‘Ya ceza yiyeceğiz ya aç kalacağız’
Sigortasız, kayıt dışı çalışan, yaşayabilmek için yasaklara karşı ceza yememek adına köşe kapmaca oynayan kadınlar mecbur bırakıldıkları hayatı, öfkelerini, umutsuzluklarını anlatıyor...
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
Elif ERGİN
İstanbul
Sokağa çıkma kısıtlamasının olduğu bir cuma günü İkitelli’nin işlek bir caddesindeyiz. Cuma namazı saati olduğu için ekstra bir hareketlilik var. Elinde seccade taşıyanlar sakin ve ceza yemeyeceğinden emin olduğu için rahatça dolaşıyor. Eline bir iki alışveriş poşeti almış, eteğinde iki üç çocukla kadınlar çocukları idare etmenin derdinde, telaşlı. Bir de bina diplerinden hızlı hızlı yürüyenler var. Bir yere yetişme, kimseye görünmeden, çakarları açmış bir resmi araçla denk gelmeden gideceği yere varma çabasında olanlar. Bu çabada olanların büyük çoğu tekstil işçisi ve göçmen.
Göçmen ve Türkiyeli işçilerin birlikte çalıştığı bir tekstil atölyesine gidiyoruz. Öğle yemeği molasındalar. Ayşe ile görüşeceğiz. Orta yaşlarda, yeni doğum yapmış kızı ile birlikte o atölyede çalışan bir tekstil işçisi. Sigortası yok. Yani sokağa çıkma kısıtlamasından muaf olanlar listesinde değil. Çalıştığı bu atölyeye gelebilmek için 1 araç bazen 2 araç değiştiriyor. Kızı daha uzaktan geliyor; 3 vesaitle buraya ulaşabiliyor.
Ayşe 30 yıl önce gelmiş İstanbul’a. O zamandan beri tekstilde çalışıyor. En zor koşullarından bahsederken bile gülümseyerek anlatan, mahcup bir emekçi kadın.
‘15 GÜN KİRA, 15 GÜN FATURALAR İÇİN ÇALIŞIYORUM’
Yasaklardan önce ve sonra hayatın nasıl değiştiğini yüzündeki o gülümse ile anlatmaya devam ediyor.
“Önceden de çalışıyorduk, şimdi de çalışıyoruz. Zam yok uzun zamandır. Hemen hemen aynı parayı alıyoruz. Ama önceden aldığımız paranın bir bereketi mi vardı bilemiyorum. Markete gidiyorduk 200-300 liraya bir-iki aylık ihtiyaç alıyorduk. İki kişi taşımakta zorlanıyorduk. Şimdi 200 lira ile poşetin dibi dolmuyor.
Oturduğum ev 2+1, eski bir binada, 1500 TL kirası. 1 ayda çalıştığım 15 günün karşılığı kiraya gidiyor. Geriye kalıyor 1500 lira. Bir ay boyunca evi nasıl geçindiririm bu paraya?
Çalışma yaşamında zaten psikoloji denen bir şey kalmadı. Sürekli bir gerginlik içindeyiz. Ha yetiştim ha yetişemiyorum; yasak geldi, gelmedi. Ben bu yeni yasaktan nasıl etkilenirim, ne kadara bana mal olur… Hep bunlar dönüyor kafada. Bunca stresle ister istemez evde tartışmalar çıkıyor. Bu defa ne evlilik kalıyor ne arkadaşlık.”
İhtiyacı olmasına rağmen yardım alamamaktan şikayetçi Ayşe. Ama bu sitemi bile mahcup dile getiriyor: “Yardım veriyorsa orantılı ve ihtiyaç sahibi olanlara vermesi lazım. Bana versin diye demiyorum; gerçekten ihtiyacı olanlara verilmesi lazım. Ama öyle yapılmıyor. Altında son model araba olanlar, kollarında dizi dizi bilezik olanlar devletten destek görüyor da gerçekten ihtiyacı olan emekçiler alamıyor bu yardımları.”
Atölyeden çağrılmasa hayatının nasıl etkileneceği sorusuna ise yanıtı net: “Yandı gülüm keten helva olur.”
Derken kızı da öğle yemeğini yemiş, elinde birer bardak çayla yanımıza geliyor. Çayları bırakıp gidiyor. Doğum yapalı çok olmamış, burada çalışmak zorunda.
HER SABAH HER AKŞAM RİSK
Kayıt dışı çalıştıkları için tam kapanma boyunca işe gidip gelirlerken çevirme riskiyle karşı karşıyalar ana kız. “Kurtulmamın imkanı yok cezadan, plan proje yapsam bile bir işe yaramaz. Çevirirlerse ben o cezayı yiyeceğim. Kirayı vermesem, market, pazar yapmasam, faturaları yatırmasam belki denkleştiririm 3 bin küsur lirayı. Devlet onu söke söke alır benden.”
‘ALTIN KLOZETLER BİZİM CEBİMİZDEN, BİZE NE EV NE EKMEK’
“Hiç güzel günler de gelir diyor musun, hayal kuruyor musun?” sorusunu duyunca gülümsemesi bir an kayboluyor: “Hiç umudum yok. Bu devlet değişmediği, bu yasalar değişmediği sürece hiçbir umudum yok. Ümit etsen de bir ışık göremiyorsun ki. Diyorum ya her şey AKP’nin elemanlarının. Arabalar, villalar, dolarlar, yardımlar… Oturdukları villaların kapılarından klozetlerine altın kaplama. Bunların hepsinin parası da bizim cebimizden gidiyor. Biz ne oturmaya ev bulabiliyoruz ne yemeye ekmek.”
‘ZENGİN ALDI BAŞINI GİTTİ’
Umudunu kaybettiği bugünlerin nasıl değişeceğine dair ise mücadele seçeneğini hiç gündemine getirmeden konuşuyor. Belli ki o da gerçekçi bir seçenek değil henüz Ayşe’nin yaşamında. Başkanlık sisteminin değişmesinin sorunların çözümüne bir katkısı olacağını düşünüyor.
“Önce Başkanın değişmesi lazım. Tek kişinin yönetmemesi lazım. Kararları almak için vekiller var, şunlar var, bunlar var. Bunların da bir söz hakkı olması lazım. Şimdi bunlar bir şey söylese dahi Başkan kendi bildiğini okuyor. Eskiye gidelim demiyorum yanlış anlama. Şimdi her şey değişti, gelişen şeyler var, sistem değişti ama sonuç: Zengin aldı başını gitti, fakir iyice fakir oldu.”
‘EKMEK DAVASINI SAVUNAN İÇERİ ALINIYOR’
“Ekmek davasını savunan içeri alınıyor” diye ekliyor Ayşe. Bunun üzerine bunca sıkıntı, bunca insanca yaşama özlemi içinde işçilerin günü 1 Mayıs’a geliyor konu. “1 Mayıs’ta her zamanki gibi çalıştık. Hatta o güne artı mesai ücreti almamız gerekiyordu. Onu bile vermediler. Sıradan bir gün gibiydi. Biz de isterdik, dışarı çıkalım, halay çekelim, virüsten dolayı da yapılamıyor. Hem ‘Virüs var 1 Mayıs yasak’ diyor hem ben burada çalışıyorum. Nasıl yasak bu?”
Salgın boyunca halkın çaresizlik içinde bırakıldığını ifade ediyor Ayşe ve devletin salgın için aldığı kararların çaresizliğe çözüm olmadığını, emekçileri mahvetmekten başka işe yaramadığını söylüyor.
Korkularını, kaygılarını ekliyor sonra… “En çok çocuk istismarından, çocuk evliliklerinin yasal olmasından korkuyorum. Medeni kazanımlar kaybolacak diye çok korkuyorum. Kadınların şeriata göre yaşamasından çok korkuyorum. Biz köyde iken beş taş oynardık. Beş taş oynama çağında olan kız çocuklarının başına gelebileceklerden korkuyorum.”
‘İŞE GİDERKEN YAKALANMAKTAN KORKUYORUM’
Sıradaki atölyede makineleri başında buluşuyoruz işçi kadınlarla. Bu atölyede daha az işçi çalışıyor. Daha önce 1 Mayıs için konuşma yapılan bir atölye. Penceresi olmayan, bodrum katta maskesiz, dip dibe çalışılan bir yer. Penye, üzerinde yıldız desenleri olan fanilalar dikiliyor biz girdiğimizde. Makinelerin gürültüsü içinde Fatma’nın yanına gidiyoruz. O bir yandan çalışıyor bir yandan bizle konuşuyor. Mevcut salgın koşulları ve yasakların hayatını nasıl etkilediğini elleri çalışmaya devam ederken iç geçirerek anlatıyor:
“17 sene sonra anne oldum. Çocuğumu bakıcıya bırakmak zorunda kaldım. Yevmiyeye gelmek zorundayım. Çocuğuma kendim bakamıyorum. Anneliğimi yaşayamıyor, hissedemiyorum. Bu beni çok üzüyor. Çok sıkıntılar çektik, borçlar aldı başını gitti. Ben buraya gelmek zorunda kaldım. Çocuk oldu ama çocuk hasretini bile gideremiyorum.
Şartlardan dolayı mecbur sigortasız çalışıyorum. İşe giderken korkuyorum yakalanacağım diye. Yakalanırsam ceza ödemek zorunda kalacağım bir de. Hayat şartları yüzünden yasağı çiğnemek zorundayız. Çok etkiliyor bu psikolojimi. Ne diyebilirim ki? Bu böyle gidecek, öyle duruyor. Yani hangi şartlarda nasıl yaşayacağımızı şaşırdık. Devletin de bir şey yapacağına inanmıyorum artık.”
Fatma’nın iki makine ötesinde çalışan Gül: “Ben günlükçü olduğum için çalışmam gerekiyor çünkü her şey para ile dönüyor ve her şey çok pahalı. Çalışmasam ne yaparım? Hani pazara gidiyorsun, 3-5 bir şey alsan dünyanın parası gidiyor. Çok önce zorluğa düşmüştük, o yüzden günlük çalışmaya başladım. Toparladık kendimizi biraz derken bu pandemi etkiledi şimdi” diye anlatıyor.
Evi, atölyeye çok yakın olduğu için ceza yerim korkusu taşımıyor. Daha uzakta yaşasa korkacağını söylüyor. Atölyede tek maske takan işçi o. Kronik rahatsızlığı olan kızına virüs bulaştırmaktan korkuyor.
ÜMİTSİZLİĞİ SİLİP ATMAK İÇİN...
Emekçi kadınların yaşamı yasaklardan çok fazla etkileniyor. 3 tekstil işçisi kadının sözleri, gülümseyişleri, korkularını, özlemlerini ifade etme biçimleri birbirine çok benziyor. Bunca zorluğun içinde ayrıca kadın olmak, anne olmak onları birbirine benzetiyor sanki.
Çaresizlik, ümitsizlik vücut buluyor mimiklerinde. Ama öte yandan tüm bunları biraz da kendileri ile eğlenir gibi gülümseyerek anlatışlarına bakılırsa sistemin çelişkilerinin de bu çelişkilerden yararlanan hükümetin de ne yaptığının farkındalar. Bununla bir yandan dalga geçmesini de beceriyorlar. Hep birlikte mücadele ederek dalga geçseler bu düzenle, o mimiklerdeki ümitsizlik yerini hızla umuda bırakacak gibi duruyor.