İstanbul Sözleşmesi 10 yaşında | Kadınların mücadelesi bitmeyecek…
Bugün İstanbul Sözleşmesi’nin imzaya açılmasının 10. yılı. İlk imzacı olmakla övünen Erdoğan, 20 Mart’ta Sözleşme’den çekilme kararını açıkladı. Kadınlar ise Sözleşme’den vazgeçmemekte kararlı.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
Elif Ekin SALTIK
İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin imzaya açılmasının bugün 10. yılı. Türkiye, 12 Mart 2012’de sözleşmeyi onaylayan ilk ülke olmuştu. Sözleşme Türkiye’de 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. 20 Mart 2021 gecesi ise Cumhurbaşkanlığı kararıyla Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini duyurdu.
Türkiye Sözleşme’nin neden ilk imzacısı olmuştu, Sözleşme’nin yükümlülükleri neydi, Türkiye bu yükümlülükleri ne kadar yerine getirdi? Bir gece yarısı Cumhurbaşkanı kararıyla geri çekilme ne anlama gelir? Kadınlar neden “vazgeçmeyeceğiz” diyor? Hatırlayalım.
NAHİDE OPUZ DAVASI VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NE GİDEN SÜREÇ
Nahide Opuz, 1995’te evlendiği Hüseyin Opuz tarafından yıllarca şiddete uğradı, annesiyle birlikte öldürme teşebbüslerine maruz kaldı. Darp ve ağır yaralama ve cinayete teşebbüsten hakkında dava açılan fail iki kez gözaltına alındı, “delil yetersizliği” nedeniyle tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. İki kadının saldırılarla ilgili şikayetlerini geri çekmek zorunda kalmaları üzerine, şikayete bağlı suçlardan olduğu gerekçesiyle davalar düştü. 11 Mart 2002'de kızını yanına alarak İzmir’e yerleşmeye karar veren annesi, yolda taşıma aracının önünü kesen fail tarafından öldürüldü. Fail hakkında 13 Mart 2002 tarihinde kamu davası açıldı. Opuz’un açtığı boşanma davası annesinin öldürülmesinden sonra sonuçlandı. Nahide Opuz, 36 kez şikâyet etmesine rağmen onu koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı 15 Temmuz 2002’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava açtı. AİHM, 9 Haziran 2009’da verdi: “Türkiye, vatandaşını koruyamamıştır.” Opuz davası ve kadınların mücadelesi İstanbul Sözleşmesi’ne ilham kaynağı oldu. Türkiye, hem Avrupa Birliğine üyelik süreci nedeniyle hem de vatandaşını koruyamayan ülke imajını ortadan kaldırmak adına Sözleşme’yi ilk imzalayan ülke oldu.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ NEDİR?
İstanbul Sözleşmesi şiddetin kaynağına kadın ve erkekler arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkileri üzerinden bakıyor. Kadınları ikinci konuma getiren tüm koşulları şiddet olarak tanımlıyor, yalnızca kadına yönelik şiddeti değil, LGBTİ’lere yönelik şiddeti ve ayrımcılığı da kapsıyor. Psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz dahil cinsel şiddet vb. kadına yönelik şiddetin tüm türlerini içeriyor. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık konularında şimdiye dek yapılmış en kapsamlı tanımlara yer veriyor.
- Kadınların güçlendirilmesi yolu dahil, kadın ile erkek arasındaki temel eşitliği teşvik etmek,
- Taraf devletlerin yetkililerine, görevlilerine, kurum ve kuruluşlarına kadına yönelik şiddetle mücadele yükümlülüklerine uygun davranmalarını sağlamaları, cinsiyete duyarlı politikalar geliştirmeleri, şiddeti önlemede ve mücadelede bütüncül politikaların uygulanması,
- Kadına yönelik şiddetle mücadele alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle etkin işbirliği tesisi, özel sektör ve medyanın kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla politika hazırlamalarını teşvik etmek,
- Şiddet eylemlerinin tekrarlanmasından korumak amacıyla gerekli hukuki ve diğer tedbirleri almayı, şiddete maruz kalanın şiddet gösterenden tazminat talep etmesini sağlamak üzere hukuki tedbirleri almayı şart koşuyor.* Sözleşmenin en önemli özelliklerinden biri de bir denetim mekanizması getirmesi. Taraf ülkelerin temsilcilerinden oluşan denetim komitesi yani “GREVIO” adı verilen birim, Sözleşme’nin etkili bir şekilde uygulanmasını izliyor, raporlar hazırlıyor.
TÜRKİYE İMZALADIĞI SÖZLEŞME YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRDİ Mİ?
Sözleşmenin ilk imzalandığı dönemde sözleşmeye uygun yapılan tek şey 6284 sayılı Yasa’nın içeriğinin değiştirilmesi oldu. İstanbul Sözleşmesinin imzalanmasından sonra 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kadın örgütlerinin ısrarlı mücadelesiyle 25 maddelik bir yasa olarak çıktı. Yasanın yapısı, önleyici ve koruyucu tedbirler bağlamında İstanbul Sözleşmesi’yle paralel tutulmaya çalışıldı. Ancak AKP hükümeti Sözleşme’ye, 6284 sayılı Yasa’ya ve dönem dönem çıkardığı genelgelere rağmen kadın cinayetlerini önleme, kadınları şiddetten koruma ve şiddet karşısında güçlendirmeye yönelik mekanizmaları hayata geçirmedi.
2020 yılının haziran ayında iktidar tarafından hedefe koyulan İstanbul Sözleşmesi için kadınların aylarca verdiği mücadele sonbahara doğru Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarını bir süreliği rafa kaldırdı. Ancak mart ayına yaklaşırken pandemi ve yaşanan ekonomik kriz nedeniyle de oy kaybı yaşayan AKP iktidarı, oy kaybını gidermek, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi için her türlü kampanyayı yürütenleri yanına yedekleyip iktidarını daha da güçlendirmek için 20 Mart gecesi Sözleşme’den çekildiği kararını duyurdu.
EŞİK: #İSTANBULSÖZLEŞMESİ10YAŞINDA VAZGEÇMİYORUZ
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılara karşı mücadele eden 300’ü aşkın kadın örgütü-platform-gruptan oluşan EŞİK- Eşitlik İçin Kadın Platformu, “İstanbul Sözleşmesi 10 yaşında” başlığıyla yaptığı açıklamada İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı en az 2 bin 336 kadının aramızda olacağına dikkat çekti. EŞİK, Türkiye’nin 1 Temmuz 2021’de Sözleşme’den çıkacağının belirtilmesiyle kadınlara gözdağı; Danıştay’a açılan davalar konusunda yargıya ve konuyu gündemine alan Venedik Komisyonu’na talimat verilmeye çalışıldığını belirtti. EŞİK açıklaması şöyle devam etti: “Biz, çocuk istismarcılarına af getirilmesi, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi, sıraya 6284’ün ve hatta Medeni Kanun’un alınması gibi kazanılmış haklarımıza yönelik saldırılara karşı mücadele etmek için 300’ü aşkın kadın ve LGBTİ+ örgüt/platform/grup tarafından oluşturulan Eşitlik İçin Kadın Platformu-EŞİK olarak, İstanbul Sözleşmesi’nden, yaşamlarımızdan, haklarımızdan, dayanışmamızdan ve örgütlü mücadelemizden asla vazgeçmiyoruz. Devletin görevi, kadınları, kadınların hayatlarını ve haklarını umursamayıp; kadının içinde şiddet gördüğü aileyi yüceltenlere; toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını şeytanlaştıranlara, şiddet gösteren erkeklere uzaklaştırma verilmesinden başlayıp kadının boşanma, nafaka haklarına göz dikenlere, erken yaşta zorla evlilikleri savunanlara, şiddet ve istismar özgürlüğü (!) için İstanbul Sözleşmesi’ni günah keçisi ilan edenlere mavi boncuk dağıtmak değil, her bir vatandaşının şiddetten uzak özgürce yaşama hakkını korumaktır. Karardan geri dönülene kadar ulusal ve uluslararası alanda, hukuki her türlü yolu deneyeceğiz. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir. Karar geri çekilmelidir. Sözleşme etkin uygulanmalıdır.”
Kadınlar EŞİK’in çağrısıyla saat 11.00 itibarıyla gün boyu sosyal medyada olacak.
"11 MAYIS’TA DA SONRASINDA DA HER YERDE MÜCADELE"
Türkiye’nin çekildiği İstanbul Sözleşmesi’nin 1 Temmuz 2021'de sona ereceğine ilişkin karar Resmi Gazete’de yayımlanırken, kadın örgütleri de İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceklerini her fırsatta dile getiriyor. Kadınlar 1 Temmuz’a kadar eylem ve etkinliklerine devam edecek.
Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz, İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula Kampanya Grubundan Feride Eralp, İstanbul Sözleşmesi’nin temelinde yatan toplumsal cinsiyet eşitliğinin kadınlar için hayati önemde olduğuna dikkat çekti. “Her bir kadının ismini medyada gördüğümüzde acaba başına ne geldi diye düşünmediğimiz, bir sonraki olma ihtimalimize endişelenmediğimiz, LGBTİ+lara karşı ayrımcılıkla kuşatılmadığımız, şiddetten uzak, eşit, özgür hayatlar yaşama hakkımızı değil tek bir adamın, hiç kimsenin elimizden almasına izin vermeye niyetimiz yok” diyen Eralp, İstanbul Sözleşmesi’nin sayısız kadının emeğiyle, mücadelesiyle yazıldığını söyledi. “Çekilme kararı yok hükmünde” derken bu emeğe, bu mücadeleye güvendiklerini dile getiren Eralp şöyle konuştu: “Bizim derdimiz bu sözleşmenin tariflediği erkek şiddetiyle mücadele çerçevesinin hayata geçirilmesi, sadece sözde kalmaması, pratikte de uygulanması. Bunun için, yani eşit yaşamak için, sadece 1 Temmuz’a kadar değil, 1 Temmuz sonrasında da mücadeleye devam edeceğiz. Ama 1 Temmuz’a kadar Sözleşme’nin uygulanması ve kararın geri çekilmesi için hem sosyal medyada hem bulunduğumuz her yerde, örneğin İstanbul’da mahallelerimizde, sokaklarımızda sesimizi yükselteceğiz; tüm bu eylemleri kampanyanın web sitesinde listeleyeceğiz. Sözleşme’nin imzaya açılmasının 10. Yıl dönümü olan 11 Mayıs günü camlarımızdan, balkonlarımızdan, sosyal medya hesaplarından, kısacası her yerden İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmediğimizi bir kez daha ilan edeceğiz. Manifestomuzu paylaşacağız. Eşitlik için Kadın Platformunun da çağrısıyla ‘İstanbul Sözleşmesi 10 Yaşında’ etiketiyle sosyal medyada olacağız. Bu süreçte tüm kadın ve LGBTİ+ grupları olarak çeşitli platformlarda yan yana gelmeye, birbirimizi güçlendirmeye devam edeceğiz. 1 Temmuz günü ise adımıza karar verenlere, bizi şiddete mahkûm etmeye çalışanlara tüm isyanımızla ve itaatsizliğimizle sokaktayız.”
"İSTANBUL SÖZLEŞMESİ BİZİM"
İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz İzmir Kampanya Grubundan Hacer de geçen yıldan bu yana Sözleşme’yi daha kapsamlı anlatmak, çekilme kararı sonrasında da kadınların Sözleşme’den vazgeçmeyeceklerini söylemek için çeşitli çalışmalar yaptıklarını dile getirerek “Sokağa çıkma yasakları başlamadan önce nöbet eylemlerini başlattık. İzmir’in çeşitli ilçelerinde Sözleşme’ye sahip çıkmak için eylemler, basın açıklamaları yaptık. Belediyelerle görüşmelerimiz devam ediyor. Mücadelemizi en geniş kesimlerle örgütlemek için farklı platformlarla da yan yana geliyoruz. Bugün açısından yasakların bitmesinden sonrası için İzmir’de miting yapmayı planlıyoruz. İstanbul Sözleşmesi biz kadınların, o sebeple Cumhurbaşkanı kararı hükümsüzdür. Hükümet geri adım atana kadar mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz” dedi.
1 BUÇUK AYDA NELER OLDU?
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ertesinde Türkiye’nin dört bir yanında kadınlar “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz” diyerek sokaklara döküldü. Kadınlar günlerce meydanlarda çekilme kararına karşı öfkelerini dile getirirken pek çok kadın cinayeti ve pek çok hukuksuzluk da yaşanmaya devam etti. Bir buçuk aylık süreçte yaşananların bir kısmı şöyle:
Sözleşme’den çekilme kararının ardından 12 saat içinde 6 kadın öldürüldü. Sözleşmeden çıkış kararının yayınlandığı 20 Mart’tan 27 Nisan’a kadar sadece basına yansıyan haberlerden derlenebildiği kadarıyla 32 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Kimi erkekler avukatlarını arayarak ‘Sözleşmeden çıktık, karıma şiddetten aldığım cezayı toplam cezamdan düşebilir miyiz?’, ‘Şimdi çocuğumun velayetini alabilir miyim?’ gibi sorular sormaya başladı. Sokak ortasında eşlerine, eski eşlerine, sevgililerine ağır şiddet uygulayan erkekler daha pervasız davranır oldu. Eşini, eski eşini öldürmekten ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası alan iki erkek, istinaf mahkemesinde beraat ettirildi. İstanbul Sözleşmesi karşıtları, daha yüksek sesle ‘Sıra 6284’te, hatta Medeni Yasa’da’ demeye başladı. Gökkuşağı bayrağı her yerde hedef haline getirilerek LGBTİ kulüpleri kapatıldı.
Yüzlerce kadın gerek sosyal medya hesaplarından gerekse evlerinin önüne bırakılan notlarla tehdit edildi. Kimi karakollar İstanbul Sözleşmesi kararından sonra 6284 sayılı yasa da kaldırılmış gibi davranmaya başladı. İstanbul Pendik’te kocasının şiddetinden kurtulmak için karakola sığınan ve sığınağa gitmeyi talep eden kadına “darp raporu ve tehdit edildiğine dair kanıt lazım” cevabı verildi. Oysa yürürlükteki 6284 sayılı yasaya göre şiddet gören kadının böyle bir kanıt sunmasına gerek yok. Başvurucu kadın yasayı hatırlatmasına rağmen, polisler kadını “Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezi”ne yönlendirmedi. ‘Eski usule döndük artık, darp raporun olacak ki seni sığınma evine gönderelim’ dendi. Kadın, bizzat devlet eliyle şiddet gördüğü eve geri gönderildi. (6 Nisan)
12 Nisan tecavüz günü ilan edildi ve TT yapıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına dair Cumhurbaşkanı kararının ardından koruma kararlarının keyfi olarak uygulanmadığı haberlerine “gerçek dışı” diye açıklama yaptığı gün Adana’da bir kadın savcılık yazısına, tehditler aldığı yönündeki beyanına ve şikâyetçi olmasına rağmen karakoldan koruma kararı alamadan ayrıldı.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Ankara'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmeye geldiğinde bir süre ayakta bırakıldı. Bu protokol krizi, Erdoğan’ın kadın haklarıyla ilgili yaklaşımının göstergesi olarak yorumlandı. (8 Nisan)
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararına itiraz etmek suç olarak görülmeye başlandı; protesto eylemlerine katılan kadınlar para cezalarına çarptırıldı. Kadınların Türkiye’nin her yanında İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak için yaptığı eylemler polis tarafından engellendi.İçişleri Bakanlığı, belediyelere resmi yazı yazarak soruşturma yürütür gibi temel görevlerini sorgulayıcı şekilde LGBTİ+ çalışmaları yürütüp yürütmediğini sordu. İstanbul Sözleşmesi kararına karşı eyleme katılan 4 mülteci kadın gözaltına alınarak İran’a geri gönderme merkezine sevk edildi. (5 Nisan) Diyarbakır’da Rosa Kadın Derneği üyelerinin de aralarında 26 kadın gözaltına alındı. 11’i tutuklanan kadınlara, daha çok ‘8 Mart’a niye katıldın?’ gibi sorular soruldu, ‘Tutuklanıyorsun ama bu İstanbul Sözleşmesi şeysi, temmuzda çıkarsın’ gibi sözler söylendi. (5 Nisan) İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararını meşru gösterme çabasına giren AKP ve kimi dinci gerici örgütlenmeler sözleşmeden çıkma kararı sonrasında kadına karşı şiddetin önlenmesi için yeni bir sözleşme “Ankara Sözleşmesi” açıklamaları yapmaya başladılar.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ UYGULANSAYDI…
En az 2 bin 336 kadın en yakınları tarafından öldürülmemiş olacaktı. (Sadece basına yansıyan haberlerden derlenebilen sayıdır) Sadece son üç yılda 331 şüpheli kadın ölümü gerçekleşmeyecekti. (Sadece basına yansıyan haberlerden derlenebilen sayıdır) On binlerce kadın can güvenliği nedeniyle polise, savcılıklara, mahkemelere koşmayacaktı, hastanelerde beden ve ruh acılarıyla tedavi olmayacaktı. Öldürülmüş kadınların çantalarından koruma kararları çıkmayacaktı. Şiddet uygulayıp bir de görüntülerini yayarak övünen erkekler cezalarını olması gerektiği gibi alacak, yeni şiddet olaylarını teşvik edemeyecekti. Kadın katilleri, çocuk istismarcıları kravat, boyun bükme, hakime saygılı davranma indirimleriyle kolayca tahliye edilmeyecekti. Kadınlar, polise başvurduklarında dinlenecek, oradan oraya gönderilmeyecek, suçlu gibi sorgulanmayacak, koruma kararı alınca, kendilerini güvende hissedecekti. ‘Çocuk istismarı’ ve ‘saygınlık indirimi’ sözcükleri bir mahkeme kararında yan yana gelemeyecekti. Ülke çapında Alo Şiddet Hattı, kadın danışma merkezleri, yeterli sayıda sığınaklar, cinsel şiddet kriz merkezleri ağı oluşturulacak, şiddete maruz kalanlara gerekli destek verilecekti. Her isteyen kameralar önünde ya da sosyal medyada kadınlarla ilgili cinsiyetçi sözler, tozlanmış ata sözleri, maniler, türküler söyleyip yürüyemeyecekti. Çocuklar kadın erkek eşitliğini, hiçbir cinsin diğerinden üstün olmadığını, toplumsal cinsiyet rollerinin anlamını, daha ana okulundan başlayarak öğrenecekti. Şimdi toplumsal cinsiyet eşitliği bilincine sahip bir 15 yaş kuşağına emanet edecektik geleceğimizi. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği değil, Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu kurulacaktı. İstihdamda, eğitimde, yargıda, siyasette, kısaca her alanda kadın temsili olması gerekene, yüzde 50’ye yakın olacaktı. Kız çocuklarının okuldan koparılması, evde ya da tarlada ücretsiz işgücü yapılması, erkenden evlendirilmesi mümkün olmayacaktı. Çalışma hayatında kadın mesleği/erkek mesleği diye bir ayrım kalmayacak ve kadınların yoğun olduğu sektörlerde ücretlerin düşük tutulması ayrımcılığına son verilecekti. İşyerlerinde, okullarda cinsel tacize karşı birimler oluşacak, mobbing uygulamalarına karşı etkin önlemler alınacaktı. İşyerlerinde, mahallelerde kreşler olacaktı. Eşit yurttaşlık bilinci kökleşmeye başlayacaktı. Kimsenin siyasi görüşü, inancı, anadili, mülkiyet durumu, doğum yeri, yaşı, medeni hali, engelliliği, cinsiyeti, cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği, sağlık durumu vb. nedenlerle ayrımcılığa uğramayacağı bir topluma doğru ilerlenecekti. Bütün bunların gerçekleşmesi kadına karşı şiddeti büyük ölçüde önleyecekti.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN SONRA SIRADA NELER VAR?
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılardan ve çekilme kararından sonra kadınların haklarına yönelik başka saldırılar da gündemde. AKP’yle işbirliği içinde olan cemaat ve tarikatlar Birleşmiş Milletler düzeyindeki 9 temel insan hakları sözleşmesinden biri olan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi CEDAW ve Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması için Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan Lanzorote Sözleşmesinden de ayrılmasını da istiyor. “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir” diyen Anayasa’nın 10. maddesinin kaldırılmasını, 6284 sayılı Şiddetin Önlenmesi Yasasının değiştirilmesini, Medeni Kanun’daki kadın haklarının tırpanlanmasını, kadınların nafaka ve velayet hakkının ortadan kaldırılmasını, evlilik yaşının 13’e indirilmesini, çocuk yaşta evlilik nedeniyle süren ceza davalarının düşürülmesini istiyorlar.