Madrid seçimleri: Sol için ezici bir yenilgi
Madrid Özerk Bölgesi seçim sonuçları sol açısından ezici oldu, yerel parlamentoda 30 milletvekili olan sağcı Halk Partisi (PP) bu sayıyı 65’e çıkardı. Podemos Lideri Pablo Iglesias siyaseti bıraktı.
Fotoğraf: Pixabay
Jesus de la ROZA*
Murcia’nın küçük özerk topluluğunda yaşanan siyasi bir olay, Madrid Özerk Bölge seçimlerinde muhafazakar Halk Partisinin (PP) ezici bir zaferine, Yurttaşlar Partisinin (Cs) Madrid Parlamentosuna girememesine ve Unidas Podemos (UP) Lideri Pablo Iglesias’ın siyaseti bırakmasına yol açan siyasi bir depremi tetikledi.
İki ay önce Cs, Sosyalist Parti (PSOE) ile birlikte PP’nin yönettiği Murcia’da (17 özerk bölgeden biri) PP ve ortağını düşürmek, PSOE ile bir koalisyon hükümeti kurmak için güven oylaması önergesi verdi. Bunun karşısında PP hemen harekete geçti. İki Cs milletvekiline bakanlık teklif ederek onları “Satın aldı” ve önergenin başarısız olmasını sağladı.
Bu durumdan istifade eden Madrid Özerk Bölge Başkanı Isabel Díaz Ayuso (PP), hükümet ortağı Cs’nin aynı şeyi Madrid’de de deneyeceği bahanesiyle ve anketlerin kendisini ciddi oranda önde göstediğinin de bilinciyle erken seçim çağrısı yaptı. Hükümet daha 2 yıllıktı. Sonuç sol açısından ezici oldu. 136 sandalyelik Madrid Parlamentosunda yalnızca 30 milletvekili olan PP bu sayıyı 65’e çıkardı. Oy oranını yüzde 22.23’ten yüzde 44.73’e yükselterek ikiye katladı.
2019’da en çok oy alan parti olan PSOE, büyük yenilgiye uğradı. Oyların sadece yüzde 16.85’ini aldı ve 37’den 24’e düşerek 13 milletvekili kaybetti. Pablo Iglesias’ın partisi UP’dan ayrılan Más Madrid ise yüzde 16.97’lik bir yüzdeyle 24 milletvekili çıkararak en çok oy alan ikinci parti oldu. Aşırı sağ faşist Voz, oyların yüzde 9.13’ünü alarak milletvekili sayısını 12’den 13’e yükseltti . Unidas Podemos ise yüzde 7.21 oyla 7 iken 10 milletvekili çıkardı. Madrid Özerk Bölgesinde PP ile birlikte hükümet olan Cs, mecliste temsil edilmek için gereken yüzde 5 oya ulaşamayarak sahip olduğu 26 milletvekilini kaybetti. Ve tüm bunlar yüzde 76.25 gibi rekor bir katılımla gerçekleşti (İki yıl öncekinden yüzde 12 daha fazla). Madrid’de oy kullanmayan sol seçmen sağa göre çoğunlukta olmuştur her zaman. Bu anlamda bu koşullarda solun, sol oyların çoğalacağı umudu vardı, ancak bu beklenti gerçekleşmedi.
AYUSO KİMDİR?
Üç sol partinin toplamından daha fazla milletvekili çıkaran PP’nin Madrid’i yönetmek için aşırı sağın desteğine bile ihtiyacı kalmadı. Madrid’deki hükümetin Mevcut Başkanı Isabel Díaz Ayuso (PP’den), daha 2 yıl öncesine kadar kimsenin tanımadığı, hiçbir siyasi tecrübesi olmayan, entelektüel yetenekten, hitabet yetisinden uzak, aşırı sağınkine benzer bir söylem biçimi olan bir siyasi liderken nasıl oldu da böylesine ezici bir başarı elde edebildi?
Gerekirse Frankocu faşist parti Vox ile hükümet kurarım diyen; hiçbir geçim kaynağı olmadığı için yemek kuyruklarında bekleyen yardıma muhtaç insanları aşağılayan; “Madrid’in kendine has muhteşem bir yaşam şekli var. Burada yorucu bir iş gününden sonra barlara gidip bir bira içebilir ve kendini özgür hissedebilirsin. Sonra büyük bir kent olduğu için eski eşinle rastlaşma riskin olmadan yaşayabilirsin...” gibi söylemleriyle tartışılan biriydi... Ayrıca Madrid, pandemi süresince çok kötü yönetilmiş, sağlık ve eğitim gibi kamusal alanlar giderek artan bir şekilde özelleştirilmişti.
Öte yandan şöyle de bir gerçeklik var ki Madrid genelde hep sağın elinde oldu ve 26 yıldır da muhafazakar PP yönetiyor. Yaşananları daha iyi görebilmek için ulusal bağlama da bakmak gerekir. Sağ kanat, ulusal hükümeti (Sosyalist Parti -PSOE ile Unidas Podemos) hükümet ortağı Unidas Podemos (Birlikte Yapabiliriz) üzerinden vurmaya çalıştı.
Verdiği önergeler ilk çıkışındaki iddiasına rağmen gayet ılımlı olan (Zenginlerden daha fazla vergi alınması, asgari ücretin yükseltilmesi, kiraların yükseltilmemesi gibi) bu partiyi sürekli olarak radikal solculukla suçladı. Geneli büyük sermaye tarafından kontrol edilen medya ile birlikte İspanya hükümeti, sosyal-komünist-Bolivarcı bir hükümet, özgürlük düşmanı ve Katalan ayrılıkçılarının ve on yıl önce silah bırakmış olduğu halde ETA’nın dostu olmakla suçlandı. Gerekçe ise Bask ve Katalan bağımsızlıkçı partilerin genel devlet bütçelerine destek vermesi gösterildi.
Hükümeti katil olmakla, salgının neden olduğu ölümlerden ve Sosyal İşlerden Sorumlu Bakan Yardımcısı Pablo Iglesias’ı huzurevlerinde çok sayıda yaşlının ölümünden sorumlu olmakla suçladılar. Oysa bundan özerk bölge yönetimleri de sorumluydu. Bu bağlamda Díaz Ayuso, Iglesias’ı Madrid aleyhine çalışmakla suçlayarak ve pandeminin yol açtığı sorunlardan sorumlu tutarak kendisi yalnızca bir özerk bölge (Madrid) lideriyken, merkezi hükümete muhalefet eden bir lider konumuna yükseldi.
PANDEMİ ÖNLEMLERİ KARŞITI PROPAGANDA
Salgın nedeniyle merkezi hükümetin getirdiği kısıtlamalar, barlar, restoranlar gibi özellikle İspanya ekonomisinde çok önemli olan turizm sektörüyle ilgili olanlar başta olmak üzere özgürlüğe ve ticari faaliyetlere yönelik saldırılar olarak değerlendirildi ve bunun üzerinden antipropaganda yürütüldü. Özerk bölgelerin çoğunda barların açılmasıyla ilgili önemli kısıtlamalar getirilirken, barlar Madrid’de esas olarak neredeyse tüm pandemi sürecinde açık kaldılar ve böylece PP iş dünyasının önemli bir kısmının ve 1 yıldan uzun bir süre sonra kısıtlamalardan bıkmış vatandaşların desteğini aldı.
Bu, Vox’u bir parti ve Unidas Podemos’u özgürlük düşmanı bir parti olarak gören ciddi sayıdaki medya sektörünce desteklenen aşırı sağın artan varlığıyla birlikte, İspanyol toplumunda muazzam bir kutuplaşmaya yol açtı. Nitekim Madrid’deki seçim genel bir seçimmiş gibi büyük ilgi gördü.
Bu kutuplaşmanın sonucu, seçim tartışması, farklı partilerin seçim programlarına ve Madrid hükümetinin yönetimine odaklanmak yerine duyguların, fikirlerin ve kavramların tartışılmasına odaklandı. PP önce “Sosyalizm mi yoksa özgürlük mü” sloganını kullanıyordu. Pablo Iglesias, Madrid’deki seçimlere aday olmak için ulusal hükümetten ayrıldığını açıklayınca, PP sloganını “Komünizm mi yoksa özgürlük mü” şeklinde değiştirdi. Solun sloganı, aşırı sağın katılımıyla bir hükümetin kurulma riskine karşı, “Faşizm mi yoksa demokrasi mi?” idi. Demagoji ve popülizmin fikir ve önerilere üstün geldiği bu tartışmada, sağ kanat büyük ölçüde galip geldi.
EMEKÇİLER İÇİN GEREKLİ ADIMLAR ATILMADI
Ancak sol, işçi sınıfının oylarını çekmemekten de sorumludur. Bu seçimde Sosyalist Parti (PSOE), liderlik kapasitesi olmayan bir aday sundu. Bu aday “iyi bir insan” olmakla birlikte karizmadan yoksun, salgın sırasında Madrid hükümetinin yanlış pandemi yönetimi karşısında sessiz kalan, bu koşullar altında Madrid hükümetinin politikalarını eleştirmenin uygun olmadığını düşünen bir üniversite profesörüydü.
PSOE seçim kampanyasına, ılımlı oyları toplamak amacıyla Iglesias ile hükümete gitmeyeceğini söyleyerek başladı, daha sonra stratejisini değiştirdi ve kampanyayı tüm solun desteğiyle bir hükümetin gerekli olduğunu söylemiyle bitirdi; ancak artık bir faydası olmadı.
Öte yandan, işçi sınıfının koşullarında bir iyileşme sağlamayan ulusal politikalar (PSOE ve Unidas Podemos merkezi hükümette) bölgesel seçimleri de etkiliyor. Salgının hemen her şeyi biçimlendirdiği doğrudur, ancak demokrasinin “en ilerici hükümeti”nin işçi sınıfına ciddi zararlar veren çalışma yasalarını değiştirmediği ve özgürlükleri önemli derecede kısıtlayan ve “ağza tıkaç yasası” olarak isimlendirilen güvenlik yasasını kaldırmadığı da doğrudur.
Aslında, İspanya’daki ekonomik politikaların yönünü belirleyen, Avrupa Birliği’nin neoliberal politikaları lehine alınan kararlarıdır. Ayrıca, İspanya’nın kendi para birimi veya yetkili özerk bir merkez bankası olmadığı için kendi ekonomik önlemlerini alma imkanı da yok. Bu da yetmezmiş gibi bazı basın yayın organlarına göre İspanya merkezi hükümeti, seçimlerden üç gün önce AB yardım fonundan yararlanmak için Brüksel’e gelecekteki mali politikalarına ilişkin bir rapor gönderdi.
Bu mali politikalar orta ve alt sınıfların ödediği vergilerde önemli bir artış öneriyordu. Tüm bunların sonucu, PP işçi sınıfının çoğunlukta olduğu mahallelerde ve şehirlerde de oy sayısını artırdı.
IGLESIAS’IN İSTİFASI VE UNIDAS PODEMOS
PABLO Iglesias, birkaç yıl önce televizyondaki siyasi tartışmalarda ünlenen genç bir üniversite profesörüydü. Yaklaşımı, özelde politik ve ekonomik durumu ile genel olarak kapitalist sistemi eleştiren, hegemonik söyleme muhalif yöndeydi. Mevcut politik kesimin yurttaşları temsil etmediğini ve bu kesimin halkın çıkarlarından çok uzak bir “kast” oluşturduklarını söylüyordu.
2014’te, daha sonra Birleşik Sol-IU ile birleşerek Unidas Podemos olacak olan Podemos (Yapabiliriz) isminde politik bir parti kurdu. Kısa sürede büyüdü; 2016 genel seçimlerinde 71 milletvekiline ulaşan, üçüncü siyasi güç haline gelen ve solun en büyük partisi olan PSOE’yi geride bırakmakla tehdit eden bir partiye dönüştü. Bu hızlı yükseliş, ülkenin ekonomik iktidarını elinde bulunduranları çok tedirgin etti ve bu güçler Unidas Podemos’a karşı bugüne kadar süren bir taciz ve itibarsızlık kampanyası başlattılar. Podemos ve Pablo Iglesias medya, siyaset ve yargı olmak üzere tüm cephelerden saldırılara maruz kaldı, suçlandı, taciz edildi.
İspanya’yı parçalamak, komünist ve Bolivarcı bir diktatörlük (Pablo Iglesias parlamentoda bir teröristin oğlu olmakla suçlandı) kurmak isteyen teröristlerin ve ayrılıkçıların dostları olmakla, “Venezuela ve İran diktatörlüklerince” finanse edilmekle suçlanıyorlar. Hatta polis bile Unidas Podemos yönetimini Venezuela tarafından finanse edilmekle suçlayan sahte raporlar yayımladı. Sürekli uydurma bir suçlamayla karşı karşıya kaldılar.
Herhangi bir delil olmadığı için şimdiye kadar hiçbir kovuşturmadan sonuç alınamadı. Ancak bu suçlamalar beraberinde çok büyük bir aşınma ve yıpranmayı da getirdi; çünkü gazete manşetlerinde, radyo ve televizyon kanallarında kamuoyunu etkileyen, saatlerce süren tartışmalarda adları geçiyordu. En az altı kez yasa dışı bir şekilde finanse edildikleri suçlaması ile haklarında kovuşturma açıldı. Kovuşturma aşamasında biten, mahkeme evresine bile gelemeyen bu iddiaların gerçekle ilişkisi olmamasına rağmen birçok kişi, politikacı ve gazeteci bunun doğru olduğuna inanıyor ve onları suçlamaya devam ediyor.
Öte yandan İglesias ve Podemos’un eksikliklerini de saymak gerek. Parti olarak Podemos başlangıcındaki demokratik bir parti olma niteliğini tam olarak sürdüremedi. Her geçen gün kararların daha yukarıdan aşağıya alındığı bir partiye dönüştü. Bunun sonucu olarak yavaş yavaş çok sayıda önder ve kurucusunu, üyesini kaybetti. Yine onun belki üniversitede doğan bir parti olduğu, geçmişteki Komünist Parti gibi işçi sınıfı, emekçi sınıfı içinde yeterli bir temeli, dayanakları, ilişkileri olduğu söylenemez. Bölgelerde iyi bir örgütlü yapısı olduğundan da söz edilemez. Ülke çapında yeterli kadrosu da yok. Dolayısıyla iç sorunlarını çözmekte yetersiz. Bu nedenlerle de başta kazandıkları vekillikleri kaybetmeye başladılar.
Yine Pablo Iglesias’ın imajı, lüks bir semtte, içinde yüzme havuzu olan lüks bir villa satın almasının ardından daha bir kötüleşti. Bu ev, diğer siyasi liderlerinkinden daha mütevazı olmasına, ödemeleri banka kredisi ve eşinin ve kendinin maaşı ile yapılmasına, adının herhangi bir yolsuzluk davasına karışmamasına rağmen, bu olay, onun siyaseti geçim aracı olarak kullanmak, kendi eleştirdiği siyasi “kast”ın bir üyesi olmakla suçlanmasında kullanıldı.
Kasım 2019’daki son genel seçimlerde Unidas Podemos kuruluşundan 7 yıl sonra yalnızca 35 milletvekili çıkarmış olmasına rağmen, koalisyon hükümetinin bir parçası olmuştu. Pablo Iglesias da, dört başkan yardımcısından biriydi. Madrid özerk bölgesi için seçim çağrısı yapıldığında, faşizmin ilerlemesine engel olmak gerekçesiyle ulusal hükümetteki görevinden ayrılmış ve yukarıda sonuçlarını açıkladığımız söz konusu seçimlerde aday olmuştu.
Pablo Iglesias, 4 Mayıs seçimlerinden ve sağ kanadın ezici zaferinden sonra kurumsal siyaseti terk etmeye karar verdi. Sağ kesimde ve sağ medyada uyandırdığı nefretin farkında olarak, solun ilerlemesini engelleyen bir stoper olmak istemediği açıklamasını yaptı.
*Emekli Eğitimci ve Sendikacı
İspanyolca’dan çeviren: Hilal Ünlü