23 Mayıs 2021 00:32

Fransa’da aşırı sağın yükselişine karşı çağrı

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Fransa'da aşırı sağa karşı kurulan platform, Almanya'da Junge Welt gazetesine yönelik hükümet baskısı ve Filistin davasının geleceğine dair tartışmalar var.


Fotoğraf: Eren Araman

Paylaş

Fransa’da geçtiğimiz çarşamba günü sağın en sert kanadının egemen olduğu polis sendikalarının çağrısıyla, ezici çoğunluğunu polislerin oluşturduğu 35 bin kişi, Meclisin önünde gösteri yaptı ve “Polise karşı işlenen suçların” daha sert cezalandırılmasını istedi. Gösteriye aşırı sağcı Le Pen’in partisinin birçok yöneticisinin yanı sıra içişleri bakanı ve Sosyalist Parti, Yeşiller ile Komünist Partinin ulusal sekreter ve yöneticilerinin de katılması, özgürlüklerin kısıtlanmasını isteyenlere destek olarak yorumlandı. Böylesi bir ortamda onlarca işçi sendikası, gençlik örgütü, özgürlükleri savunan dernek ve ilerici gazete ve derginin imzasıyla aşırı sağa karşı kalıcı bir platform kurulduğu ilan edildi ve 12 Haziran’da kitlesel bir gösteri yapma çağrısı yapıldı.

Almanya’dan Junge Welt gazetesi istihbarat örgütü olan Anayasayı Koruma Kurumu tarafından tehlikeli bulunduğu için yıllardır kurumun raporunda yer alıyor. Die Linke/Sol Parti fraksiyonunun soru önergesi üzerine İçişleri Bakanlığı gazetenin toplumsal sınıflardan söz ettiği, sol gruplara platform sunduğu, redaksiyonunda sol görüşlülerin olduğu ve yıllardır Rosa Luxemburg Konferansını düzenlediği için tehlikeli olduğu cevabını verdi. Süddeutsche Zeitung’dan yaptığımız çeviride bu iddianın ne kadar dayanaksız olduğu ortaya konulurken güzel bir dayanışma da gösterilmiş oluyor.

İngiltere’den çevirdiğimiz makalede ise İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları ele alınıyor. Çözümün bir konfederasyon olduğu savunuluyor.


12 HAZİRAN’A ÇAĞRI: ÖZGÜRLÜKLER İÇİN
VE AŞIRI SAĞIN ÖLÜMCÜL DÜŞÜNCELERİNE KARŞI

Son aylarda endişe verici bir siyasi ve sosyal iklim gözlemliyoruz. Aşırı sağla ittifak yapmak ya da onun fikirlerini savunmak bir yasak olmadan çıktı. İşyerinde ve hayatın her yerinde ırkçı ve cinsiyetçi söylemler yaygınlaşıyor. Özgürlük ve sosyal haklara karşı saldırılar derinleşiyor. Bu siyasi, ekonomik, sosyal ve sağlık ortamında eşitsizlikler patladı ve büyük bir sosyal yoksulluğu ağırlaştırıyor.

Birçok özgürlük kısıtlayan yasa herkesin izlendiği ve denetlendiği otoriter bir toplumu oluşturuyor ve zaten aşırı olan polis şiddeti konusunda bilgilendirmeyi kısıtlayacaktır. Üstelik bu yasakların bir kısmı dinsel inancından dolayı toplumun bir kısmını hedeflerken, diğer bir kısmı da mücadeleci faaliyeti olanları hedefliyor.

Özgürlükleri savunma ve aşırı sağın ölümcül düşüncelerine karşı mücadeleye çağrıyı imzalayanlar gibi (https://www.appelpourleslibertes.com) bizler de özgürlükler, emek ve kalıcı bir gelecek ittifakını oluşturmaya yönelik güçlü ve birlik içinde bir cevabın oluşturulmasının aciliyetini hissediyoruz.

Nefret, ırkçı ve bireysel-kolektif özgürlüklere saldırı ortamına karşı, ortak bir şekilde 12 Haziran cumartesi günü ulusal bir mücadele günü örgütleme kararı verdik, bunun yerel düzeyde de inisiyatifleri olacaktır.

Bu mücadele günü artan ortak inisiyatiflerin bir parçasıdır. Daha şimdiden sendikal, siyasi, dernek, kolektif ve çağrıyı imzalayanlar bu mücadeleyi kalıcı kılmaya karar verdiler.

Sendikalar: CGT, FSU, Union Syndicale Solidaires, Syndicat des Avocats de France, Syndicat de la Magistrature, UNEF, UNL, Fidl, MNL, FSE, l’Alternative, Confédération Paysanne, Union Syndicale de la Psychiatrie.

Dernek ve kollektifler: Attac, İnsan Hakları Ligası, Veliler Federasyonu FCPE, Fondation Copernic, Oxfam, Alternatiba, Amis de la Terre, Résilience Commune, DAL, Confédération Nationale du Logement, Emancipation Collective, Rencontre des Justices, Coexister, CRAN, SOS Racisme, Comité Justice pour Ibo, Quartiers Nord, Quartiers Forts Marseille, Observatoire National Contre l’extrême Droite, Mrap, Association ViSA, Femmes Egalité, Collectif National pour les Droits des Femmes, Collectif Féministe Les Rosies, Les Effronté.e.s, JOC , AFPS, Conseil Démocratique Kurde France, FTCR, CRLDHT, UTAC, France Amérique Latine, La Jeune Garde, Université Ouverte.

Basın: Regards, L’Humanité, Politis, Contretemps, Le Media.

Siyasi partiler : ENSEMBLE!, Génération.s, La France Insoumise, GDS, Nouveaux Démocrates, NPA, Place Publique, le Parti de Gauche, les Jeunes Ecologistes, MJCF (Mouvement des Jeunes Communistes), UEC, PEPS, Jeunes Génération.s, Rassemblement Communiste, UCL.

(Çeviren: Deniz Uztopal)


SINIFSAL SPAZM

Wolfgang JANISCH
Südeutsche Zeitung

Reklamınızı yapmak isterseniz genellikle tanınmış bir sözcü tutarsınız. Ama gerçek bir sol gazete olarak Junge Welt (jW) diyalektik bir mantık izliyor. Basın özgürlüğü için 1000 abone çağrısında “Federal hükümet, Junge Welt’in anayasaya aykırı olduğunu iddia ediyor. Sebep: Marksist odaklı bir gazete olarak, toplumdaki sınıfların varlığını esas alıyor.” Proleter slogan, “Şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyaç var!” şeklinde. Sistemin sizi ezmesine izin vermeyeceksiniz. Meydan okuyan reklam kampanyasının tetikleyicisi, Federal İçişleri Bakanlığının Junge Welt’in neden her yıl Anayasayı Koruma Kurumu raporuna alındığını öğrenmek isteyen Die Linke fraksiyonunun küçük önergesine verdiği cevap. Gazete tehlikeli olarak kayıtlara geçirilmesi sonucu önemli dezavantajlara uğradı. Kamu alanında reklam verilmedi, basımevleriyle sorunlar yaşadı ve bir süpermarket zinciri mağazalarında gazetenin satışını yasaklamaya çalıştı. Bakanlığa göre, Junge Welt, temel Marksist inançları temel demokratik ilkelere aykırı olan “açıkça komünist bir günlük gazete”. “Bir toplumun üretimdeki rolü ve yerine göre sınıfsal bölünmesi, insan onurunun garantisiyle çelişir.” “Çünkü insanlar sadece nesnelere indirgenemez veya bir kolektife tabi tutulamaz.”

JW aleyhine bir başka gösterge: “Genellikle komünist beyinlere olumlu atıfta bulunulur.” Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Friedrich Engels ve Karl Marx burada örnek olarak verilmiştir. Marx, Junge Welt’in reklam şeridine de yerleşti: Gözleri bantlanmış şekilde, mizahi şeytanlaştırılarak; “Ben de mi anayasa düşmanıyım?​” diye soruyor.

Anayasayı Koruma Dairesinin sunduğu tek neden bu olsaydı, o zaman gazetenin rapordan olabildiğince çabuk silinmesi gerekirdi. 2005 tarihli Federal Anayasa Mahkemesinin bir kararından bu sonuç çıkarılabilir. Kararda Anayasayı Koruma Kurumunun raporunda bir gazeteden bahsedilmesinin “Dolaylı olarak suçlayıcı bir olumsuz yaptırım” ve dolayısıyla basın özgürlüğüne açık bir tecavüz olduğu söyleniyor; bu karar aşırı sağcı muhafazakar dergi Junge Freiheit hakkında alınmıştı. O sırada mahkeme, sağlam bir demokrasinin huzurundan bahseden bir cümle kurdu: “Anayasanın ve onun temel unsurlarının eleştirilmesinin, özgürlüğün ve demokratik düzenin temel unsurlarında değişiklik çağrısı kadar izin verilebilir olduğu dikkate alınmalıdır.”

Bir makale, en azından sözlü olarak biraz rahatsız edici olabilir. Mahkemenin o dönemde vurguladığı gibi belirleyici faktör, “özel risk potansiyeli”dir. Bakanlık, Junge Welt gazetesinin “aşırı solcu yelpazenin” faaliyetleri için harekete geçmesi tehlikesinin var olduğunu ileri sürüyor. Örneğin, otonom bir gruptan “Zenginlerin şehrine karşı” sloganıyla “Devrimci 1 Mayıs gösterisi”ne katılmaları için bir çağrı yayımladı. Gösterinin “Şehirde yaşanan çatışmayı sokaklara taşıması gerekiyordu. 2018 gibi erken bir tarihte jW, eylem odaklı bir şekilde hareket etmek istediğini zaten duyurdu. Kendi itirafına göre, “Köleleştirilmiş ilişkileri altüst etme olasılıkları konusundaki alışverişi” teşvik ediyor.

Mücadeleler, eylemler, seferberlik? Anayasa Mahkemesi 2005 tarihli kararında, yetkililerin bir suç duyurusuna elbette müdahale edebileceğini yazdı. Ama mücadeleler zorunlu olarak şiddet eylemleri ve eylemler de yasa ihlalleri ile eşit mi değerlendirilmeli? Bir mahkemenin muhtemelen bununla ilgili birkaç sorusu olacaktır. Mücadele her şey için yapılır, Alman futbol şampiyonası veya seçim zaferi için çaba harcamak da mücadeledir.

Başka bir suçlama daha yanıltıcıdır. Gazete, düzenli olarak, siyasi mücadele aracı olarak şiddet konusunun “Ele alındığı” makaleler yayımlamaktadır. Siyasi amaçlı suçları savunan kişilere halka açık bir platform sunuluyor.” Bu konuda eski Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyeleri ve Kolombiyalı gerillaların temsilcileriyle yapılan röportajlar örnek verildi. Ayrıca redaksiyonun bazı üyeler, aşırı sol içinde konumlanmıştır. Ve son olarak, 1996’dan beri Junge Welt’in düzenlediği Rosa Luxemburg Konferansı. Burada da aşırı solcu yelpazenin sorumluluğu çoğunluktadır. Ancak “devletin refahı nedeniyle” bu konuda ayrıntı verilmiyor, kurum kartlarını açık ortaya koymak istemiyor.

Öyleyse soru şu: Tek tek makale ve yazarlarda şiddet ve aşırılık olarak kendini gösteren belirsiz bir ilişki ne zaman tüm gazeteye bulaşır? Ne zaman gazete tehlikeli olarak damgalanabilir? 2005 yılında Anayasa Mahkemesi, bireylerin davranışlarından, özellikle de konuk yazarlardan bu konuda sonuç çıkarmak konusunda isteksizdi. Kararda “Basın özgürlüğü aynı zamanda, yalnızca belirli bir siyasi yelpazeye yönelik bir forum sunma ile sınırlı değil, yazarlara orada da büyük bir özgürlük sağlamayı kapsıyor” denildi.  Öyleyse Junge Welt şiddet hakkında ne düşünüyordu? Bakanlık, garip bir şekilde dolambaçlı bir sonuca varıyor. “Bu bağlamda, jW, bu tür kişiler veya gruplar tarafından olası şiddet kullanımına göz yumduğu izlenimini veriyor”. Bu nedenle suçlama, gazetenin şiddetten yana olduğu şeklinde değil sadece izlenim verdiği şeklinde. Bu arada, “sınıflı toplumda eşitsizlik” üzerine kitaplar yayımlamış olan ara sıra Junge Welt’te de yazan biri bu yanıttan rahatsız oldu. Adı Christoph Butterwegge, Köln’de siyaset bilimi profesörü. ‘tehlikeli’ Junge Welt’te yazdığı ve sınıflı toplumdan söz ettiği için İçişleri Bakanlığının onu Anayasa düşmanı olarak görüp görmeyeceğini merak ediyor. Federal Çalışma Bakanlığı, Butterwegge’yi yoksulluk ve servet raporu için uzmanlar kuruluna atadı ama hiç belli olmaz!

(Çeviren: Semra Çelik)


ÇÖZÜM BİR İSRAİL-FİLİSTİN KONFEDERASYONU

Meron RAPOPORT
The Guardian

“Barış için barış.” Benyamin Netanyahu, İsrail’in eylül ayında Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile imzaladığı barış anlaşmaları olan İbrahim Anlaşmalarını böyle tanımladı. Bir zamanlar Filistinlilerle diplomasiyi yöneten paradigma olan “barış için toprak” yok artık. Netanyahu’nun bakış açısından, bu anlaşmalar onun bölgesel barışa giden yolun Filistinliler aracılığıyla olmadığını iddia etmekte her zaman haklı olduğunun kanıtıydı. ABD ve Avrupa bir süre önce “Filistin sorununa” olan ilgisini kaybetti ve Arap dünyası da her zamankinden daha izole ve parçalanmış görünen Filistinlileri desteklemektense İsrail ile aynı hizada olmayı tercih ettiğine karar verdi. Pek çok insanın İsrail’in kazandığına ve Filistin ulusal mücadelesinin sona erdiğine inanması şaşırtıcı değil.

Bu coşku dalgasının üzerinden altı aydan biraz fazla zaman geçti ve Filistin mücadelesi her zamanki gibi canlı. Şam Kapısı’ndan Şeyh Cerrah’a, El Aksa’dan Gazze’ye, Lod’dan Hayfa’ya Filistinliler bunu unutan veya şüphesi olan herkese açıkladı: Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki topraklarda buradayız. Hiçbir yere gitmiyoruz ve ortak bir kimliğimiz ve ortak bir geçmişimiz var. Kudüs’teki Şeyh Cerrah’da Filistinlilerin mülksüzleştirilmesi, İsrail’deki Filistin vatandaşlarının mülksüzleştirilmesini yansıtıyor. Filistin mücadelesi tek bir mücadeledir ve Yaser Arafat’ın dediği gibi bundan hoşlanmayan kişi Gazze’nin suyunu içebilir.

Son zamanlarda yaşanan şiddet, özellikle İsrail’de hem Yahudilerin hem de Filistinlilerin yaşadığı “karma şehirlerdeki” toplumlararası şiddet, bu topraklarda birlikte yaşayan Yahudiler ve Filistinliler için umut olmadığını iddia eden sesleri, tahmin edilebileceği gibi güçlendirdi. Netanyahu’nun eski bir ortağı olan Ronen Shoval, 700 binden fazla Filistinlinin kaçtığı veya evlerinden sürüldüğü 1948 Filistin felaketine atıfta bulunarak “Nakba’nın Arap düşmanı üzerindeki tüyler ürpertici etkisi biraz dağıldı” dedi. Hamas Lideri Halid Meşal, “Birlikte yaşamı bozduk” diye övünüyordu.

Yahudileri ve Filistinlileri ayırmanın gerçek bir yolu yok. Filistinliler ve Yahudiler tüm bölgede yan yana yaşıyor. Eşitsiz, ama yan yana. Bu olaylar, İsrail-Filistin çatışmasına bir çözüm olduğuna inananlar arasında bile kafa karışıklığı ve çaresizliği tohumladı. En azından son 30 yıldır, yol gösterici paradigma İsrail ve Filistinliler arasındaki ayrılık oldu. Özellikle İsrailli Yahudilere bu fikir satıldı: İki devlet, burada bizler (Yahudiler) ve onlar (Filistinliler) orada, aramızda bir duvar. İsrailliler ve Filistinliler arasındaki barış müzakereleri her zaman bu temele dayandırılmıştır.

Ancak Yahudiler ve Filistinliler, Lod ve Acre sokaklarında İsrail içinde çatıştıklarında, birdenbire ayrılık kavramı önemsiz görünüyor. Bu şehirlerde ve İsrail genelinde Yahudileri ve Filistinlileri ayırmanın, etnik temizlik dışında, gerçek bir yolu yok. Hayfa şehrini ya da Nasıra şehrini ikiye bölemezsiniz. Merceği genişletirseniz, bu imkansızlığın nehir ve deniz arasındaki tüm bölgeye yayıldığını göreceksiniz. Filistinliler ve Yahudiler tüm bölgede yan yana yaşıyor. Eşitsiz, ama yan yana.

Ayrılık imkansızsa, bu çözüm olmadığı anlamına mı geliyor? Bu, “en iyi” durumda İsrail devletini dağıtmayı gerektirecek ve en kötüsü ve daha muhtemel durumda apartheid anlamına gelen ve daha da kötüsü olan tek bir devlete doğru ilerlediğimiz anlamına mı geliyor?

Farklı ulusal kimliklere sahip iki halk olmalarına rağmen, Yahudiler ve Filistinliler coğrafi olarak iç içe geçmiş durumdalar. Her iki halk da tüm toprakları anavatanları olarak görüyor. Yahudiler için Batı Şeria’da El Halil’e kadar Tel Aviv’e kadar uzanıyor; Filistinliler için Ramallah kadar Yaffa.

Her iki grubun da ayrılma planı olmadığından ve fiziksel yıkım ya da sınır dışı etme bir seçenek olmadığından, çözümün bu temel anlayışa dayandırılması gerekir. Gerekli olan ayrılık değil eşitlik ve ortaklıktır; işgal, mülksüzleştirme ve eşitsiz ayrıcalıkların sona ermesi yoluyla bu toprağın tüm sakinleri arasında bireysel ve ulusal eşitlik ve bu iki grup arasındaki gerçek ortaklık.

Hepimiz İçin Topraklar (A Land for All) hareketindeki Filistinli ve Yahudi ortaklarımın ve benim görüşüm, bu eşitliğe ve bu ortaklığa ulaşmanın bir yolu olduğu yönündedir: Bir İsrail-Filistin konfederasyonu aracılığıyla, aşağıdaki ilkeleri zorunlu kılar:

• 1967 sınırları boyunca iki bağımsız devlet, İsrail ve Filistin

• İnsan hakları, güvenlik, ekonomi ve diğer ortak ilgi alanlarını yöneten ortak kurumlarla federe bir yapı

• İstedikleri yerde yaşayabilen her iki devletin vatandaşları için açık sınırlar ve hareket özgürlüğü

• Kudüs, ortak bir belediye hükümeti tarafından denetlenen, her iki eyaletin de başkenti olan açık bir şehir olacak

• Yenilerini oluşturmadan tüm geçmişteki hataların tazmini

Sekiz yıl önce başladığımızda, bu fikir bir fantezi gibiydi. Bugün, giderek daha fazla Filistinli, Yahudi ve diğerleri, iki devletli çözümün krizde olduğunu ve bir yandan bu iki halkın ulusal özlemlerini dile getiren ve onlara izin veren bir alternatif bulmamız gerektiğini fark ediyor. diğer tarafta kara ile olan bağlarını fark ederler.

Bir konfederasyon her derde deva olmaz. Çok fazla düşünce, eğitim ve bilinç yükseltme gerektirir. Ancak paradigmanın değişmesi gerekiyor. Ayrılık konuşması yeter. Eşitlik temelinde ortaklık gerekli olan şeydir. Şimdi olanlar, başka yolu olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

ÖNCEKİ HABER

Sibel Kaman tedbir kararı aldırdıktan dört gün sonra öldürüldü

SONRAKİ HABER

Adalet Bakanı Gül’e soru: Cihan Erdal’ın mektubu neden verilmedi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa