkeler doğanın sömürülmesi için gerekçe gösterilemez. Yaşamın yegane kaynağı olan doğanın ‘çevre’ diye tanımlanarak hayatın dışına çıkarılması kabul edilemez.”