Büyük Savaş’ın 80. yılında 8 Mayıs
Faşist cephede yer alanlar, aradan bunca yıl geçmesine rağmen Kızıl Ordu’nun ve Sovyet halkının zaferine gölge düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Fotoğraf: RIA Novosti Arşivi, #602161/Zelma (CC BY-SA 3.0)
Yücel ÖZDEMİR
76 yıl önce, 8 Mayıs’ı 9 Mayıs’a bağlayan gece Berlin’in Karlshort semtinde Kızıl Ordu’nun karargah olarak kullandığı tarihi binanın giriş katındaki geniş salonda atılan imzalar, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı başlatan Alman sermayesi ve ordusunun (Bundeswehr) koşulsuz yenilgiyi kabul ettiğini teyit ediyordu. Her ne kadar toplantıda müttefik devletler İngiltere, ABD ve Fransa’nın temsilcileri hazır bulunsa da zaferin asıl sahibinin SSCB ve Kızıl Ordu olduğunu dünya ilk günden tartışmasız şekilde kabul etti.
Bu zafere dair belgeler ve dokümanlar sonradan müze haline getirilen ve bugünkü adı Alman-Rus Müzesi olan Karlshorst’taki binada muhafaza edilmeye devam ediliyor. Binan girişinde o zamandan kalma Kızıl Ordu’ya ait bir panzer de duruyor.
Tarihi belgeler ve dokümanlar açık bir şekilde SSCB ve Kızıl Ordu’nun zaferini ortaya koyarken, sonraki yıllarda tarih çarpıtıcıları sahneye çıkarak, insanlığı faşist beladan kurtaran bu zafere, Sovyet haklarınının büyük bedeller ödemesine rağmen, gölge düşürmeye, içini boşaltmaya çalıştılar. Çalışmaya da devam ediyorlar. Avrupa Parlamentosunun 19 Eylül 2019’da, Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nın 80. yılı vesilesiyle aldığı karar da bunlardan birisi. Komünizmle nasyonal sosyalizmi aynı tutan bu tarih çarpıtıcı anlayış, savaşın başlamasına gerekçe olarak da 23 Ağustos 1939’da paktın imzalanmasını gösteriyor. “Pakt imzalanmasaydı savaş başlamayacaktı” tezinden yola çıkılıyor. Karar önerisinin Polonyalı gerici-milliyetçi milletvekilleri tarafından yapılması ayrıca dikkate değer.
ASIL HEDEF SSCB
Dünya tarihinde önemli bir dönemeci ifade eden 8 Mayıs elbette bir dönemin kapandığını ifade ediyor. Ancak 8 Mayıs’a nasıl gelindiği, zaferin hangi dönüm noktalarından geçerek elde edildiği ayrı bir önem taşıyor. Genel olarak İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı her ne kadar Almanya’nın 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırmasıyla başlasa da, Almanya’nın asıl hedefinin SSCB olduğu biliniyordu. Polonya asıl olarak SSCB’ye saldırmanın önünde coğrafik açıdan “tampon bölge” özelliği gördüğü için işgal edilmesi gerekiyordu. Zira 1934’te imzalanan Almanya-Polonya Saldırmazlık Paktı’ndan sonra ilişkiler hızla normalleşmiş, Hitler Almanyası, Polonya’yı SSCB’ye karşı savaşta ittifakın parçası haline getirmek için son ana kadar çaba harcamış, ancak İngiltere ve Fransa’nın himayesi altında olan Polonya son anda bir hamle ile tarafsız kalmayı tercih etmişti. Alman tehdidine karşı SSCB ile aynı cephede yer almak ise Polonya’nın gerici yönetimi için söz konusu bile değildi.
BÜYÜK SAVAŞ GÜNÜ: 22 HAZİRAN 1941
Her ne kadar İkinci Dünya Savaşı, Polonya’dan önce ve sonra diğer Avrupa ülkelerinin işgaliyle devam etse de asıl “büyük savaş”, Hitler Almanya’sının müttefikleriyle birlikte üç koldan 22 Haziran 1941’de SSCB’ye saldırmasıyla başladı. Gizili şifresi “Barbarosa harekatı” (Barborassa Unternehmen) olan büyük savaş için Hitler, 18 Aralık 1940’tan 21. Nolu direktifle savaş hazırlıklarına başlama emri vermişti.
3 milyon Alman askeri ile birlikte 600 bin Hırvat, Fin, Romen, Macar, Slovak, İtalyan ve İspanyol, Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki geniş sahada 600 bin motorlu araç, 3 bin 350 panzer ve 625 bin atla Leningrad, Kiev, Moskova ve Stalingrad yönünde ilerilemeye başladı.
LENİNGRAD, STALİNGRAD VE MOSKOVA DİRENİŞLERİ
Finlandiya ve Baltık ülkeleri üzerinden Leningrad’ı 8 Eylül 1941’de abluka altına alan faşist ordular bunu 27 Ocak 1944’e kadar sürdürdü. 28 ay süren ablukada çeşitli tahminlere göre 1.1 milyon insan açlıktan ve hastalıktan yaşamını kaybetti. Kızıl Ordu, ilk dönemlerde büyük kayıplar verse de ocak 1944’ten itibaren faşist Alman ordusunu ve iş birlikçilerini püskürtmeye başardı.
Kafkasya’daki petrol yataklarına ulaşmak isteyen faşist Alman ordusu ve Balkanlardaki iş birlikçileri, 12 Temmuz 1942’de SSCB’nin en önemli sanayi kentlerinden biri olan Stalingrad’a saldırdı. Kentin, savaşın komutanı Stalin’in adını alması, sadece stratejik açıdan değil aynı zamanda psikolojik bakımdan da anlamı büyüktü. Kentin kıyısında bulunduğu Wolga Irmağı, silah ve diğer malların taşınmasında stratejik öneme sahipti. Stalingrad’ın savaşın kaderi açısından bir dönüm noktası olacağını işgalciler de biliyordu. Bu nedenle faşistler Stalingrad’a 200-250 bin askerle saldırmaya başladı.
22 Kasım 1942’den itibaren bilinen büyük savunma çerçevesinde Alman 6. Ordusu’nu Stalingrad içinde çembere alan Kızıl Ordu dışarıyla bağlantısını kesti. Şiddetli kış koşulları ve ikmal zorlukları 6. Ordu’yu hızla güçten düşürdü. Dışarıdan yardım başarısız oldu. Sonuçta Stalingrad’da kuşatılan düşman kuvvetleri çözüldü. 2 Şubat 1943’te faşist orduların direnmesi sona erdi ve 6. Ordu’dan sağ kalanlar teslim oldu. Böylece, Stalingrad, saldırganların püskürtülmesi, savaşın kazanılmasında çok önemli bir dönemeç oldu. Faşist ordu benzer bir yenilgiyi Moskova önlerinde aldı.
BUGÜNDEN GERİYE BAKARKEN...
Bugünden geriye dönüp baktığımızda, askeri güç ve modernizasyon bakımından daha zayıf olan SSCB’nin faşist orduları yenmesinde, faşizmi Berlin’de mezara gömmesinde izlenen askeri ve diplomatik taktiklerin başarılı olduğu görülüyor. İngiltere ve Fransa’yı basından itibaren faşist cepheye karşı bir araya getirmeye çalışan SSCB, bu konuda başarılı olamadı. Bunda SSCB’nin suçunun olmadığı açık olarak biliniyor. Faşist ve saldırgan olmayan batılı kapitalist devletler, SSCB ile ortak bir cephede bulunma yerine 30 Eylül 1938’de Münih’te el sıkışarak doğuya saldırmasına açık çek verdiler. SSCB ise savaşı ertelemek için son çare olarak 23 Ağustos 1939’da Moskova’da Almanya ile Saldırmazlık Paktı imzaladı. Paktın sonradan ortaya çıkan gizli ek protokolü ile SSCB’ye Baltık ve Balkan ülkeleri üzerinde hak tanınırken, SSCB’ye savaş açmayı kafasına koymuş Hitler Almanyası için basit bir kağıt parçasından ibaretti. Nitekim öyle de oldu. Paktın imzalanmasından 23 ay sonra büyük savaş için tetiğe basıldı.
Ancak bu sürenin ne kadar değerli olduğu 8 Mayıs’ta görüldü. Pakt ile zaman kazanan SSCB, 1941’in sonuna kadar 1500 önemli sanayi işletmesini, 100’den fazla uçak fabrikasını Ural’ların batısındaki güvenli bölgelere taşıdı. “Savaş için Rusya her gün 12 saat silah üretimi yaparken, Hitler yedek orduyu seferber edip edemeyeceğinin tedirginliği içindeydi. Almanya içinde Birinci Dünya Savaşı sonundakine benzer bir isyanın çıkmasından endişe ediyordu. Kızıl Ordu Sibirya’da konuşlandırdığı, Japonya ABD ile savaşa girdiği için artık orada kalmalarına gerek olmayan askerleri modern silahlarla donatıyordu. Stalin, aralık 1941’in başında dinlenmiş bu orduyu, eksi 50 derecede yaz üniformalarıyla hayatta kalmaya çalışan Alman birliklerinin üzerine gönderdi”*
İnsanlığın bir kez daha aynı acıları yaşamamasının yolu tarihi doğru bir şekilde yeni kuşaklara aktarmaktan geçiyor. 8 Mayıs zaferini değersiz kılmak ise asıl olarak neofaşistlerin işine yarayacaktır.
*Der Überfall - Hitlers Krieg gegen
die Sowjetunion: SPIEGEL E-Book (German Edition) (S.53). SPIEGEL-Verlag.
Kindle-Version.