15 Mayıs 2021 23:28

Çayın tadı daha da çok kaçacak…

Türkiye’de çay üretiminin geleceğini düşünen yok. Çaydan geçimini sağlayanların da önünü görebilmesi giderek zorlaşıyor.

Fotoğraf: İsa Örken

Paylaş

Fatma GENÇ

Dünyada 5 bin yıldan beri bilinen bir bitki olan çayın bu coğrafyadaki öyküsü, içecek olarak bilinişi çok daha eskilere dayansa da, yaygın olarak üretimi ve tüketimi yetmiş yıllık bir süreci kapsıyor. Osmanlı’da ‘kıymetli bir ürün’ olarak belirtilen, ancak ekimi yanlış yerde denenmesi nedeniyle tutmayan çay bitkisi, ‘memleketin ekonomik davası’ olarak esasen cumhuriyetin ilk yıllarında başlıyor. Yeni kurulan cumhuriyet ile birlikte eş zamanlı devlet eliyle başlayan çay tarımı ve sanayisi oluşturulması çabası, kimi zaman teşviklerle kimi zaman da zor yoluyla ancak 1950’li yıllarda amacına ulaşıyor ve bugün bildiğimiz haliyle Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ana geçim kaynağı haline geliyor.

Dünya çay üretiminde beşinci, kişi başı çay tüketiminde birinci sırada yer alan Türkiye’de, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Rize, Trabzon, Artvin, Giresun ve Ordu illerinde 787 bin dekar alanda yaklaşık 201 bin üretici ile yapılan ve yaklaşık 1.5 milyon kişiyi ilgilendiren çay tarımı, bugün hâlâ bölge için önemli bir tarımsal faaliyet olma gerçeğini koruyor.

YAŞ ÇAY TABAN FİYATI HÂLÂ AÇIKLANMADI!

ÇAYKUR, 2021 yılı yaş çay sezonunun 17 Mayıs’ta başlayacağını açıkladı, ancak çay üreticilerinin dört gözle beklediği yaş çay taban fiyatını hâlâ açıklamadı. Geçtiğimiz yıl 13 kuruş olarak yıllardır arttırılmayan destekleme primi ile sadece 37 kuruş zam yapılan yaş çay taban fiyatı 3 lira 27 kuruş olarak açıklanmıştı. Üreticilerin yıllardır binbir zorluklarla toplamaya çalıştıkları çayda, neredeyse yüzde yüz artan gübre fiyatları, işçilik maliyeti, artan çay bezi, çay makası, yağmurluk, çuval, torba gibi ekipmanlarını karşılamakta zorlanırken, verilen fiyat ÇAYKUR tarihinin en düşük fiyatlarından birisi olarak tarihe geçmişti. Normal koşullarda dahi ertesi yılı nasıl çıkaracağını düşünen çay üreticisine verilen bu fiyat, yaşadığımız olağanüstü pandemi koşullarında dahi devletin çiftçilerini desteklemekten ne kadar uzak olduğunu bir kez daha gözler önüne sermişti. Bu yıl ne kadar açıklanacağı merak konusu olan yaş çay taban fiyatı konusunda üreticilerin ve üretici örgütlerinin beklentisi en azından gıda enflasyonunda yaşanan artışa denk gelecek şekilde 4 lira ile 5 lira olarak belirlenmesi.

KOTA MİKTARI AÇIKLANDI…

Hasadın başlamasına günler kala kota miktarının 600 kg olarak açıklanmış olmasına rağmen yaş çay taban fiyatının açıklanmaması üreticilerin kendi kaderine terk edildiğinin göstergelerinden birisi. Çay üreticileri her yıl kota ve kontenjanın kaldırılarak üreticiye alım garantisi verilmesi talebini tekrarlarken, bu talep yerine getirilmediği gibi geçtiğimiz yıl tarihin en yüksek kota miktarını açıklayacağız diyen ÇAYKUR, bu yıl da aynı kota miktarında alım yapılacağını ve artırım olmayacağının işaretini vermiş oldu. Her yıl ilk sezon kota miktarını yüksek açıklayan ÇAYKUR, 2017 yılı hariç diğer sürgünlerde kota miktarını azaltmaktadır. Dolayısıyla kota miktarının önümüzdeki sürgünlerde ne kadara düşürüleceği, günlük alım kontenjanının ne kadar açıklanacağı, üreticinin asıl olarak merak ettiği konular. Çünkü kota ve kontenjanı dışında kalan çayını özel sektöre vermek durumunda kalan üretici, kota ve kontenjanın düşürülmesi sonucunda taban fiyatının yarısına varan fiyatlara özel sektöre satmak mecburiyetinde kalmaktadır. Bu konuda hiçbir denetim mekanizması olmaması yanında ÇAYKUR’un kota ve kontenjan uygulaması üreticiyi çaresiz ve yalnız bırakmaktadır. Ki bu yılın taban fiyatının henüz açıklanmamış olması da üreticiler için endişe verici konuların başında. 

ÇAYKUR’UN GELECEĞİ NE OLACAK?

Çay sektöründe üretim yapan 47’si ÇAYKUR, 160’ı özel sektöre ait olmak üzere 207 adet çay fabrikası bulunmakta. 2020 yılında alınan yaş çayın yüzde 46.75’i özel sektör, yüzde 53.25’i ÇAYKUR tarafından alınarak işlenmiştir. Yaş çayın alımı ve işlenmesi konusunda yüzde 50’nin üzerinde paya sahip olan ÇAYKUR, üreticinin güvencesi olmaktan hızla uzaklaşarak, özellikle Türkiye Varlık Fonuna devredildiği 2017 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde zarar etmektedir. 2020 yılı zararı henüz resmi olarak açıklanmasa da1 ÇAYKUR’un Varlık Fonuna devrinden sonra toplam zararı 1 milyar 560 milyon 468 bine ulaşmıştır. Zarar mı ettiği yoksa zarar mı ettirildiği konusunda önemli bir izlek sunan Sayıştay raporlarında yer alan tespitlerde, ÇAYKUR’un kurumsal faaliyetlerini yitirmesi sonucunda sürekli borçla günü kurtarma politikası, yandaş firmalara aktarılan ve kuruma ödettirilen yolsuzluklar, stevia bitkisi örneğinde olduğu gibi 16 milyon TL yatırımın çöpe atılması, çay stoklarının elden çıkarılmaması nedeniyle rutubet sınırına yaklaşan organik çay stokları, imha edilen çaylar, reklam ve fuar giderlerindeki artış dikkat çekmektedir. Raporlarda yer alan tespitlerden de ortaya çıkan tabloda, ÇAYKUR’un nasıl zarar ettirildiği, ÇAYKUR’dan ve Türkiye’de çay üretiminden de vazgeçildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Öyle ki; Türkiye tarımının ve tarımsal kuruluşların nasıl gözden çıkarıldığının en açık göstergesi olan ÇAYKUR, ne üreticisine destek verebilecek durumda ne de kendi devamlılığını sağlayabilecek kapasiteye sahip. Ayrıca Türkiye Varlık Fonuna devri ile birlikte “Yurt içinde kamuya ait olan varlıkları ekonomiye kazandırmak”tan ziyade, “Kamuya ait varlıkları, kamuya yük olacak biçimde zarar ettirmeye yönelik olarak gasbetmek” biçiminde ilerleyen sürecin, ÇAYKUR’un geleceğini iyice belirsizleştirdiğini de unutmamak gerek.

KAPALI KAPILAR ARDINDA HAZIRLANAN ÇAY KANUNU…

1984 yılında çıkarılan, bugün de hâlâ yürürlükte olan ve çayın özel sektöre açılmasını düzenleyen 3092 sayılı Yasa, çay üreticilerinin taleplerini karşılamaktan uzak olduğu gibi yasal anlamda bir boşluğa da işaret etmekte. ÇAYKUR’un belirsiz geleceği ve üreticilerin yaşadığı sorunlar da göz önüne alındığında çay sektöründe bir düzenleme yapılması gerekliliği gün gibi ortadadır. Bu gereklilik sermaye temsilcileri tarafından da sıklıkla dillendirilmekte, üreticilerin taleplerine tıkanan kulaklar, çayın, 1980’den bu yana büyük ve hareketli bir pazara dönüştürülerek neoliberal piyasalara itilmesi girişimleri büyük bir çabaya dönüşmekte. 2009 yılında Rize Ticaret Borsası tarafından tamamen özel sektörün beklentilerine göre hazırlanan ve Çay Piyasasını Düzenleme ve Denetleme Kurulunun oluşturulması, çay borsasının kurulması ile sözleşmeli çiftçilik gibi çay üreticilerinin ve işçilerinin güvencesizleştirilmesini içeren bir dizi düzenlemenin olduğu ‘çay kanun taslağı’ gündeme getirilmişti. Ancak bu taslak daha sonra dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından “Gündemimizde böyle bir taslak yok” denilerek geri çekilmişti. 2013 ve 2016 yıllarında yeniden gündeme getirilen taslak, kamuoyuna açıklanmamış, kapalı kapılar ardında “çay sektörünün paydaşlarıyla” yapılan toplantılar sonucunda oluşturulduğu ifade edilmişti. Ancak bu metin de o dönemde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in görevinden alınmasıyla yeniden rafa kaldırılmıştı. Geçtiğimiz aylarda yeniden gündeme gelen çay kanun teklifi hazırlama görevinin Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesine verildiği belirtilmiş, ardından teklifin içeriğinden bahsedilmeden hazırlanarak Tarım ve Orman Bakanlığına gönderildiği bilgisi basında yer almıştır. Görünen o ki; çayın geleceğine dair önemli bir ihtiyaç ve üreticilerin de beklentisi olan çay kanunu hazırlığı, kapalı kapılar ardında çayın yükünü taşıyan ne üreticilerin, ne işçilerin, ne de üretici örgütlerinin haberdar olmadığı bir şekilde yürütülmekte.

ÇAYI HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

Tüm bu koşullar altında üreticiler artan girdi maliyetleri ve destekten yoksun, binbir zorlukla çayını toplamaya çalışırken, belli ki Türkiye’de çay üretiminin geleceğini düşünen yok. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin önemli geçim kaynağı olan çayda, sermayenin etkinliğinin arttırılacağı, üreticinin emeği üzerindeki kontrolünün baskılandığı ve bu yolla maliyetlerin düşürüleceği bir alan olarak yeniden yapılandırılacağına dair sinyaller verilirken, çaydan geçimini sağlayanların da önünü görebilmesi giderek zorlaşıyor. Doğu Karadeniz’de yaşayan halkın geçim kaynaklarına saldırılar peşi sıra devam ediyor. Yeşil yol, HES’ler ve taş ocakları da bölgenin en önemli sorunlarından. En son örneği de Rize İkizdere’de yasak ve kısıtlama dinlemeden devam eden taş ocağı çalışması… Günlerdir zor koşullarda taş ocağına karşı direnen köylülere Ulaştırma ve Altyapı Bakanının söyledikleri de oldukça ironik: “Amacımız burada istihdam sağlansın, bölge insanı ailesinin yanında çalışsın. Bizler gibi kalkıp İstanbullara gidip iş aramak zorunda kalmasınlar…” Geçim kaynaklarını bir bir elinden alanlar, çayına destek vermeyenler, ÇAYKUR’un içinin boşaltılmasına seyirci kalanların, topraklarından göçe zorlarken taş ocağı ile kendi yarattıkları işsizliği çözme vaadinde bulunması sözün bittiği yer…

Ancak Doğu Karadeniz halkının direngenliğini, Metin Lokumcu’nun HES’lere karşı ve çay için verdiği mücadeleyi de, bugün doların değil doğanın yeşiline kulak verin diyen İkizderelilerin mücadelesine kulak kesilmek gerek. “Ben buralıyım. Burada doğdum burada büyüdüm burada yaşadım. Ancak şu anda doğamı katlediyorlar, ormanımı yok ediyorlar. Neden bize bu çileyi çektiriyorlar?” diye haykıran kadınların, doğasıyla, çayıyla, kendi yağıyla kavrulan insanların emeğine, ekmeğine, doğasına dokunmayın!

________________

1- ÇAYKUR Genel Müdürü Yusuf Ziya Alim, TBMM KİT Komisyonunda ÇAYKUR’un 2020 yılı zararını 547 milyon TL olarak açıklamıştır.

ÖNCEKİ HABER

Turkuaz tablodaki vaka düşüşü filyasyona yansımadı, ekipler vakalara yetişemiyor

SONRAKİ HABER

Çaydan önce çaydan sonra: Doğu Karadeniz’de geleneksel tarım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa