Kente, doğaya ve halka ihanete karşı İTÜ’den bir ses
İTÜ’de Kanal İstanbul’a karşı bir araya gelen ve projeye karşı İTÜ’lü öğrencilerin sesi olmayı amaçlayan Ya Kanal Ya Geleceğimiz Platformu ile ilk günden bugüne yaptıklarını ve yapacaklarını konuştuk.
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
1) Öncelikle Ya Kanal Ya Geleceğimiz Platformu nasıl bir araya geldi, Kanal İstanbul projesine neden itirazınız var? Platfom olarak ne amaçlıyorsunuz?
Esra: 2020 senesinde projenin, 2023 hedefi olarak hayata geçirilmesi için somut adımlar atılmaya başlanınca, İTÜ’lü kente, doğaya ve halka dair hassasiyetleri olan bir grup öğrenci olarak ne yapabiliriz arayışı üzerinden birbirimizi bulduk. Bir araya geldiğimizde belki de bizim de konuya dair fikirlerimiz ve görüşlerimiz tam oturmamıştı fakat birlikte yaptığımız okumalar, incelemeler, gündem takipleri ile Kanal İstanbul’a ve bu minvalde olan uygulamalara karşı kendimizde bir bilinç yaratarak yani öncelikle kendimizi inşa ederek bir araya geldik. Projeye dair fikrimiz; kente, doğaya ve halka tartışmasız bir ihanet olduğu yönünde. Kentin içinde yapmak ya da dönüştürmek için yeterli alan kalmaması sebebi ile bilime tamamen aykırı olarak bir su yolunun inşası aracılığıyla dikkati toplayıp yeni bir kenti, doğayı ve çevreyi geri dönüştürülemez bir şekilde katlederek ve bütün itirazları kulak arkası edip hatta “Ne derseniz deyin yapacağız” şeklinde dikte edilen bir projeye karşı, toplum yararını ilke edinmiş, doğaya ve çevreye duyarlı kimsenin itiraz etmemesi pek olası değil. Platform olarak tabii ki en temel amacımız projeyi yaptırmamak ve bu yolda alt amaç ve araçlar olarak projenin yıkımına dair İTÜ’lü sıra arkadaşlarımızı bilinçlendirmek ve onları da bu mücadelenin bir parçası haline getirebilmek.
Çağla: Platformun bir araya gelme sürecinde ben bulunmadım ancak pandemide nazaran daha aktif oldukları dönemde aralarına katılım sağladım. Nazaran kısmı da zaten çalışmalarımızda ve projeye itirazımızda etkili bir nokta oldu. Evlerimize daha çok kapandığımız bu dönemde ülke gündemini daha çok sorgulamaya başladık ve adım atma konusunda cesaretimiz giderek katlandı diyebilirim. İstanbul Depremi gerçekleşse ev ile sokak arasında yaşayacağımız sıkıntılardan, hükümetin projenin gerçekleşmesi konusundaki ısrarlarına kadar geniş bir spektrumda durumu değerlendirdik. Kimse inatla sağlıksız konutlarımızın iyileştirilmesi için veya pandeminin etkisini azaltarak okullarımıza dönmemiz için çabalamazken İstanbul’a ve ülke geneline olumsuz etkisinin bariz olduğu bir projeye neden bu kadar ısrar ediliyor ve halka gerçekten yararı olacak girdilere para bulamazken absürt bir projeye tüm ülkenin varlığını hibe edebiliyor? Bunlar gibi sayamayacağım daha birçok soru itirazımızın temellerini oluşturuyor. Yani sadece bir çevre sorunu olarak tek boyutlu olarak ele almıyoruz konuyu. Bu proje bir ekonomi sorunu, ülke sorunu, siyasi sorun, sosyal sorun ve daha niceleri… Biz de platform olarak bu farkındalığı yaratmaya ve sesimizi yükseltmeye çalışıyoruz. Hedef kitlemiz tabii ki öncelikle kendi üniversitemizin bileşenleri ancak burası ile sınırlı kalmayarak kentlerimize ve ülke gündemine sesini çıkartması gereken her bireye ve topluluğa seslenmeye, beraber üretmeye çalışıyoruz. Sadece Kanal projesi konusunda bir çözüm bulmak değil beraberinde gelen veya gelebilecek sorunlara da çözüm arama derdindeyiz. İnadına gündemine bir karşı duruş sergiliyoruz.
“KANAL PROJESİNİ YAPTIRMAYACAĞIZ”
2) Kanal İstanbul projesi süreç açısından zaman zaman gündemden uzak kalsa da belirli periyotlar ile Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri haline gelebiliyor. Platformun böyle tansiyonu yüksek bir konuya yönelik çalışmaları nasıl şekillendi, projeye karşı olma durumunu nerelerde nasıl yansıtabildiniz?
Esra: Platform olarak Kanal İstanbul projesini ekonomik güdümlü devlet politikalarının diğer yıkıcı uygulamalarından ya da Türkiye’nin kalan gündemlerinden kopuk olarak hiçbir zaman değerlendirmedik. Bu politikaların, uygulamalarının sebep ve sonuçları ve ülke gündeminin genel seyri dolaylı yollardan Kanal İstanbul projesini de bağlıyor. Sanıyorum bu bağlamı takip ettiğimiz ve sadece Kanal İstanbul’a dair bir açıklama ya da gelişme duyurusu yapıldıkça alevlenen ve devamında sönümlenen bir çizgi takip etmediğimiz için, süreçler boyunca görece aktifliğimizi korumayı başardık. Kente, doğaya ve halka ihanet olan bütün proje ve uygulamalar küçük ve büyük ölçekte Kanal İstanbul projesinin yapımı halinde yaşatacağı yıkıma dair bize fikir verebiliyor. Bunları mega projeler diye tabir edilen noktalarda, maden sahalarında, HES projelerinde, ihalelerde, tahsislerde görüyoruz. Bunlar ile Kanal İstanbul arasına bir köprü çekmek hem Kanal İstanbul’un vadettiği yıkıma dair hem de genel olarak kamu yararına değil sermaye yararına olan her atılımın etkilerine dair bir anlam bütünlüğü oluşturuyor. Bu noktalarda, bakış açımızı konumlandırışımız itibariyle, kamu yararını öncülleştiren çizgimizden geri adım atmamamız bizi dinamik tutuyor diye düşünüyorum. Böylece başta üniversitemiz olan İstanbul Teknik Üniversitesi olmak üzere, var olabildiğimiz her alanda; kente, doğaya ve halka ihanet olan projelerin en dramatiği olan Kanal İstanbul’a karşı duruşumuzu sergilemeye gayret ettik. Projenin problemli yanlarını, yapılması halinde kent ve kentliyi nasıl etkileyeceğini, halkın cebine nasıl yansıyacağını, projenin kimin ve ne için yapıldığını, çevresel ve iklimsel olarak nasıl bir facia yaratacağını gibi farklı uzmanlar ve akademisyenler davet ederek bilim ışığında inceledik ve bilgisini yaymaya çalıştık. Proje ve projeyi bağlayan benzer konular üzerinde tartışmalar başlatıp sıra arkadaşlarımızı bu konular üzerine kafa yormaya davet ettik. Kanal güzergahında bulunduğu için yok olacak olan alanlara arazi gezileri düzenledik ve somut gerçeklikle yüz yüze gelmeye çalıştık. Kente, doğaya, halka ihanet projelerinin eylemlerinde bulunarak üniversiteden sesimizi sokağa taşıdık. Süreçler boyunca hem Kanal İstanbul projesine dair hem de ülkenin diğer benzer gündemlerine dair içerik üreterek farkındalık oluşturmayı amaçladık. Belirli periyotlar ile Türkiye’nin en önemli gündemi olsa da biz Kanal İstanbul projesini her zaman gündemimizde tutmaya devam ettik ve bu çabalar sonucu yeni arkadaşlarla ve bizimle benzer kaygılar taşıyan diğer topluluklar ile yollarımızı kesiştirerek platformumuzu büyüttük. Böylece, daha çok alanda daha çok kişiyle farklı metotlar üzerinden “Kanal projesini yaptırmayacağız” demenin yollarını inşa ettik.
Çağla: Çalışmalarımızda ülke gündemini takip etmezsek herhalde gerçeklikten uzak, herhangi bir yaraya parmak basmayan bir durumda kalırdık. Kanal İstanbul projesi, ülkenin sürekli gündemine taşınan bir konu değil. Hükümet, sadece belirli periyotlarla özel sektörün ağzını sulandırmak için gündeme taşıyor. Biz de etki alanımızı her seferinde genişletmeye çalışarak, “Tamam bugün ülke gündeminde ne var ve Kanal İstanbul ile ilişkisini nasıl kurabiliriz?” diyerek yola çıkıyoruz. Açıkçası sorunların ilişkisini kurmak hiç zor olmuyor. Ülkedeki kadın sorunundan ekonomik sorunlara, çevre sorunlarından öğrenci sorunlarına kadar hepsinin temel dayanağı ve temel çözüm adımları bariz belli. Hepsi etkili örgütlenme bağlarını gerektiren, birlikte üreterek beraber sesimizi yükseltmemiz gereken toplumsal sorunlar. “Beni ilgilendirmiyor” diyebileceğimiz ve arkamızı dönebileceğimiz meseleler değil. Arkamızı dönmemiz bir seçenek ama arkamızı döndüğümüzde de başka bir sorun karşımıza dikiliyor. Sanırım cebine sürekli para giren burjuvalardan birisi olmadığımız sürece sorun çemberinin dışına çıkamıyoruz. Bu yüzden de çalışmalarımızda bizim toplumdaki konumumuzu zora sokan, her gün bizi daha da fakirleştiren veya hiç etmeye çalışan her türlü konuda üretim yapmaya çalışıyoruz. Düşünmemizi ve üretmemizi engellemeye çalışan okulumuzun kalabalık programının izin verdiği ölçüde sürekli hale getirmeye çalıştığımız canlı yayınlarımız, haftalık tartışma serilerimiz, atölyeler, podcastler ve haber bültenlerimiz ile karşıtlığımızı yansıtıyoruz. Karşıtlığı “karşıt olmak için” yapmadığımızı da belirtmem gerekiyor sanırım, karşıt olmamız gerektiği ve buna zorunda olduğumuz için yapıyoruz.
İRADEMİZİ YOK SAYMAYA ÇALIŞIYORLAR
3) Projede “Ne kadar karşı çıksanız da yapacağız” gibi bir anlayışın nedenini nerede görüyorsunuz? Türkiye’nin ve gençlerin bu projeye cidden ihtiyacı var mı, yoksa kimin var?
Esra: Projeye dair somut atılımlar yapılmaya başlandığından beri ortaya sürülen manşetlerden en çok kullanılanı “kamu yararı” ya da “milletimiz için” gibi ibareler. Bu söylemlerin ortak noktası proje halk için ve ülkenin ekonomisi için yapıldığı kurgusu. Ama baktığımız zaman yakın zamanda devlet garantisi de verilen ve halkın cebine mal olacağı kesinleşen projenin ülke ekonomisine bir girdisi yoktur. Devlet ve sermaye grupları arasındaki özellikle inşaat sektörü üzerinden şekillenen güçlü ilişki kent içindeki rantın azalması ile yeni rant kapılarının arayışını mecbur kıldı ve bu arayışın cevabı Kanal İstanbul’un su yolunun etrafına inşa edilecek yeni kent olarak cevaplandı. Bu noktada kurulan ilişki itibari ile iktidarın sırf halk istemiyor diye basitçe geri adım atması pek olası görünmüyor. “Ne kadar karşı çıksanız da yapacağız” gibi söylemlerde, iktidar bugüne kadar getirdiği ve gücünü aldığı ilişkilerini korumak adına bu projeyi ne pahasına olursa olsun dayatma yolunu seçtiğini ve bunda da oldukça otoriter olduğunu görebiliyoruz. Gelecekleri güvencesiz ve meçhul olan biz Türkiye gençliğinin ya da halihazırda açlık sınırına yakın koşullarda yaşayıp sömürülen emekçi kesimin bu projeye hiç ihtiyacı yok. Yani bizim, halkın, bu projeden karı olmadığı gibi zararımızın olduğu bir noktada iktidar saflarından ne pahasına olursa olsun yapılacak dayatmasını görüyoruz. Durum böyle olduğu için yapılacak tek şey çok daha iyi örgütlenmek çok daha yüksek bir itiraz sesi yükseltmek ve zorla yaptırmaya gayret edenlerin karşısına “Hayır yaptıramazsınız” diye net bir şekilde dikilebilmek.
Çağla: “Ne kadar karşı çıksanız da” ifadesi birçok anlama denk düşebiliyor ama hepsinden önce bizim irademizi amaçlarına ters düştüğü için her zaman yok saymaya çalışacaklarını gösteriyor. Toplumsal boyutunun ötesinde bilimsel olarak da zararı kanıtlanan bir projenin yapılmasında ısrar edilmesinin tek bir karşılığı olabilir ki o da projenin yapılması konusunda diretenlerin büyük bir kazanç sağlayacak olmasıdır. Olumsuzluklarından hükümet veya büyük şirket sermayedarları etkilenmeyecek. Devlet şirketlere zararlarını karşılayacaklarına dair garantiyi geçtiğimiz günlerde resmi olarak sundu. Kanal olsun ya da olmasın kentlerdeki mega projelerin zararlarını her zaman kentin kırılgan gruplarını oluşturan kesimler ödüyor. Kanalın tetikleyeceği depremin zararını, çevre kirliliğinin zararını, vergi yükünü ve daha nicelerini yine biz ödeyeceğiz. Bizim cebimizden çıkacak 50 lira ile onların cebinden çıkacak 50 lira ne yazık ki aynı değere sahip değil. Söyledikleri gibi istihdam yaratacak bir proje de değil. İnşa sürecinde bir kesimin iş arayışına cevap verecek olsa da proje bittikten sonra tamamen lüks konut ve turizm alanına çevrilecek bölgede ne tarz bir istihdam açığa çıkabilir? Halihazırda soylulaştırılan bölgelerdeki senaryolarda olduğu gibi ihtiyaç sahiplerine iş alanı yaratmasının aksine var olan üretim ve çalışma alanları da yok olacak. Mezun olunca işsizler ordusunun neferi haline gelen veya geçim derdi yüzünden okulunu bırakmak zorunda kalan gençlerin yarasına derman olmayacak. Projeyi inşaat sektörüne canlılık kazandıracağını düşünerek ele alsak bile, yine büyük şirketlerin büyük sermayedarlarına para akışının hızlanmasından başka bir sonucu olmayacak. Öğrenciler için de durum pek iç açıcı değil. En basitinden İstanbul’un ortasında oluşturulan adada okulu bulunan gençlerin geçişlerde cebinden daha fazla para çıkmayacağını düşünemeyiz herhalde. Devlet bizim taleplerimiz yerine, şirketlerin talebine göre fon aktarımı yaptığı sürece projeye kimin ihtiyacı olduğu ve neden bu kadar inat ettiklerini anlamak pek zor değil.
PROJENİN ETKİLERİNİ GENİŞ KİTLELERİN GÜNDEMİNE TAŞIMALIYIZ
4) Tüm ısrarlar ve atılan adımlara karşı sizce Kanal İstanbul’a karşı olan itirazlar yeterli mi, bu projeyi yaptırmamak mümkün mü, mümkünse nasıl mümkün?
Esra: Bu projenin kente, doğaya ve halka ihanet olduğu noktasında mutabık olabilmenin oldukça zahmetsiz olması sebebi ile ülkenin her kesiminden bu projeye karşı seslerin yükselmesi gerekir ve gerçekten bu noktada projeyi kesin olarak yaptırmamak mümkün olabilir. Fakat, bugün örülen mücadeleye ve itirazların yüksekliğine bakarsak bu noktada bir seyreklik olduğunu söylemek kolay. Konuya dair çalışan bir koordinasyon olmasına ve topyekûn olarak çevre örgütlerinin her birinin projeye karşı konumlanmış olmasına rağmen, şahsi fikrim projeye karşı hala yeterli tepkinin oluşturulamadığı yönünde. Bunun pek çok sebebinin olabileceğini kabul etmekle birlikte, benim için en çok ön plana çıkan noktası bu itirazların şekillendiği noktanın halkın ajandası ile tam anlamıyla uyuşmuyor olması. Her şeyden önce, bütüncül bir mücadele örgütleyebilmek için halkın seviyesine inen bir netlik ile, projenin kent için, doğa için, iklim için nasıl bir tehlike arz ettiği ile birlikte bugün her gün yaşam mücadelesi veren ve her ayın sonunu görebilmek için didinen, toplumun temeli olan emekçi kesim için ne anlama geldiğini de yüzde yüz netlikte aktarmak zorundayız. Bugün itirazlarımızı şekillendirişimiz çok daha akademik ve üstel bir perdede kalıyor. Fakat proje doğası itibari ile içinde sömürülecek daha fazla alan barındırmayan kent merkezinden rantı çıkarıp sermaye grupları için dönüştürülecek yeni bir alan yaratma çabası olması nedeniyle halkın ve emekçinin tam karşısında bir projedir. Bu sebeple, kanal güzergâhının tam hattındaki toprak parçasında tarım yapan kişi ile, Anadolu’nun herhangi bir yerinde belki projeden haberi dahi olmayan bir kişinin benzer şekilde sömürüleceği ve başkaları zenginleşirken fakirleşeceği bu da yetmiyormuş gibi bir de çevre ve doğa tahribatıyla geleceğinin tehdit edileceğini aktarabildiğimiz noktada başarılı olabiliriz. Sanıyorum ki biz de bu düşüncelerle platformumuzun ismini “Ya Kanal Ya Geleceğimiz” koyarak İstanbul özelinden çıkarıp bütün ülkenin geleceğini alakadar ettiğini hatırlatan bir noktaya koymayı hedefledik.
Çağla: Kesinlikle itirazlar ve tepkiler şu anki haliyle oldukça yetersiz. Ancak tamamen etkisiz diyemeyiz. Etkisinin artırılabilmesi için projenin etkilerini geniş kitlelerin gündemine taşımayı ödevimiz haline getirmemiz gerekir. Yoksa projeyi yaptırmamak mümkün olmayacak. Bunu mümkün hale getirmenin tek ve gerçekçi yolu dayanaklarını yerelden alarak büyüyen örgütlü bir harekettir. Bizim platformumuz gibi etkisi sınırlı ve nicel olarak yetersiz görünebilen topluluklarının kıymetini göz ardı edemeyiz. Büyük kitlesel bir harekete dönüşmesi için bu tarz yerel toplulukların sayısının artırılması ve herkesin elinden geldiği kadar katkı sağlaması gerekiyor. Öğrenciler açısından bunlar üniversitelerinde veya liselerinde oluşturacakları çevre topluluklarıyken; toplumun geri kalanı için mahalle veya iş yerlerinde oluşturdukları topluluklardır. Ancak projeyi yaptırmamak tek amaç olmamalıdır. Devlet bugün bu projenin yapılması için diretirken yarın başka bir proje bunun yerini kolaylıkla alabilir. Projeler bir amacın ötesinde araç olarak kullanılarak “yeni şehir” gibi başka çıktılara hizmet ediyor olabilir. Bu yüzden etkin ve kapsamlı çalışmaların “Benim gücüm veya vaktim yok” demek yerine (gerçekten 3-5 demeden) elimizden geldiğince büyütülmesi gerekiyor. Bir topluluğun etkin bir üyesi olunamasa bile projeye karşı bir duruşun sergilenmesi, gelişmelerin ve etkilerinin paylaşılması, çeşitli yerlerde tartışılması gibi bireysel olarak da yapılabilecek birçok yöntem mümkün. Siz katılım sağlayamasanız da başkasının katılması ve itiraz etmesi için imkân sağlamanız pratik bir çalışma kadar değerli olacaktır.