37 yaşındaki Aydınlar Dilekçesi hâlâ yanıt bekliyor
Tarihe ‘Aydınlar Dilekçesi’ olarak geçen, 12 Eylül darbesine karşı 1300 aydının altına imza attığı dilekçe 37 yaşında. Aydınların dilekçede dile getirdikleri birçok talep ne yazık ki hâlâ güncel...
Görsel: Dönemin gazetelerinden bir kupür
Hakan GÜNGÖR
Artık son toplantıydı. Haftalar boyunca hummalı bir çalışma yürütülmüştü. Farklı evlerde toplantılar sürdürülmüş, metin cümle cümle tartışılmıştı. Kimileri toplantılar için evini açmış, kimileri kullanılması için aracını tahsis etmiş, kimileri metin üzerindeki notları toplamış, kimileri de imza toplamak için adeta koşturmuştu.
Aziz Nesin, Uğur Mumcu, Halit Çelenk, Yalçın Küçük, Mete Tunçay, Erbil Tuşalp gibi isimler metne son halini vermişti. Dilekçe şöyle bitiyordu:
“Bu dilekçe 1300 aydın tarafından imzalanmış olup imzalı kopyalar Ankara, Altındağ 1. Noterine emanet olarak teslim edilmiştir.”
"KALAN" SON VATANDAŞLIK HAKKI: DİLEKÇE YAZMAK
Talepler açıktı.
12 Eylül darbecileri idamlar, hapisler, işkenceler ve yasaklarla temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmıştı. Darbe sürecinde milyonlarca kişi fişlenmiş, 650 binden fazla kişi gözaltına alınmış, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Örgütlenme hakkı ortadan kaldırılmıştı. İdamlar, faili meçhul cinayetler, işkenceler Türkiye tarihinde kara bir lekeydi. 12 Eylül Anayasası ülkenin üzerine bir karanlık gibi çökmüş, ülke insan hakları ihlallerinin neredeyse merkezi haline gelmişti.
Tüm bunlar karşısındaki derin sessizliği aydınlar hep bir ağızdan, bir dilekçeyle sonlandıracaktı. Aslında bunun bir dilekçe olması dahi uzun tartışmalara sebep oldu. Bazıları bunun bir “dilekçe” olmasına itiraz etti. Ancak dilekçe olmasının belli avantajları da vardı. Öncelikle “kalan” son vatandaşlık haklarından biri dilekçe yazma hakkıydı. Öte yandan bu şekliyle devlet kayıtlarına geçecekti, yani yok sayılamayacaktı.
15 Mayıs günü dilekçe Cumhurbaşkanlığına ve TBMM Başkanlığına verildi.
ÖNCE YASAK, ARDINDAN SORUŞTURMA
Dilekçede hangi talep ve itirazlar mı vardı?
Aydınlar Dilekçesi’nde işkencenin insanlığa karşı suç olduğu, kapsamlı bir affın gerekliliği vardı.
İdam cezalarının kaldırılması, örgütlenme hakkının geri verilmesi, TRT’nin özerkleştirilmesi vardı. Yani konu başlıklarının çoğu, bugün hâlâ talep edilen hak ve özgürlüklere ilişkindi.
“Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlıklı dilekçe verilir verilmez anında yasak kararı alındı. Artık haberi yapılamayacak, yayılamayacaktı.
Çok değil, 5 gün sonra ise dilekçeye el konuldu. Soruşturma da çok geçmeden başlatıldı. Haklarında üç aydan altı aya kadar hapis cezası istendi.
Dilekçeyle ilgili yasak kararı vardı ancak bu yasağı delen Kenan Evren’in konuyla ilgili açıklamaları oldu. Kenan Evren aydınları hedef alınca, onun sözlerini yayımlayan gazeteler el mecbur dilekçeden de söz etti.
"VAHDETTİN’İN AYDINLIĞI TARTIŞILIR AMA DEVLET BAŞKANI OLDUĞU KESİNDİR"
Evren onca idam, hapis ve işkenceye rağmen hâlâ direnen aydınları karşısında görünce nereden tutup nereden ele alacağını bilemediğinden olsa gerek tuhaf bir yaylım ateşine başladı.
“Bazı şairler vardı, yurt dışına kaçtı. O aydın değil miydi? Ne yapayım ben öyle aydını…” dedi. Bu ucube açıklamanın devamı vardı. Sonra her ne hikmetse sözü Vahdettin’e getirdi. “Padişah Vahdettin de aydındı. Cahil miydi? Ama memleketi düşmanlara teslim etti” dedi. Vahdettin’i kendisinden başka aydın ilan eden yoktu elbette, zaten iler tutar yanı olan bir yanıt vermesi de beklenmiyordu.
İmza veren 56 kişi yargılanırken mahkeme salonu aydınların Evren’le olan kavgasını sürdürdüğü yer oldu.
Evren’e Vahdettin konusunda mahkemede yanıtı Aziz Nesin verdi:
“Vahdettin’in aydın olup olmadığı tartışılabilir ama devlet başkanı olduğu kesindir.”
Evren’in “Ne yapayım ben öyle aydını…” söylemine de yanıtı vardı:
“Tekil birinci kişi ağzından konuşma alışkanlığındaki devlet başkanı bizi bir şey yapsın diye aydın olmadık.”
Bazıları korkarak geri adım atarken aydınların büyük çoğunluğu soruşturma esnasında da mahkeme salonunda da aydınca tutum sergilemeye devam etti. Hapse girmeyi de göze almışlardı.
Mahkeme 1.5 yıl sürdü. 18 Ağustos 1984’te başlayan dava 1986 şubatında sona erdi. Aydınların tamamı beraat etti.
BU DİLEKÇENİN YANITI HÂLÂ BEKLENİYOR
Aydınlar Dilekçesi’ne bugün bakıldığında iki önemli konu öne çıkıyordu.
İlki, tüm baskılara rağmen aydınlar başlarına gelecekleri öngörerek bir özgürlük çığlığı atmıştı. Ve bu çığlığı (hamaseten değil, hakikaten) ne Evren’in açıklamaları ne yayın yasakları ne de yargılamalar susturabilmişti. Bugün 12 Eylül darbesini konuşursak, tarihsel görevdir, aydınların bu tutumunu konuşmak da elzemdir.
Bir diğer yan, aydınların kaleme aldığı dilekçenin güncelliğidir. İşkence yasaklansın, basın özgür olsun, siyaset yapma ve örgütlenme bir haktır, dokunulmasın gibi talepler maalesef güncelliğini korumaktadır. O halde malumun ilanı; 12 Eylül de güncelliğini korumaktadır.
Dolayısıyla Aydınlar Dilekçesi hâlâ yanıt beklenmektedir.
BU YOLDA DÖNENLER…
Fikret Hakan hukuki süreç başlayınca geri adım atanlardandı. Dilekçeyi kimin kaleme aldığını bilmediğini, kahvede otururken dilekçenin dolaştırıldığını, okumadan imza attığını söyledi. Durmadı. “12 Eylül’ün gerekliliğine yürekten inandığını söyledi. Mahkemede ise “Anarşik eylemler için” idama karşı olmadığını vurguladı. “Oyuna getirildim” dedi. Duruşmada bulunan bir diğer sanık Yalçın Küçük dilekçe toplantısında Fikret Hakan’ın bizzat bulunduğunu hatırlatınca bu kez “Ben geç gelmiştim” gibi tuhaf bir açıklama yaptı.
İbrahim Tatlıses, “Ben toplu konut dilekçesi sandım” diyecekti. Öztürk Serengil “suçu” Atıf Yılmaz’a atacak, “Bir iki satır okuyup imzaladım” diye konuşacaktı. Hızını alamayan Serengil, anayasaya evet dediğini vurguladı, solcu olmadığını söyledi.