“Alkol kısıtlaması” ve genelgeler
Anayasa Hukuku derslerinde öğretilen birçok temel ilkeye aykırı olan bu kararların, bizlere teorik olarak öğretilenlerle pratikteki halleri arasındaki çelişkileri bir kez daha sorgulatması gerekiyor.
Fotoğraflar: Pixabay
Doğa SÜMER
İstanbul Üniversitesi
“Tam kapanma” döneminde İçişleri Bakanlığı genelgesi ile getirilen alkol yasağını tartışıyorken kendimizi bir anda bakanlığın yayınladığı bir genelge ile marketlerden sadece temel ihtiyaçlarımızı karşılayabileceğimizi emreden kararlarla bulduk. Trajikomik bir şekilde marketlerden şampuan, ped gibi ürünleri alıp alamayacağımız sorularının cevaplarını aramaya başladık. Ücretsiz olarak dağıtılması gereken bir ürün olan pedin bulunduğu rafların kapatıldığını, kadınların sağlığının adeta yok sayıldığını gördük.
Bakan Soylu, alkolden kaçınmanın DSÖ’nün bağışıklık sistemini güçlü tutmak için bir önerisi olduğunu ve alkolün sosyal mesafenin ihlaline yol açtığını söyleyerek alkol yasağını savundu. Bunun yanında alkol yasağının siyasallaştırılmamasının, ideolojik bir tavır sergilenmemesinin gerektiğini söyledi. Ancak hükümetin salgının başından itibaren “virüsle mücadele” adı altında aldığı önlemler oldukça sınıfsal ve ideolojik iken bu yasağı da her geçen gün artan baskıcı ve gerici politikalardan ve bunun politik yönünden ayrı olarak değerlendirmek oldukça komik olacaktır. Alkol, iddia edildiği gibi Avrupa ülkelerinde salgın döneminde hiçbir zaman tam anlamıyla yasaklanmadı. Sadece, Almanya’da geceleri alkol satışları durdurulurken, Fransa’da gece partilerini önlemek için sokakta alkol içmek kısıtlandı.
HUKUKİ DAYANAĞI OLMAYAN BİR YASAK
Uygulanan bu alkol yasağının ise herhangi bir hukuki dayanağı bulunmuyor. Salgının başlarından beri genelge ile yani idari düzenleyici bir işlem ile kısıtlanan ve kişinin özgürlük alanına giren hususlar ancak kanunilik ilkesi gereği TBMM’de çıkan bir pandemi kanunu ile veyahut ilan edilen olağanüstü hâl ile mümkün olacaktır. Kaynak olarak gösterilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ise sınırlamalara dair açık bir dayanak bulundurmuyor. Uygulama adeta kanunsuz emir niteliği taşıyor. Anayasa’nın 137. maddesi gereğince kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse yerine getiremeyeceği ve bu aykırılığı o emri verene bildireceği belirtiliyor. Doktrinde bir başka görüş ise genel sağlığı ilgilendiren genelgelerin Sağlık Bakanlığınca yayınlanması gerektiği… İçişleri Bakanlığının bu konuda yetkili olmadığını ve uygulamanın dinsel bir temele dayandığını iddia edip genelgenin anayasanın 24. Maddesine açıkça aykırı olduğunu savunuyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin gece vakti kaldırılması gibi kararname ile Boğaziçi’ne kayyum rektör atanıp yeni fakülteler açılması gibi ne yiyip ne içeceğimiz, marketten ne alıp ne alamayacağımız da yine genelgeler ve kararnameler ile tek bir kişinin ağzından çıkan sözler ile belirleniyor. Parlamento adeta işlevsiz hale getiriliyor. Vatandaşın içinde bulunduğu çember daha da daralıyor ve içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Salgının en kritik aşamalarında lebaleb kongreler yapılıp tarikat liderlerinin cenazelerine gidilebilirken, üretim olukça sağlıksız koşullarda durmaksızın devam edebilirken; halkın her türlü özgürlük alanına pandemi bahanesiyle müdahale ediliyor ve bu müdahalenin siyasi bir amacı olmadığı iddia ediliyor.
HUKUKSUZLUKLARA KARŞI SESİMİZİ YÜKSELTELİM
Temel hak ve özgürlüklerin genelgelerle engellendiği, normlar hiyerarşisinin hiçe sayıldığı, insanların yaşam tarzlarına müdahalenin ve baskının her geçen gün daha da arttığı, ülkenin adeta kararnameler ile yönetilmeye başlandığı bu dönemde gerçekleşen hukuksuzluklara karşı ses yükseltmenin ve bir araya gelmenin ne kadar önemli olduğunun farkında hareket etmeliyiz. Özellikle hukuk fakültesi öğrencileri olarak bizlere Anayasa Hukuku derslerinde öğretilen birçok temel ilkeye aykırı olan bu kararların, bizlere teorik olarak öğretilenlerle pratikteki halleri arasındaki çelişkileri bir kez daha sorgulatması gerekiyor.