Demirkent: Ekmeğimizi, özgürlüğümüzü alıkoyan düzenin belgeseli
Sedat Peker’in ifşa videoları karşısında iktidarın sessizliği sürerken Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent "Toplum izlemekle yetinmeyip videoları özgürlük talebinin konusu yapmalı" diyor.
Fotoğraf: Sedat Peker'in paylaştığı videodan ekran alıntısı
Erdi TÜTMEZ
İstanbul
Mafya Lideri Sedat Peker, altıncı videosunu da yayımladı. Peker videolarında şu ana kadar Mehmet Ağar ve oğlu AKP Milletvekili ve AKP Marmara Bölge Koordinatörü Tolga Ağar, Pelikancılar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu gibi isimlerle ilgili iddiaları gündeme getirirken mafya ve siyaset denklemi tekrardan Türkiye’nin gündemine oturdu. Yaşananları konuştuğumuz Mülkiyeliler Birliği Başkanı, Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent “Mafyalar savaşı olarak YouTube’dan izlediğimiz şey, ekmeğimizi, aşımızı, özgürlüğümüzü alıkoyan bir düzenin belgeseli niteliğinde.” diyor.
Sedat Peker son olarak altıncı videosunu da yayımladı ve videolar ile birlikte tartışmalar büyüyerek sürüyor. Peker’in açıklamaları devlet-mafya-siyaset bağlamında nereye oturuyor?
Mafya-siyaset-devlet ya da sonradan yerine yerleştirmek için şimdilik siyaseti aradan çıkarırsak mafya-devlet ilişkisine ilişkin ülkeyi sarsması gereken iddialarla karşı karşıyayız. Fakat Peker’in videolarının açığa vurduklarını, açığa vurma biçimini daha önce tanık olduğumuz devlet içindeki çeteleşmelerin açığa çıkmasından ayıran iki önemli şey var. Birincisi, bu iddiaların önemli bir kısmı, hatta en sarsıcı olanları aslında kamuoyu tarafından bilinen iddialar. Aniden, bir kamyonun bir araca çarpması sonucunda, mülkiye müfettişleri tarafından yazılan raporlar aracılığıyla ya da bir gazetecinin didik didik araştırdığı faili meçhul bırakılan cinayetlerin izinde ortaya çıkan bilgiler değil. Bizzat bu ilişkilerin içinde yer almış, illegal ilişkileri bilinmesine rağmen hükümet lehine mitingler düzenlemiş, barış için akademisyenler bildirisine Cumhurbaşkanının verdiği tepkinin ardından akademisyenleri topluca katletmekle tehdit etmiş, kendi iddiasına göre bir gazeteye iktidar milletvekilinin çağrısıyla saldırı organize etmiş biri var karşımızda. Bu kişi devletin savcıları tarafından soruşturulmuş ve mahkemede itiraflarda bulunuyor da değil. İkincisi ve birincisiyle bağlantılı olarak diyor ki bir tripoda, bir kameraya yenileceksiniz. Devlet-mafya-siyaset üçgeninden siyaseti sonrasında yerine koymak üzere şimdilik çıkarmak gerekir derken bu iki önemli farkı kastediyorum. Devlet-mafya ilişkisi, Türkiye’de siyasal alanın olabildiğine daralmasıyla artık baş başa incelenebilecek hale geldi.
Nedir o daralma? Biraz açabilir misiniz?
Devletin mafyalaşması ya da mafyanın devletleşmesi olarak tarif edilebilecek bu sürecin başlıca anlamı şu: Modern kapitalist devletin emekçi sınıflardan oluşan geniş halk kesimler üzerinde meşruiyet iddiasına dayanak oluşturan parlamento, mahkemeler, eğitim ve sağlık kuruluşları ve güvenlik aygıtını kapsayacak şekilde kurumların kamusal niteliğinin altının oyulduğu, siyasetin konusu olmaktan çıkarıldığı bir dönemin içindeyiz. Kamusal denetimin ortadan kalktığı, kamusal kurumların tasarruflarının özel ilişkilerde güç dengeleri ve iktidar havuzuna yapılan katkı tarafından belirlendiği bu süreci en iyi tarif eden sözcük “çökme”. Silah ya da paranın sağladığı, genelde ikisinin illegal biçimde, içinde iç içe geçtiği ilişkiler aracılığıyla aslında kamusal kararlarla ve kamu hukukuna uygun olarak yürütülmesi gereken işlemlerin “Bir yere ya da bir kuruma çökme” yöntemiyle gerçekleştiği bir dönemdeyiz. Devlet kamusal sorumluluklarını üzerinden atarak şirketleştirilmiş, şirketler ise izledikleri çökme yöntemleriyle mafyalaşmış, yasa dışı suç örgütleri de böyle bir ortamda en güçlü aracılar olarak devlete paralel yapılar haline gelmiş durumda. Siyaset, ya da siyaseti mümkün kılan demokratik kanallar diyelim, AKP-MHP tarafından kurulan istisnai rejimin siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri, basın ve kamu kurumları üzerinde kurduğu baskının altındayken bu ilişkide belirleyici rolde değil. Mafyalaşan devlet ya da devletleşen mafya olarak tanımlayabileceğimiz böyle bir dönemin ilişkilerini açığa vuran iddialar barındıran Peker videoları, hâlâ demokratik siyasetin demokrasi talebinin, hukuk devleti talebinin, para ya da silahın yarattığı ayrıcalıklar düzenini alaşağı edecek bir eşitlik talebinin, silah baskısını parçalayacak bir özgürlük talebinin konusu olamıyor. Halbuki mafyalar savaşı olarak YouTube’dan izlediğimiz şey, ekmeğimizi, aşımızı, özgürlüğümüzü alıkoyan bir düzenin belgeseli niteliğinde.
"DEVLET ŞİDDET TEKELİNİ AĞAR’A MI DEVRETTİ?"
Peker’in videolarıyla birlikte Mehmet Ağar’ın ismi de yeniden gündemde. Ağar’ın Peker’in iddiaları üzerine yaptığı açıklama da oldukça konuşuldu. Ve daha da bir sürü isim zikrediliyor. Bütün bunlara baktığımızda yaşananlar birbiriyle restleşen mafya babalarının kavgası mı, yoksa daha farklı anlamları olan hadise mi?
İddialar devlet ve mafya ilişkisinin öylesine iç içe geçtiğini gösteriyor ki bu ilişki biçimi toplumsal hayatımızın gündelik işleyiş kurallarını dahi yönlendirebilecek kapasiteye erişen bir sistem yaratılmış durumda. “Çok büyük paralar” getirdiği söyleyen bir marinadaki mülkiyet ilişkisi Mehmet Ağar tarafından çökme ilişkileri içinde tariflendi. İçişleri Bakanı Soylu buna Türkiye devletinin Arnavutluk’a Libya’ya çökülmesine izin vermediği ile karşılık verdi. Bir yönüyle çok dikkat çekmedi bu ama çok semptomatik. Türkiye’de ekonomiden dış politikaya kadar bütün kamusal meseleler, “çökme” ilişkisinin içine yerleştiriliyor. Bu ilişkiler içinde Mehmet Ağar nerededir onu bilmiyorum, Susurluk’ta ortaya çıkan ilişkilerdeki rolünü Kutlu Savaş’ın hazırladığı rapordan, parlamento komisyonunun ortaya koyduklarından bir miktar biliyoruz, bildiğimiz miktarı dahi Türkiye’nin o günkü olağanüstü halinin nasıl çete ilişkileriyle illegal olarak yürütüldüğünü ortaya koymuştu. Turgut Kazan’ın çok sarih biçimde kamuoyuna aktardığı yargı sürecinin sonunda Yargıtay 9.Ceza Dairesinin verdiği akıl almaz bozma kararıyla yargı tarafından aklanmış bir kişi Ağar. Yargı süreci böyle bitti, siyasal olarak mahkum edildi mi? Bakıyoruz ki bugün hiçbir kamu görevi olmamasına rağmen sonradan yalanladığı iddiasına göre bir marinada devletin işlevini yerine getiriyor. Hangi güçle? Devlet şiddet tekelini devir mi etti? Ama tüm bunlarla hesaplaşılması için siyasetin demokratik kanallarının, siyasetin önüne konan barikatın aşılması, demokrasi mücadelesinin taleplerinin bu yönde büyümesi gerek. Yargının dar koridorlarını aşan Türkiye’de devlet-çete ilişkilerinin yarattığı tahribatı ortaya koyacak hakikat süreçlerinin, adalet süreçlerinin ve kurumlarının örgütlenmesi gerek. Ağar’ın konumunu öğrenebileceğimiz ve geride bırakabileceğimiz zaman işte o zaman olacak.
SESSİZLİK, POZİYONLARIN NETLEŞMEDİĞİNİ GÖSTERİYOR
Günlerdir ortalığa saçılan iddialar hakkında ise yargı sessiz. Ortada ne bir soruşturma var ne de farklı bir adım. Bu sessizliği nasıl yorumlamak lazım?
Yargının, yargıçlar ve savcıların tümü itibarıyla değil elbette ama, bir kurum olarak çok uzun zamandan beridir adalet arayışı yerine, konum alma ihtiyacıyla hareket ettiğini düşünüyorum. Yargıdaki sessizlik henüz pozisyonların netleşmediğini gösteriyor olabilir.
İSTİFA KURUMU GÜÇ İLİŞKİLERİ İÇİNDE DEĞERLENDİRİLMELİ
Tartışmaların odağında olan bir isim, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu… Peker Soylu hakkında birkaç iddiada bulunurken, Soylu ise TRT’de katıldığı yayında bunlara cevap verdi. Organize suç örgütlerine karşı verdikleri mücadeleden bahsetti. Hatta birkaç fotoğrafla da Peker’i hedef aldı. Soylu’nun düştüğü pozisyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devletin bakanı, devletin kanalında, neredeyse kendi hazırladığı sorulara cevap verdi. “Çökme” ilişkisi nasıl mafyalaşmayı temsil ediyorsa bakanın kullandığı eril dil ve tehditkar üslup da ancak benzer ilişki biçiminin ürünü olabilir. Bir yurttaş olarak dinlemekten utandığımı söylemekten başka bir şey diyemem. Devletin var oluşunun temel nedenlerinden biridir yurttaş için sulh ortamını sağlamak. Bu nedenle suç örgütleriyle mücadele devletin en temel görevidir ve ancak üzerinde uzlaşılmış sulhun dili ile mümkün olur. Bu dil de hiyerarşik normlar bütününden oluşmuş hukuktur. Tehdit değil.
İstifa iddiaları da gündeme geldi bu süreçte…
Süleyman Soylu’nun görevden affını isteyen ve sosyal medyada örgütlenen paylaşımı ile Berat Albayrak’ın sosyal medyadaki istifasının ardından yaşadığımız 1 tam günlük boşluktan sonra Türkiye’de artık bir siyasal tutum olarak istifadan bahsetmek mümkün değil. İstifa kurumu da diğer her şey gibi grift güç ve tehdit ilişkileri içinde değerlendirilmesi gereken bir durum. Demokratik meşruiyetini yitiren ve gün geçtikçe tarif etmeye çalıştığım ilişkiler içindeki zora daha çok mecbur kalan bir siyasal rejim içinde güç dengeleri de demokratik meşruiyete göre değil; şiddet-servet dengelerine göre belirleniyor.