12 Mayıs 2021 02:00

İkizdere, siyaset ve hakir görmenin hakirliği

Bu tutum, bugüne kadar bütün politik çıktılarıyla AKP’yi doğrudan karşısına almamak için kırk takla atan liberallerin siyasi bilgiçliğinden daha politik, daha ilerici bir tutumdur.

İkizdere, siyaset ve hakir görmenin hakirliği

Fotoğraf: Evrensel

Ender Şiar ARGIN

İstanbul

Rize-İkizdere köylülerinin Cengiz Holding’in taş ocağı projesine karşı yaşam alanlarını korumak için giriştikleri mücadelenin ardından yeniden gördük ki memleketin herhangi bir yerinde, öyle ya da böyle çıkarları yöneten sınıfların (veya temsilcilerinin) çıkarlarıyla ters düşen bir grup yurttaşın eylemci davranışı olmasın. “Şak” diye vuruluveriyor masaya son seçim sonuçları... Ege’nin bir köyündenseniz itirazınız, şansınız var. Memleketin “aydını” desteğini lütfedebilir size ama İç Anadolu, Karadeniz gibi yerlerden çıkıyorsa sesiniz, işiniz zor! Ne o, oradaki AKP’nin oy oranları öyle? Kime neye itiraz ediyorsunuz? Hadi ettiniz, kimden hangi yüzle destek bekliyorsunuz! Oy verirken sordunuz mu memleketin aydınına da şimdi o çok değerli desteklerini bekliyorsunuz!

Tabii alışkınız, fiili hak mücadelesine canına tak ettiğinde girişen, gözden ırak, kavgasını bütün kaba-sabalığıyla veren, ağdalı sloganlarla değil kendini anlatacak düzeyde ajitasyonuyla meydanda olan, yani bir takım sosyal kuramsal formasyonları kılavuz edinerek değil de “el yordamıyla” direnen emekçilerin-köylülerin direnişinde meydana çıkan ve AKP’nin aldığı oy oranlarını hatırlatan bu çok bilmişlere. Somalı maden işçilerinin mücadelesinden İkizdere köylülerine aynı seçkinci tutumlara tanık oluyoruz periyodik olarak. İlk karantina uygulamalarında vatandaşın aldığı market ürünlerinin ne kadar “irrasyonel” olduğuna ilişkin tartışmaları da hatırlayalım. Aslında aynı siyaset tarzının farklı formlarda dışavurumu. Böyle bir tartışmayı genelde hortlatanlar da belli başlı gruplar; sosyal olana bağışıklığı olan sosyal bilimciler, kimi akademisyenler, reel siyasetin ikili düzeninde salınan siyaset elitleri, “aydın” sıfatına sosyal statüsü gereği potansiyel olarak erişenler ancak aydın tutumundan epey uzakta olanlar…

KÖYLÜLERİN TUTUMU VE ÖZCÜ YANILGILAR

Elbette derdimiz halk dediğimiz bu girift sosyal tabakanın, özel olarak da köylülerin “kaba sabalığını”, günlük çıkarcılığını ya da bencilliğini, çeşitli irrasyonelliklerini, yani karşılaşabileceğimiz en geri bilinç durumlarını övmek ya da uhrevi bir kudret atfetmek değil. Ancak sol-liberal sözde aydınların yaptığı gibi, halkı homojen ve hakir bir kategori olarak görmek, köylülerin-işçilerin politik tutumlarını durağanlaştırmak, bilinç düzeylerine de değişmez bir nitelik atfetmek çok daha problemli bir tutum.

Meseleye açıklık getirelim; jandarma ve polisiyle, medya ve valilikleriyle düzenin bütün aygıtlarına karşı haysiyetli bir mücadele veriyor Rizeli köylüler. Direnişin haysiyetini vurguluyoruz, çünkü bu nitelik, direnişin öznelerinin seçmenlik davranışları üzerinden değil, somut mücadele alanındaki, güncel karşılaşmadaki pratik tutumlarından geliyor. Ayrıca bu tutum, bugüne kadar bütün politik çıktılarıyla AKP’yi doğrudan karşısına almamak için kırk takla atan liberallerin siyasi bilgiçliğinden daha politik, daha ilerici bir tutumdur.

Sosyal yaşamı ve siyasal katılımı oy vermek ve oy verilen siyasi partiden hizmet beklemek olarak kodlarsanız, bu davranışlar üzerinden çeşitli özcü yanılgılara kapılmanız, düşünsel savrulmalara uğramanız mümkün oluyor. Örneğin İkizdere köylülerinin AKP’ye yıllarca oy verme motivasyonunu anlama ve bunu değiştirme gibi bir iddiadan uzaklaşırsınız. Çünkü İkizdere köylüleri toplumsal varoluşunu AKP’ye oy vererek gerçekleştirmiştir ve sonsuza kadar (AKP gibi bir parti kalmasa bile) AKP’ye oy vermeye devam edecektir. Ya da İkizdere köylülerinin AKP’nin yemlediği bir inşaatçı patronla karşı karşıya gelmelerinin, devletle karşı karşıya gelmeleri olarak deneyimlemelerini bilinç durumunda bir değişim potansiyeli olarak görme ve bunu değerlendirme çabasına girmezsiniz. Çünkü İkizdere köylüleri bütün irrasyonel siyaset akışından, onları özlemlerine kavuşturacak bir alternatifin yoksunluğundan, yaşam koşullarına ilişkin duyduğu kaygıdan, belirsizlikten, AKP dışında belki hiçbir politik organizasyonla tanışma şansı bulamamasından (siyasal organizasyonların da onu hedeflememesinden) vb. değil de kendi özcü-devletçi-sağcı düşünsel kodları ve algoritmaları sebebiyle AKP’yi asla karşısına al(a)maz.

SEÇKİNCİLİĞİN KÖKLERİ

Bizzat içinden çıktıkları ve ürünü oldukları toplumsal gruba, yurttaşına değişmez bir öz atfetmek, içinden çıkılmaz bir geri bilince hapsetmek sağlı sollu Türkiye liberallerine ya da CHP elitlerine özgün bir düşünsel tutulma değil. Japon mafyası Jakuza’nın devlet-bürokrasi hakimiyetini halkın “ahmaklığına” yoran Japon düşünürlerden, Çernişevski ve Herzen’den halkçı diskuru devralan Rus popülist aydınlarının “halka gitme” çabasına karşı köylülerin kendilerini “ilginç giyinen yaratıklar” olarak ihbar etmesinden sonra yaşadığı “bu halktan bir şey olmaz” hayal kırıklığına, pek çok örnek sayılabilir. Kolonyalizm tarihinin bütün söylem haritasında da bu türden özcü, işgale-yıkıma zemin hazırlayan, ırkçı, “aşağı insan” yaklaşımlarını buluruz. Uzaklara gitmeyelim, bu topraklarda da hiç yok değildi bu düşünce tarzı. Osmanlı’nın 19. yüzyıldaki devlet bürokrasisi restorasyonu ve muhafazakâr modernleşme stratejisiyle uyumlu bir politik pozisyondu seçkincilik. Örneğin Ahmet Cevdet Paşa, toplumun bir özne olarak söz almasını “fitne-fesat alameti” sayıyordu. Ona göre Fransız Devrimi’nin fesadı, idarenin “erazil”e (ayak takımı, reziller) kalmasıydı. Namık Kemal de iyi idare ve özgürlük talebini “aşağıdakilerle”, avamla ilgili bir iş gibi düşünmüyordu. Aziz Nesin tarafından Türkiye aydınının diline pelesenk edilen önermeyi de hepimiz biliriz.

Bu “milletin”, doğumundan itibaren sağcı-devletçi partilerin tedrisatından geçtiği için sağcı olduğuna, devletçi kodlarla kilitlendiğine ilişkin söylemler bugün üretilmeye başlanmadı. Bir de bu söylemin aydın-akademisyen-liberal çevrelerden yeniden üretildiğini düşünün, bu pazarın üreticileri de tüketicileri de hala çok fazla. O zaman biz de dönüp dolaşıp yeniden anlatacağız, halkın, işçilerin, köylülerin, mayasından değil ama sosyal-politik oluşumu itibariyle değiştirici potansiyele sahip olduğunu, bütün politik davranışların belirleyicisinin sosyal koşullar olduğunu, asıl bu koşullarla öyle ya da böyle karşı karşıya gelinen eylem anında onu hakir gören seçkinciliğin ne denli zavallı olduğunu…

* Bora, Tanıl(2020), Cereyanlar, İletişim Yayınları, İstanbul, sf. 32

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İhyanın aslı

İhyanın aslı

Maraş depremlerinin ardından geçen iki yılda ne yiten on binlerce canın hesabı sorulabildi ne de kalanların bir derdine derman olundu. İki yıl sonra iktidar, ”Asrın İhyası” sloganıyla toplumu aldatmaya çalışıyor. Oysa asıl ihya ihaleler, inşaatlar, rezerv alan ilanları, teşvikler, vergi indirimleriyle, depremi gerekçe eden siyasi baskılarla geldi.

Teslim edilen konut sayısı ihtiyacın 3'te biri.

Deprem bölgesinde 'rezerv alan' kılıfıyla halkın evleri, arsaları gasbedildi.

Deprem işçiye yoksulluk, sermayeye 'fırsat' oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et