15 Mayıs 2021 00:43

Avukat Can Atalay: Yurttaşın sokakta itiraz hakkı elinden almak isteniyor

Tayyip Erdoğan şunu yapmakta kendisini zorunlu hissediyor; bir tarih yazmak istiyor. Çünkü bu güçlü direniş fikrini tarihen karalayamazsa, kendi siyasal ajandasında önemli bir gedik açılacak.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Serpil İLGÜN
İstanbul

Önümüzdeki günlerde 8. yılını dolduracak olan Türkiye tarihinin en büyük halk direnişi yeniden yargılanıyor. Gezi direnişiyle ilişkin ilk yargılama, İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 12 Haziran 2014 tarihinde başlamış, mahkeme 29 Nisan 2015’te tüm sanıklar hakkında beraat kararı vermişti. Gezi direnişinin konu edildiği ikinci ana dava hakkındaki soruşturma, iş insanı Osman Kavala’nın 18 Ekim 2017’de gözaltına alınmasıyla başladı. Kavala 1 Kasım’da tutuklanırken İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı 657 sayfalık iddianame 4 Mart 2019’da kabul edildi. 24 Haziran 2019’da başlayan yargılamalarda sanıklar ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanırken, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi 18 Şubat 2020’de haklarındaki suçlamaların ‘somut ve kesin delillere dayanmadığını’ gerekçe göstererek sanıkların beraat etmesi yönünde karar verdi. Davanın tek tutuklu sanığı olan Osman Kavala’nın da tahliyesi yönünde verilen karar, İstanbul Başsavcılığı’nın hakkında başka bir soruşturma olduğu gerekçesiyle bir üst mahkemeye yaptığı itiraz nedeniyle gerçekleşemedi.

İstinaf mahkemesinin, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını bozmasıyla, 3. Gezi davasının ilk duruşması 21 Mayıs’ta İstanbul’da görülecek. 

Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta Taksim Dayanışması’ndan ve davanın sanıklarından Av. Can Atalay’la, iktidarın Gezi’den suç çıkarma ısrarının nedenlerini konuştuk. Kararın hukuki değil siyasi olduğunu belirterek, “AKP bu güçlü direniş fikrini tarihen karalayamazsa, kendi siyasal ajandasında önemli bir gedik açılmış olacak” diyen Atalay, aynı zamanda bir gelecek tasavvuru içindeki AKP’nin sıradan yurttaşın sokakta itiraz edebilmesinin önünü kapatmak için her vesileyle Gezi’yi karalama yoluna gittiğini vurguluyor. 

Önce bir hafıza tazelemesi için soralım? Gezi direnişi, hangi politik ve toplumsal koşulların içinden çıkmış ve ülke geneline yayılmıştı?

Şöyle anımsayalım, Gezi direnişinden önce pek çok toplumsal itiraz sokakta kendisini ifade etmeye çalışıyordu. İrili ufaklı yığınla işçi direnişi ve 1 Mayıs’ı 1 Mayıs alanında kutlamak isteyen milyonlarca insanın iradesi; kadın kurtuluş hareketinin kendi talepleriyle sokakları doldurması, taştırması; hayvan hakları eylemleri, internet yasaklarına itiraz; biraz daha önceye gidersek lise öğrencilerinin üniversiteye giriş sınavlarında yolsuzluğa karşı itiraz… bunlar sokakları doldurup taşırıyordu. Aynı zamanda AKP’nin o tarihte Fetullahçılarla ittifak içinde bulunarak Türkiye’de hukuk düzenini “dönüştürmek” siyasetinde bir mesafe katedilmişti, 2010 referandumundan sonra kendisini her şeyi yapabilecek güçte sayan bu dinbaz ve ahbap çavuş kapitalizminin temsilcisi siyasi iktidar, memleketin bir bölümünü yurttaşlıktan da çıkartabilecek şekilde hissediyordu kendisini. 

Yurttaşlıktan çıkarmak derken?

AKP seçkinleri dışında yer alan on milyonlarca yurttaşın haklarını sıfırlamayı, sadece yükümlülüklerinden bahsetmeyi bir siyasal diskur olarak benimsemişti AKP. Bütün bunlarla ilgili basınç birikerek, başka bir vesile bulamadığı için ağaca sarılmış genç imgesiyle kendisini ifade etti. Yani hiçbirimize ait olmayan, tam da bu nedenle hepimize ait olan ve Türkiye’nin meydanı olarak kabul edilen Taksim Meydanı’nın hemen kıyısındaki bir kamusal, müşterek yeşil alana sahip çıkan gençlere sahip çıktı Türkiye. Biraz önce saydığım ve sayamadığım tüm itirazlar, Türkiye tarihinin en önemli sokak direnişini, itiraz hareketini oluşturdu. 

Ama aynı zamanda Gezi direnişi, Türkiye’nin belli başlı kentlerinde bir inşa iradesinin de ortaya konulmasıdır. Türkiye’de demokratikleşmenin nasıl olabileceğine ilişkin somut örneklerin görünür kılınması çabasıdır. Daha da önemlisi, Taksim Gezisi açısından bir metasızlaştırma müdahalesiyle, kapitalizmin ötesinde bir ufkun mümkün olduğuna ilişkin insanlık tarihindeki örneklerinden birisidir Gezi Direnişi.

GEZİ DİRENİŞİ HAZIRLADIKLARI KALIPLARIN HİÇBİRİNE SIĞMIYOR

2013 Mayıs-Ağustos arasındaki o itirazı AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hiç unutmadı ve unutturmadı. “Her kim Gezi olaylarını masum bir çevre hareketi olarak tanımlıyorsa ya gafildir ya da taammüden bu ülkenin ve milletin düşmanıdır” yaklaşımını, sonrasında da sürekli sürdürdü ve hemen hemen her protesto, her hak arama arayışını Gezi ile ilişkilendirdi. Erdoğan’ın Gezi’yi bu kadar gündemde tutmasının ve şeytanlaştırmasının altında ne var?

Benim anladığım şudur; gerek dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan açısından, gerek AKP seçkinleri açısından, gerekse de Fetullahçı çete elebaşları açısından Gezi, anlaşılamayan ve anlamazlıktan gelinen bir tarihsel olgu. Anlaşılmayandan şunu kastediyorum; kendi hazırladıkları ve karşılarındaki güçleri tasnif etme, bölme ve yönetme kalıplarının hiçbirine sığmıyor Gezi direnişi. Sadece sosyalistlere yazsalar olmuyor, sadece marjinallere (ne demekse) yazsalar olmuyor, ulusalcı bir ayaklanma deseler değil, Kürtlerin bir oyunu deseler değil, nereye koysalar oraya sığmıyor. Bütün bu saydığım özelliklerin önemlice bir bölümünü içeren ama tüm bunları aşan bir direniş pratiği. Dolayısıyla anlaşılamayan bir durumu var dönemin başbakanı Erdoğan, AKP seçkinleri ve Fetullahçı çeteler açısından. Anlamazlıktan gelinen ise şu; Haziran’ın ikinci haftasının ortasından itibaren ama daha önce (ama dava dosyasındaki belgeler açısından Haziran’ın ortalarını görmeden) diyorlar ki, “bu kadar temiz ve bu toprakların evladı olduklarından kuşku bulunmayan ve çok çeşitli taleplerin ifadesi haline dönüşen, birbiriyle oturup ondan önce konuşamayacak siyasal fikirlerin dahi beraber direnebildikleri bu şeyi biz nasıl kirletebiliriz?​” diye birlikte karar veriyorlar. Bulabildikleri, aslında bulamadıkları tek şey, bir tür emperyalizmle ilişki yalanıdır. Tümden yalandır bu, dava dosyası kapsamında da onun dışında söylenenlerde de Gezi’nin bu ülkenin insanlarının müşterek emeği olduğunu gölgeleyebilecek en ufak şey ortaya konulamamıştır. 

Bu anlamama, anlaşılamama ve anlamazlıktan gelmeye bir şey daha eklemek istiyorum. Tayyip Erdoğan şunu yapmakta kendisini zorunlu hissediyor; bir tarih yazmak istiyor, çünkü dünya tarihinde de, Türkiye’de de Gezi direnişi türü direnişler örneği çok az ve bu güçlü direniş fikrini tarihen karalayamazsa, kendi siyasal ajandasında önemli bir gedik açılmış olacak. Ama aynı zamanda bir gelecek tasavvuru içinde AKP. AKP’nin bu dinbaz kapkaççı kapitalizminin bir kamusal tahayyülü var. Yani Türkiye’de toplumsal ve siyasal hayatı ve kamusal alanı bir bütün olarak nasıl düzenlemek istediğine ilişkin ısrarla takip ettiği bir çizgisi var. Bunun karşısında Gezi’nin gösterdiği ve önümüzdeki yıllara ilişkin olarak da ima ettiği türden bir fikri en basit ifadesiyle, sıradan yurttaşın sokakları bir megafon olarak kullanarak, itiraz edebilmesinin önünü kapatmak için her vesileyle Gezi’yi karalama yoluna gidiyor. 

Bunun psikolojik bir yönü olduğu da açık. Yani kişisel olarak da çok etkilenmiş. 

FETULLAHÇI ÇETE İLE AKP SEÇKİNLERİNİN SUÇ ORTAKLIĞININ EN YENİSİ

Bulabildikleri tek şey bir tür emperyalizmle ilişki yalanıdır” dediniz. Biraz sonra dava sürecini de konuşacağız ancak burayı açar mısınız, nereden ilişkilendiriliyor?

Şöyle oluyor, Haziran ayı içinde Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nın bir yazışması var. Aslında bu dosyanın soruşturması öyle başlıyor. Orada bir tez var, o tez der ki, “bu toplumsal eylemlerin arkasındaki güçlerle ilgili bir soruşturma yapılması gerekir!” Dinlemeler vs. bütün her şey ondan sonra. Bulabildikleri ise Osman Kavala’nın beni arayıp mahkeme kararını istemesi, bu mahkeme kararının isteyen herkese verilmesi ve onun dışında Kavala’nın dahi haberi olmadan Gezi direnişi henüz bitmemişken, onun üzerinden para kazanmaya çalışan birtakım figürlerin kendi aralarında yaptıkları konuşmalar. Bizim yargılandığımız dosya açısından başkaca hiçbir şey yok. Daha önceden şunu biliyoruz, Fetullahçı çete çeşitli şekillerde AKP seçkinlerini manipüle ederek kendilerine güç devşirmişlerdir. Bu soruşturma da AKP seçkinlerini manipüle etmek, korkutmak için başlatılmış olabilir ancak gelinen aşamada bu iddianamenin sonrasında beraat kararına rağmen istinaf kararı, Çarşı’ya ilişkin Yargıtay kararı ve bu dosyaya 15 Temmuz dosyasının dahi getirilmiş olması Fetullahçı çete ile AKP seçkinlerinin suç ortaklığının en yenisidir diyebilirim. 

Belirttiğiniz üzere FETÖ ve Gezi Direnişi ilişkisi de her fırsatta iddia ediliyor ve “15 Temmuz darbe girişimi de aynı saldırının devamı” olarak propaganda ediliyor. Ancak Gezi iddianamesini yazan savcıdan hakime, FETÖ’den ya tutuklu ya kaçak olduğunu hatırlatarak soralım, Gezi direnişi ile FETÖ bağlantısı davada nasıl karşınıza getirilmişti?

Şu an Gezi davası olarak bildiğimiz soruşturmaya ilişkin bütün yazışmaların altında imzası bulunan polisler Fetullahçı. Yetmez; belirttiğiniz gibi soruşturmayı sürdüren savcılar Fetullahçı, yetmez bütün kararların altına imza atan hakimler Fetullahçılıktan meslekten ihraç. Bunların bir kısmı hâlâ hapiste, bir kısmı firari. Şimdi AKP seçkinleri az önce söylediğim gibi bir tarih yazımına uğraşıyorlar. “Gezi ile başladı her şey, 17-25 Aralık oldu, 15 Temmuz darbe girişimi oldu ve biz bunları yendik!” Bu utanmaz iftirayı sahiplerine iade ederiz. Gezi direnişi bu memleketin milyonlarca yurttaşının Türkiye’nin dört bir yanında müşterek itirazının sesidir. 1969 Şubatı’nda 6. Filo’yu kıble alıp namaz kılanlar ya da daha dün Ortadoğu’da olmadık işlere bulaşanlar bu ülkede kimseye akıl öğretemezler. 

İddianamenin ima ettiği şey şu; “çeşitli şeyler olmuş, bunlar da buna kanmışlar!” Hayır, biz haklarımızı istedik, Taksim Gezi’sinin betonlaştırılmasına ilişkin projeye karşı imza topladık, davalar açtık, kendi hazırladıkları imar planında ve projeye karşı olarak ağaç sökmelerine karşı direndik, itiraz ettik. Bu direniş ve itirazı gören on milyonlarca insan sokakta ölümleri pahasına direndiler. Dolayısıyla Fettullahçılar o gün de AKP ile birlikte davrandılar, bugün de AKP, Fetullahçıların soruşturmasına sahip çıkıyor. Dolayısıyla güncel suç ortaklığıdır. 

Gezi’yi kriminalleştirmeyi güçlendirmek için mi FETÖ iddiası kuvvetlendirilerek propaganda ediliyor?

Çaresiz kalandan korkacaksınız. Gezi Direnişi ile ilgili bir Fettullahçılık ithamına dahi cürete edilebilmesi ancak çaresizliğin işaretidir, başka bir şeyin değil.

BAKILACAK YER EMEKÇİ HALKIN YAŞAM KOŞULLARININ İYİLEŞİP, İYİLEŞMEDİĞİDİR

İktidar politikaları sonucu yaşanan tüm olumsuzlukların faili Gezi olarak gösteriliyor. Erdoğan, örneğin faiz, yüksek enflasyon gibi ekonomik göstergelerin bozulmasını da Gezi ile başladığını iddia ediyor. Ekonomiyle Gezi direnişi arasında böylesine dolaysız ilişki kurulması ve fail olarak gösterilmesini nasıl değerlendirirsiniz?

AKP tipi kapitalizmin baktığı yer döviz hareketleri ve borsa oluyor. Oysa ekonomik göstergelerin iyi olup olmadığı on milyonlarca emekçi insanın, halkın hayat koşullarının iyileşip iyileşmediğidir. Gezi kadar su gibi aydınlık, bu memleketin öz ürünü olan bir gerçekliği karalamak için çaresizlikle başvurulan yalanlar bunlar. 

YAŞANANLARIN HUKUKLA İLGİSİ YOK

Erdoğan’ın Gezi kadar unutmadığı ve gündemde tutmayı sürdürdüğü bir diğer olgu da Kobane eylemleri. Erdoğan’a göre Kobane de Gezi’nin bir devamı. Ve her iki davada da yeniden yargılama söz konusu. İki davanın da medya gücüyle gerçeklerden koparılarak gündemde tutulması bize ne söylüyor?

Kobane soruşturmasının nasıl ilerlediğini HDP’nin o dönemki MYK üyelerinin göz altına alınmasından sonra savcılık ifadelerinde ve hakimlik sorgularında bulunarak öğrendim. Şöyle oluyor, biliyorsunuz bahsedilen eylemler 2014 Ekim ayında gerçekleşiyor. O dönem HDP’de görev yapan MYK üyelerinin tümü 2015’te ve 2016’da davet üzerine savcılığa gidip ifade veriyorlar. Bu insanlar ifade verdikten sonra evlerine dönüyorlar. İşin rengi ne zaman değişiyor? AİHM, Demirtaş’ın tahliye edilmesine karar veriyor, ondan sonra 2019’da yani 2014’ün üzerinden beş yıl, insanların ifade vermesinden 3.5 yıl geçtikten sonra bir anda dosya ile ilgili gizlilik kararı veriliyor, bütün Türkiye’deki dosyalar toplanmaya başlıyor ve olayın üzerinden 6 yıl geçtikten sonra MYK üyeleri gözaltına alınıyor ve önemli bir bölümü de tutuklanıyor. Bütün bu süreci şu yüzden özetledim; Bunun hukukla bir ilgisi yok, burada siyasi bir karar var. 

Türkiye torba davalardan özellikle son 10 yılda çok çekti. Gezi ve Kobane davaları farklı özellikleriyle yeni torba davalar. Türkiye’de hukuksuzluklara karşı parça parça değil, bütünlüklü bir yanıt verilmesi gerektiği, adalet mücadelesinin parça parça değil, bütünlüklü sürdürülmesi gerektiğini bu sorduğunuz soru da işaret etmektedir. Osman Kavala, bir yurttaş olarak Gezi’nin bir bölümünde bulunduğunu söyledi duruşmada. Demirtaş da bu ülkenin en kritik seçimlerinde en kritik sözleri söyleyen bir siyasi parti genel başkanı. Bu iki insanın tutukluluk durumu bu ülkedeki adalet mücadelesinin verileceği en önemli alanlar arasındadır; tanım yerinde ise bir sınavdır.

HEM RANT, HEM İDELOJİK “PROJE”

Gezi direnişi sürerken ve sonrasında örneğin 2016 Haziran’ında Erdoğan çok kesin bir ifadeyle, Topçu Kışlası’nın yapılacağını söyledi. Taksim’e cami, AKM’nin yıkılması da “vaatlerden” biriydi. Gelinen noktada Cami yapıldı, AKM yıkıldı ve Gezi Parkı geçtiğimiz aylarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden alınarak bir vakfa devredildi. Bu devir, Taksim’e yapılan ideolojik müdahalelerin tamamlanacağı anlamına mı geliyor?

Hukuken Taksim Meydanı’nı oluşturan ögeleri saymak isterim, birisi su maksemi, diğeri Sıraselviler Caddesi’nden giriş aksı, diğeri Taksim Gezisi ve AKM. AKM’nin yıkılması, hukuken Süleymaniye Camisi’nin yıkılmasıyla eşdeğerdir. Süleymaniye neden yıkılıp yeniden yapılmıyor ise, AKM de yıkılamazdı. Türkiye’de kurumların, kuruluşların ve mahkemelerin geldiği aşamayı gösterir AKM. 

Gezi ile ilgili olarak ise, 2013’ten bu yana bu röportajın sınırlarını aşan her türlü yola başvurdular, her türlü ince ayrıntıyla meşgul oldular. Biz de o ayrıntılara itiraz ettik. Her türlü ince numarayı yapmaya çalıştılar, biz engel olduk ve engel olmaya çalışacağız. Fakat en son bu vakfa devir rezaleti, sadece ideolojik bir mesele değil, bir rant meselesi olarak da, Türkiye’nin Cumhuriyet ve Emek Meydanı’nın hemen kenarındaki tek müşterek kamusal ve deprem sonrası toplanma alanına yapılaşmaya ilişkin hazırlıklar yaptıklarını ortaya koyuyor. Bu kabul edilemez. İktidar, kendi siyasal toplumsal takvimini işletiyor, bizim de kendi siyasal toplumsal takvimimize uygun bir mücadele içinde daha fazla omuz omuza olmamız gerekiyor. 

İNŞAAT CUNTASININ TEKERİNİN DÖNMESİ LAZIM

Kanal İstanbul’u inadına yapacağız!” diyor Erdoğan. Doğasından su kaynaklarını kurutmasına, deprem riskini arttırmasından nüfus artışına İstanbul için bir felaket proje olarak değerlendirilen kanal İstanbul projesi için bu acele, bu ısrar, bu dayatma neden? 

Önce şunu hatırlatmak isterim, Taksim Gezi’sinin betonlaştırılması da, Kanal İstanbul denen kepazelik de, AKP’nin 2011 seçim kampanyasının en önemli başlıklarıydı. Kanal İstanbul’la ilgili birkaç husus var. Bir, Türkiye’de bir inşaat cuntasının iktisadi ve siyasi hayata egemen olduğunu söyleyebiliriz. Bu inşaat cuntasının tekerinin dönmesi lazım. İkincisi, anlaşılıyor ki, özellikle Körfez ülkelerindeki bir takım Arap oligarklarına söz verilmiş alanlar var, bu alanların hızlıca yapılaşmaya açılması lazım. Üçüncü ve daha korkutucu olan, Montrö tartışmalarının da ortaya çıkardığı gibi, Türkiye’nin egemenlik haklarına sahip çıkıyormuş gibi gözükerek, esas olarak Türkiye’nin sigortası olan tüm diğer hususlar gibi, boğazların askeri amaçlı kullanmasının arkasından dolaşma hedefi de olabilir. Buna ilişkin işaretler var. Henüz belgelerde göremiyoruz. Erdoğan “Şu an için Montrö’ye bağlıyız dedi. Bence olabilecek en kaygı verici şeylerden bir tanesi. Türkiye’de hukuk fakültesini okumuş ve biraz kamu hukukuna meraklı herkes bilir ki, Montrö sigortasıdır Türkiye’nin. 

“İnadına yapacağız” sözü, bir meydan okuma, bir güç gösterme midir?

Bu inat ifadeleri söylediklerinizi haklı çıkartabilir. Aslında 2006’dan bu yana mevzuatta yaptıkları değişiklikler ve 2011’den bu yana Çevre ve Şehircilik Bakanlığı denilen canavara ne kadar güvendiklerini de gösterir. Geçtiğimiz yıllar boyunca Türkiye inşaat ekonomisiyle döndü, dolayısıyla bu açıdan ellerindeki olanaklara güvendiklerini gösterir. 

Güçsüzlüklerini gösterir, İstanbul seçimlerinin ilk turunun sonuçlarının sayılmamasını ve ondan sonra oy farkının ne kadar olduğunu hatırlıyoruz. Bütün bunları o nedenle yapıyorlar. 

İstanbulluların çok büyük çoğunluğu bu projeye itiraz ediyor. Ama diyelim elimizde bu anket verileri yok. Akıl feraset sahibi insanlarız, pandemi döneminde sağlıkta özelleştirmenin nasıl bir felaket olduğunu öğrendik, ilaçta ve aşıda patentin ne büyük melanet olduğu gördük, ama şunları da gördük, tarımın tahrip edilmesinin ne kadar ciddi sonuçları doğurduğunu yaşıyoruz, daha da acısı su kaynaklarımızın ne kadar önemli olduğunu gördük. Dolayısıyla Trakya’daki tarım alanlarının bir milim daha tahrip olmasını kaldırabilir mi Türkiye, kaldıramaz. İstanbul ve Türkiye gibi su fakiri bir kent/ülke, su kaynaklarının bir miligram dahi heba olmasını göze alabilir miyiz? Dolayısıyla çıplak gözle baktığımızda bile Kanal İstanbul’un olmaz bir iş olduğunu, hem doğaya karşı bir suç olduğunu hem başta 16 milyon İstanbullu olmak üzere ülkenin tüm insanlarına karşı suç olduğunu söyleyebiliriz. 

GEZİ’NİN TOPLUMSAL VE SİYASAL BAKİYESİNİ ANCAK ONURLA TAŞIRIZ

21 Mayıs’ta görülecek davanın müştekileri değişti mi? Zira Müştekilerin başında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve 61. hükümetin bakanları vardı. Dönemin Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç, Ali Babacan, Beşir Atalay, Bekir Bozdağ ve Emrullah İşler; dönemin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler de müştekiler arasında. Bülent Arınç tasfiye edildi, Ali Babacan yeni parti kurdu, adı Hrant Dink dosyasında da geçen Muammer Güler siyaset arenasından çekildi vs. 3. Yargılamada müştekiler yine aynı isimler mi?

Müştekiler oldukları yerde duruyorlar. 61. Hükümetin bazı üyeleri ve o dönemin Cumhurbaşkanı Gezi davasının dayandığı yaklaşımın yanlış olduğuna ilişkin çeşitli açıklamalar yaptılar. Ama dosyaya giren dilekçeleri ve beyanları olmadı. Dolayısıyla olduğu gibi duruyorlar. 

Somut ve kesin delillere ulaşılamadığı gerekçesiyle beraat verilen ve aslında  böylesi büyük bir halk hareketinin hiçbir şekilde yargılanamayacağı gerçeğini siyasi güç de bilmiyor olmayacağına göre, neden yargı tekrar devreye sokuluyor?

Eski bir deyim vardır, “ibreti alem olsun” denir ya. Çünkü sizin de söylediğiniz gibi Gezi direnişini yargılayabilmek için “alemi” yani Türkiye açısından alemin çok büyük kısmını yargılamak gerekir, bu da mümkün değil. Aradan insanlar seçmişler, Taksim Dayanışması’ndan üç kişi seçmişler, başka başka yerlerden insanları seçmişler ve bunu da bir yargılama haline getirmişler. Şöyle söyleyeyim, Gezi dosyasında beraat kararı verildikten sonra Kavala cezaevi kapısından çıkamadan, tekrar alındı ve Kavala’nın da içinde bulunduğu bir kısım kişiler hakkında 15 Temmuz iddianamesi düzenlendi. Bu dosya da Gezi ile birleştirilecek. Çarşı davasıyla ilgili olarak daha geçen yıl Mayıs ayında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, önünde Gezi davasına ilişkin hiçbir belge bilgi olmamasına rağmen, Çarşı dosyasının Gezi ile birleştirilmesi gerektiğini vazetmişti. Daha sonra bu yıl Yargıtay 16. Ceza Dairesi yine kendi dosyasında Gezi davasına ilişkin hiçbir şey olmamasına rağmen neredeyse sıfırdan iddianame yazar şekilde, “burada bir örgüt bulunması gerekir” diyerek Çarşı davasını Gezi davasıyla birleştirmek üzere bozdu. Bunların hiçbir hukuki tarafının olmadığı açık. Biraz önce söylediğim gibi AKP seçkinleri hem tarih yazmaya çalışıyorlar hem de geleceğe ilişkin Türkiye’de yurttaşların sokakta itiraz edebilme ve kendi kaderlerine sahip çıkma haklarını ellerinden almaya çalışıyorlar. Gezi direnişi bu memleketin ve Ortadoğu’nun eşitlik, özgürlük adalet umutlarının canlı olduğunun kanıtıdır. Gezi direnişi bu toplumun yaşayan ve tepki gösteren bir organizma olduğunun muştusudur. Gezi’nin toplumsal ve siyasal bakiyesini ancak onurla taşırız. 

BUGÜN PARÇA PARÇA YÜKSELEN İTİRAZLAR BİR GÜN BİRLEŞECEKTİR

Toplumsal muhalefet, emekçiler, doğasına sahip çıkan köylüler, öğrenciler, kadınlar bugün de oldukça hareketli. Ve bunların her biri iktidar tarafından hedef alınıp, teröristlikle, vandallıkla ve yeni bir Gezi çıkarma gayretiyle itham ediliyor. Size göre yeni bir halk hareketinin koşulları bugün ne kadar mümkün?

Bana “12 Eylül darbesinin etkisini bu toplum ne zaman üzerinden attı” diye sorarsanız, ben ’89 işçi bahar eylemlerini, ‘84 ve ‘96 öğrenci hareketlerini sayarım. Başka örneklerini sayarım ama insanlarımız kendilerine giydirilmek istenen deli gömleğini Gezi’de yırtıp attılar. O iş bir daha geri dönmez. Dolayısıyla bu parça parça ama çok kuvvetli yükselen itirazlar bir gün birleşecektir. Gezi’ye benzer mi, bilmiyorum. Bu memleketin insanları, insanlarımız Gezi’den daha güzelini, daha şenliklisini ve siyasette daha kalıcı etki bırakanını yaratabilir.

ÖNCEKİ HABER

TSK, Pençe-Şimşek harekatında bir askerin daha yaşamını yitirdiğini duyurdu

SONRAKİ HABER

Prof. Dr. Feride Aksu Tanık: Hayatı eve sığmayanlar aşılanmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa