Yergici Ali Yüce için
Tacim Çiçek, Şair ve Yazar Ali Yüce'yi yazdı.
Ali Yüce | Fotoğraf: Mahmut Turgut
Tacim ÇİÇEK
Ülkemizin nehirleri gibi yatağını derinleştirip dünyanın şiir denizlerine dökülen şairlerim vardır. Bunlardan biri de Ali Yüce’dir. Kitaplığımda imzalı birçok şiir kitabı durur. Özellikle Damar’da yayımlanan şiirlerini tekrar tekrar okurum. Üstelik de öyle sessizce falan değil. Bağıra çağıra… Çünkü A. Yüce, genellikle yaşadığı çevreyi, toplumsal sorunları yansıtır şiirlerinde. Taşlamayı iyi kullanır. Usta bir yergicidir. Yergi ve eleştirinin ağır bastığı toplumcu şiirleri sesçildir. Bu yüzden de mırıldanarak ya da gözle okunmayı değil, sesli okunmayı dayatır adeta. Şiirleriyle, şoka girmişleri kendine getirir. Şiirleri, özgün ve aykırı sözcüklerden oluşmuş parmaklarıdır onun. Dokunarak ürpertir uyumuşları ve uyurgezerleri. Uyumamıza, göz yummamıza ya da dalıp dalıp bir hiçliğe yol almamıza engel olur.
SÖZCÜK KAYIKLARIN KAYIKÇILARI
Gerçek şairleri, sözcük kayıkların kayıkçıları olarak düşünürüm. Kendimi de öylece bekleyen ıssız kıyılara benzetirim. O kayıkçılar, kıyılarıma çıkar sözcük kayıklarıyla. Ki üşüyen tenimi ısıtayım diye. O kayıklardan parçalar çalarım. Isınırım ve bakarım ki sözcük kayıklar yanaştıkları gibi dururlar yine de. Ve bir başka ıssız kıyıya yolculuğa hazırlanırlar. Bu yüzden söylenilenleri ve yazılanları fazlasıyla hak eder gerçek şairler. Pencereden dışarı bakarken, camı asla unutmazlar. Şiirleri hem yaşamın içindedir hem de yaşamın bir adım önünde, ötesindedir. Dile dahil olmakla birlikte, yazıldığı dili de aşan bir içselleştirmedir şiirleri onların. Okuru kapsar. Şairler, evrenselleşmiş bireyler olduklarından felsefesiz, bilimsiz ve kavgasız olamazlar. Kendilerinden yola çıkarlar belki, ama dünyayı ve insanlığı anlatırlar bize...
Böylesine dolu şairlerin şiirleri onlardan bağımsız bize açılan çoklu ve renkli yollardır. Bu yüzden salt mantıkla şiir yazmazlar. İletilerini elmanın içindeki vitamin gibi şiirlerine yedirirler. Böyle biridir işte Ali Yüce de. Öylesine bir birikimi, işçiliği ve şiire, edebiyata emek vermişliği bulunan bu güzel insanı öyle veya böyle tanır, şiir ve edebiyat tutkunu kişiler. Yine de önceleri şiirlerinden tanıdığım, daha sonra ilk defa (iki gün) Devrek’te (1992 temmuzu) ve birkaç kez de Damar’ın bürosunda birlikte olduğum Ali Yüce’yi 29 Nisan 2015’te yitirdik.
Ali Yüce, 1928’de Yayladağı’nın Hisarcık köyünde doğmuş. Doğar doğmaz başlamış yaşam kavgası. 18 yaşına dek çobanlık, ırgatlık yapmış. Bir kilo unluk için sabahtan akşama dek sırtında taş çekmiş. Bir hasır parçasının üstünde başlamış öğrenimi. Yeni ABC ile köyünde açılan “Gece Mektebi”nde tanışmış. Kısa sürede okuma-yazma öğrenmiş. Hem davar gütmüş hem de ilkokulu dışarıdan bitirmiş. Düziçi Köy Enstitüsüne kaçarak gitmiş. 1951’de bitirmiş enstitüyü. Hatay’ın köylerinde, kasabalarında 10 yıl öğretmenlik yapmış. Ve kendi kendine İngilizce öğrenmiş. 1961’de Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümünü dışarıdan bitirmiş. İngilizce öğretmeni iken emekli olmuş. İçinde hep var olan şiire daha bir coşkuyla sarılmış ve sığınmış. Aslında şiirleriyle öğretmenliğini bir arada sürdürmüş demek yanlış olmasa gerek. Yayımlanmış yapıtları yirmiye yakın, ödülleriyse iki elin parmak sayısından fazla. Roman, deneme, düzyazı ve şiirler yaratan Ali Yüce’nin Damar’da yayımlanan şiirlerinin ayrı bir havası vardı. Söylemi bir başkaydı. Söylemi kendine hastı. Ender şairlerdendi o.
KENDİSİ OLABİLMEYİ ÖNE ÇIKARDI
Bana göre Ali Yüce, şiirlerinde Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı bir başka biçimde aktarıyordu. Halkının geçmişten günümüze acılarını, sevinçlerini, umutlarını, özlemlerini, insanca yaşama hasretliklerini ve ekmeğe, işe susamışlıklarını bir aydına, şaire yakışır biçimde dillendiriyordu. Bu yönüyle toplumcu gerçekçiydi. Yalın yazarken bile halk şiiri geleneğinden, sesinden, biçeminden yararlanıyordu. Özenmiyor, gibi yazmıyordu. Kendisi olabilmeyi öne çıkarıyordu. Sözcükleri seçerek azaltıyordu. Damıtıyordu. Kimi zaman Nasrettin Hoca, kimi zaman İncili Çavuş, kimi zaman da Dadaloğlu, Karacaoğlan, Serdarî, Nefî ve Şair Eşref olabiliyordu. O şiirinde bunların özgün bir senteziydi. Özünü insanımızdan ve insanlıktan almıştı. Görünüşte çok basitmiş gibi insanı yanıltan şiirleri, çizgisi sağlam karikatürler gibi sağlam dokuya sahipti.
Çiçeği burnunda bir şairken kitaplarımı göndermiştim. Onurlandıran bir mektup almıştım ondan. Demişti ki: “Sevgili Tacim, kitabını aldım, teşekkür eder, kutlar, nice kitaplar ve güzel şiirler üretmeni dilerim. Şiirlerin ilk denemelerin olmalarına karşın senin sandığın gibi “acemi” işi değil. Oldukça başarılı dizelerin var. Yalnızca az da olsa eski sözcük kullanıyorsun ki bu zararlı olabilir. Kimi sözcükleri de sık yinelemişsin, bunlar da okur üzerinde klişeleşme etkisi yapabilir. “Fesleğen” ve “eylül” sözcükleri gibi… Bunların her biri saydığım kadarıyla 10 kezden daha çok kullanılmış. Şiirlerinden hapiste yattığın anlaşılıyor. Hapse girmeden de hapishane şiiri yazılır, ama onlar dıştan bakarak yazarlar. Sen içeriden bakarak yazdığın için bu kanıya vardım. Geçmiş olsun der, başarılar diler, gözlerinden öperim.” (Ankara/13.7.1989) Ve tam 3 yıl sonra, yine bir temmuz günü Devrek’te Ali Yüce ile tanışmıştım. Şiirlerim, yazılarım üstüne konuşmuştuk. Öykü kitaplarımı imzalamıştım ona. Fotoğraf çektirmiştik. Son gece uzun bir masada karşılıklı oturmuştuk, Ali Yüce’nin eşi de vardı. Hüseyin Yurttaş, M. İzgü, Burhan Günel, Bora Alagöz, Türkel Minibaş, adlarını unuttuğum birkaç dost daha… Yazdığı gibi konuşan, konuştuğu gibi yazan biriydi… Hazırcevap olduğuna tanık olmuştum. Bunu Hatıralar Manavkuyu adlı kitabımda uzun uzun anlatmıştım.
GEÇMİŞİ BUGÜNE, BUGÜNÜ YARINA BAĞLAMAK
Eğer Ali Yüce gibi geçmişi bugüne taşıyan, bugünü yarına bağlayan devrimci damarlarımız olursa yaşamın ve tanıklığımızın anlamı olur. Şairlerini, yazarlarını iyi tanıyan, okuyan ve anlayan insanımız çoğaldıkça özlemlerimiz gerçekleşir. Müdahilliğimiz, muhalifliğimiz ve mücadeleciliğimiz onların bize kattıklarıyla ve katacaklarıyla daha da güçlenir, zenginleşir. Bu yüzden Ali Yüce’leri sahiplenmek en çok da gelecek ve kardeşçe bir yaşam sevdası olanların hakkıdır.