Prof. Dr. Raşit Tükel: Tutarsız kısıtlamalar kaygıyı artırıyor, ruh sağlığı tehlikede
"Pandemide insanı değil de, ekonomik beklentileri, siyasi çıkarları merkeze alan bir anlayışı, psikoloji bilimi ışığında değerlendirmek kolay değil."
Fotoğraf: Türk Tabipleri Birliği
Sinem UĞURLU
İstanbul
Pandeminin, toplumun fiziki sağlığı kadar ruh sağlığı üzerinde de olumsuz etkileri oldu. Yurttaşlar uzun süredir bulaş riskinin daha düşük olduğu park gibi açık alanlardan mahrum. Buna karşılık işçiler, kalabalık ve kapalı ortamlarda pandemi öncesi düzendeki gibi çalışmaya devam ediyor, AVM’ler ise ilk açılan yerler arasında.
Bu süreçte İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan geneldeki kısıtlamaların tutarsızlığı ve bilimsel bilgiye göre şekillenmemesinin kişilerde kaygıyı artırıcı bir etken olduğunu ifade eden İstanbul Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Raşit Tükel, sosyal izolasyonun özellikle yaşlı ve genç kesimlerde olumsuzluklar yaratabileceğine dikkat çekti. “Pandemide insanı değil de, ekonomik beklentileri, siyasi çıkarları merkeze alan bir anlayışı, psikoloji bilimi ışığında değerlendirmek kolay değil” diyen Tükel, devletin sağlamadığı ekonomik ve sosyal destek sonucunda düşük gelirlerle hayatını sürdürmek zorunda kalmanın da başlı başına ruh sağlığını bozucu etki olduğunu ifade etti.
Tükel, pandemiye duyarlı kesimlerin psikososyal açıdan desteklenmesi gerektiğini söyleyerek, “Dayanışma ortamı, iyi örgütlenmiş bir psikososyal destek ağı, özellikle de dezavantajlı kesimlerin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük çalışmalara önem verilmelidir” dedi.
“Covıd-19 pandemi sürecinde ruh sağlığı” adlı makalenizde “Pandemide en sık görülen ruhsal bozukluklar; duygudurum bozuklukları, kaygı bozuklukları ve travma sonrası stres bozukluğudur” tespitini yapıyorsunuz. Bu bozukluklar, pandeminin hangi etkilerinden kaynaklanıyor?
Pandeminin toplumda korku ve kaygı oluşturmasının en önemli nedeni, gözle görülür olmayan yakın bir tehdit oluşturması, etki alanını giderek artırması ve belirsizlik ortaya çıkarması. Belirsizlik durumlarına örnek olarak enfeksiyona yakalanma, enfeksiyonun seyri, etrafındaki insanlara hastalığın bulaşıp bulaşmadığı, tedaviden sonuç alıp alınamayacağı ve en önemlisi pandeminin ne zaman sonlanacağının bilinememesi verilebilir. Belirsizlik kişiler için kaygı oluşturan bir durum. Bu dönemde sevdiklerinden, bakım verenlerden ayrı tutulma, sevdiklerini koruyamama, onlara virüs bulaştırma, virüs yüzünden sevdiklerini kaybetme ile ilgili endişe, kaygı ve korkulara sıkça rastlanabiliyor.
Pandemiye bağlı olarak ortaya çıkabilen bir diğer ruhsal bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu. Pandemi döneminde yaşananlar sevdiklerinin hastalık ve ıstırap çektiğine tanık olmak, hastalıktan ölenleri görmek gibi dramatik olaylar içerdiğinde, kişinin, kendisinin ve sevdiklerinin güvenliği ile ilgili korkularıyla birleşerek travmatik stres belirtilerine yol açabiliyor.
Duygudurum bozukluğu denildiğinde söz konusu olan daha sıklıkla depresyon. Pandemi nedeniyle her gün çok sayıda insan ölüyor. Rakamların arkasında acılar var, sevdiğini kaybeden insanlar var. Kayıplar depresyonu tetikleyebiliyor. Kişinin sevdiklerini kurtarması gerektiğini inanması ama bunu gerçekleştiremeyeceği duygusunu yaşaması ya da hastalığın yayılmasından kendisini sorumlu tutması gibi durumlar suçluluk duygularına yol açabiliyor, depresyonun ortaya çıkması için zemin oluşturabiliyor.
Kaybın ardından geleneklerine uygun bir şekilde yas tutamaması da kişiyi etkileyebilir mi?
Bir felaket sırasında sevilen birinin kaybı, ölümün genellikle aniden ve beklenmedik bir şekilde gerçekleşmesi nedeniyle travmatik olabiliyor. Pandemide de ölüm beklenmedik bir şekilde geliyor. Covid-19’dan ölen insanlar çoğunlukla yoğun bakım ünitesine kabul edildikten, sevdiklerinden ayrı kaldıktan sonra yaşamlarını yitiriyorlar. Kaybedilen ile vedalaşmak, son görevlerini yerine getirmek, kişinin kaybedilenin geri gelmeyeceği gerçeğini kabul etmesi bakımından önemli. Geleneklerine uygun bir cenaze töreni düzenlenememesi, mezarlık ziyaretlerinin engellenmesi, taziyelerin yapılamaması, yas tutanların ölümün gerçekliği hakkındaki farkındalıklarını ve kayıplarını idrak etmelerini zorlaştırabiliyor. Taziyelerin oluşturduğu o paylaşımcı ortamın ve sosyal desteğin olmaması kişileri yalnızlaştırabiliyor. Bu durum yas sürecinin ağır geçmesine ve bununla birlikte depresyonun ortaya çıkmasına neden olabiliyor.
"ÖNLEMLERİN GÜVENİLİR VERİLERE DAYANMAMASI, BİLİMSEL BİLGİYE GÖRE ŞEKİLLENMEMESİ KİŞİLERDE KAYGIYI ARTIRABİLİYOR"
Genelgeler ile getirilen kısıtlamaların akla uygunluğu da çokça tartışılıyor. Örneğin AVM’lerdeki kafe restoranların açık olması ama açık alanlardaki çay bahçelerinin kapalı kalması gibi. Toplumun açık alandan bu kadar mahrum kalmasının ruh hallerine nasıl etkileri olabilir?
İnsanlar genel olarak bir sonraki adımda ne yapacağını bilmek ve hayatını belli düzen içinde planlamak ihtiyacı içerisinde. Pandemiyle mücadele süreci iyi yönetilemediğinde var olan belirsizlikler artıyor. Alınan önlemlerin güvenilir verilere dayanmaması, karar süreçlerinin şeffaf ve demokratik olmaması, bilimsel bilgiye göre şekillenmemesi kişilerde kaygıyı artırabiliyor. Örneğin bulaş riskinin en yüksek olduğu durumlar kapalı alanlar, kalabalıklar. Buna karşılık açık alanlarda, parklarda bulaş riski oldukça düşük. İşçiler işyerlerinde gerekli önlemler alınmadan, uygun ortam ve koşulları oluşturulmadan çalışmak zorunda bırakılırken, açık alanların kapatılıp insanların mesafeye dikkat ederek parka çıkmasının engellenmesinin bilimsel bir açıklaması yok. Bu tür uygulamalardaki tutarsızlıklar, imtiyazlı kişi ve gruplara düğünlerde, kongrelerde, cenaze törenlerinde sağlanan ayrıcalıklar temel güven duygusunu zedeliyor.
Pandeminin en korkulan ruhsal sonuçlarından biri sosyal izolasyon. Sosyal izolasyon, süreğen yalnızlık ve can sıkıntısına yol açıyor; bu da yeterince uzun olursa fiziksel ve ruhsal sağlık üzerinde zararlı etkilere sahip olabiliyor. Toplumsal boyuttaki krizler genellikle insan ruhsallığını önemli şekillerde etkiler, tehdit uyarılmasını artırır ve kaygıyı yükseltir. Pandeminin bu sosyal boyutu büyük ölçüde ihmal edilmektedir. Öte yandan, fizik mesafeye uyma sadece belirli bir sosyal sınıf için mümkün olabiliyor; işçiler sıklıkla toplu taşıma araçlarında ve fabrikalarda aşırı kalabalığa ve hijyenin kötü olduğu ortamlara maruz kalıyorlar. Dolayısıyla toplumun belirli bir kesimi için yalnızlık yaşantısı farklı. Yalnızlığın yapısının, psikososyal gereksinimlere yol açan sınıfsal konuma ve sosyal katmanlara göre değişebildiğini söyleyebiliriz.
“Tam kapanma”da işçilerin çalışmaya devam etmesi çokça eleştirildi. Çalışanlar, fabrikaya, atölyeye veya ofise gidip kapalı alanlarda kalıyor ancak mesai dışı saatlerde de yasaklardan ötürü tekrar eve, kapalı alana giriyor. Son genelgelerdeki kısıtlamaları psikoloji bilimi ışığında nasıl değerlendirirsiniz?
Tam kapanma olarak ifade edilen sürecin aslında çalışanların sadece yüzde 17’sini kapsadığını biliyoruz. Çalışan kesim önlemlerin alınmadığı çalışma ortamlarında pandeminin etkilerine maruz kaldılar. Bulaş riskinin en az olduğu açık alanlar kapatılırken, parklara çıkma dahi engellendi. Yaşlılar ve çocuklar gerek açık alanlardan, gerekse de yaşamsal ihtiyaç duydukları çeşitli ortamlardan uzak kalmış oldular. Dezavantajlı kesimlerin ihtiyacı olan ortamlardan faydalanması engellenirken, çalışan kesimin de önlemler alınmadığı bir çalışma düzenini, pandeminin bütün risklerine karşı sürdürmek zorunda kaldığını görüyoruz. Pandemide insanı değil de, ekonomik beklentileri, siyasi çıkarları merkeze alan bir anlayışı, psikoloji bilimi ışığında değerlendirmenin kolay olmadığını söylemeliyim.
GENÇLER VE YAŞLILARDA SOSYAL İZOLASYONA BAĞLI SORUNLAR ORTAYA ÇIKABİLİR
Gençler ve yaşlılar salgın başından beri neredeyse evde. Gençlerin, okul ve arkadaşlarıyla sosyal etkileşimin psikolojik gelişim açısından olumlu görüldüğü biliniyor. Bunun sosyal medya ile ikame edilmeye çalışılmasının yaratabileceği sorunlar ne olabilir? Aynı şekilde 65 yaş üstü de yalnızlık duygusunun en ağır etki gösterebileceği gruplardan biri olarak gösteriliyor. Onları nasıl bir tehlike bekliyor?
Gençler, sosyal izolasyondan çıkmanın bir yolu olarak sosyal iletişim ağlarını kullanmaya başladılar. Pandemi internet-teknoloji kullanımını artırdı. Sanal iletişim, yüz yüze iletişimin yerini almaya başladı ve pandemi bu durumu hızlandırdı. Özellikle de gençlerin, dünya ve akranları ile sürekli iletişim halinde olmak için internet ve teknolojiye bağımlı hale geldikleri görülüyor. Günümüzde teknolojiyle bir araya gelmenin olumlu duygusu elbette var. İnternet, birçokları için bağlantı duygusunu kolaylaştırıyor. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta; kişilerin bu bağlantı duygusunu sanal ortamlar üzerinden oluşturmasının bir aşamadan sonra internet bağımlılığına doğru gidebiliyor olması. Uzun süre çevrim içi kalmanın birçok olumsuz psikolojik etkilerinin olduğu biliniyor. Örneğin, bu tür durumlarda fizyolojik ihtiyaçlarını ihmal etme ya da fark etmeme, akademik ya da mesleki başarısızlık, sosyal izolasyon, buna bağlı olarak yalnızlık hissi, kendine yabancılaşma, tükenmişlik görülebiliyor. Sosyal izolasyon için çözüm gibi gelen bu sanal ilişki ağı, bir süre sonra hayatın her alanını kapsayıp kişinin tükenmişliğine, yalnızlığına yol açıyor. İletişim kurmak adına çıkılmış yolda teknolojinin esiri olabiliyorsunuz.
Yalnızlık genellikle herhangi bir arkadaş olmadan topluluktan veya toplumdan yalıtılmış olma durumu olarak tanımlanır ve depresyon, kaygı, uyum bozukluğu, süreğen stres, uykusuzluk ve hatta yaşamın ileri dönemlerinde bunama gibi pek çok ruhsal bozukluk için bir risk faktörü olarak kabul edilir. Yalnızlık pandemi dönemi dışında da yaşlılarda yaygındır; depresyon oranlarının artmasına ve intihara yol açabilir. Yaşlı kesimin parklarda pekala vakit geçirebilecek iken evlerde tutulmaları, orantısız bir şekilde diğer kesimlerden ayırılmaları, tecrit edilmeleri ruh sağlıkları üzerinde olumsuz etkiler oluşturdu. Bu süreçte onların kendilerini algılamalarında da olumsuz değerlendirmeler ortaya çıktı. Karantina ve kapanma süresi uzadığında, süreğen yalnızlığın fiziksel aktiviteyi azalttığı ve zedelenebilirlik riskini artırdığı görüldü. Bir de damgalanma söz konusu olabiliyor yaşlı kesim için, buna ayrımcılığa uğrama da diyebiliriz. Özellikle pandeminin ilk dönemlerinde yaşlı insanların evde tutuluyor olması, onların bulaştırıcı gibi algılanmasına neden oldu.
"İŞSİZLİK YA DA DÜŞÜK GELİRLERLE HAYATINI SÜRDÜRMEK ZORUNDA KALMAK, BAŞLI BAŞINA RUH SAĞLIĞINI BOZUCU ETKİLERDİR"
Yine makalenize dönecek olursak; “Daha düşük gelir düzeyine, daha az mal varlığına sahip olmak ve işsizlik daha fazla ruhsal hastalık yükü ile ilişkili bulunmuştur” yönündeki araştırmalara dikkat çekiyorsunuz. Türkiye, Meksika’dan sonra salgın süresince halka en az nakit destek sağlayan ikinci ülke. Bu durumların gelecek yakın zamanda toplumsal bir buhrana yol açma tehlikesi var mı?
Pandemide önlemler alınırken ekonomik ve sosyal desteğin yaşama geçirilmediğini görüyoruz. Ruh sağlığının bozulması pek çok etkene bağlıdır. Bunun içerisinde çevresel etkenler de var. Temel yaşam ihtiyaçlarının karşılanması ruhsal sağlık açısından son derece önemli. Ekonomik kriz ve pandeminin getirdiği çalışma hayatındaki sorunlar, işsizlik ya da çok düşük gelirlerle hayatını sürdürmek zorunda kalmak, başlı başına ruh sağlığını bozucu etkiler. Toplumun büyük bir kesiminin bu etkilerle baş başa kaldığını, sosyal ve ekonomik bir destek olmadan hayatını sürdürmek zorunda kaldığını görüyoruz. Bunun toplum ruh sağlığı üzerinde ciddi olumsuz etkilerinin olması kaçınılmazdır.
"DAYANIŞMA VE PSİKOSOSYAL DESTEK AĞI ÇALIŞMALARINA ÖNEM VERİLMELİ"
Bu tablo, nasıl tersine dönebilir?
Pandemi ile mücadele daha çok bireysel sorumluluklar üzerinden yürütülmek isteniyor. Sağlık Bakanlığının buradaki temel yaklaşımı; kişilerin temizliğe, maskeye ve mesafeye dikkat ederek kendi önlemlerini alması. Bu tek başına yeterli değil. Toplumda hastalık etkenine duyarlı olanların yaygın test uygulamasıyla saptanması, hastalığın kaynağına yönelik filyasyon çalışmaları, aşılanma gibi pandemiyle mücadele yöntemlerinin ne kadar aksadığını görüyoruz. Öncelikle salgınla mücadele bilimsel bilgilere ve güvenilir verilere dayanarak kamusal bir sorumlulukla yürütülmelidir.
Özellikle de pandemiye duyarlı kesimler psikososyal açıdan desteklenmelidir. Yaşlı insanlar için gerek fiziksel gerekse ruhsal ihtiyaçlarını dikkate alan bir yaklaşım içerisinde olunmalıdır. Dayanışma ortamı, iyi örgütlenmiş bir psikososyal destek ağı, özellikle de dezavantajlı kesimlerin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük çalışmalara önem verilmelidir. Örneğin, pandemi döneminde eve kapanan ve sosyal izolasyonda olan ileri yaştaki kişiler için dayanıklılığı artırmaya yönelik planlar oluşturulmalı; bu gruba yönelik kapsayıcı bir dil benimsenmeli, bu kişilerin muhtaç değil desteğe ihtiyacı olan kişiler olarak görülmeleri sağlanarak “Ötekileştirme” etkisini tersine çevirecek bir yaklaşım içinde olunmalıdır.
Son olarak, pandemide sosyal çevremizle bağlantı içinde kalmamızın önemini; sosyal ağlarımızı sürdürme, yakınlarımız, arkadaşlarımız ve dostlarımızla iletişim içinde olmanın, bize duygularımızı paylaşmak için olanak ve stresi azaltmak için çıkış yolları sağlayacağını vurgulayalım.