23 Mayıs 2021 23:30

Önder Birol Bıyık: Her yenilgi eninde sonunda bir çıkış kapısı bulur kendine

Şair ve Yazar Önder Birol Bıyık yeni şiir kitabı "İyi"yi anlattı.

Fotoğraf: Kişisel arşiv

Paylaş

Mahire TAŞ

Önder Birol Bıyık’ın “İyi” isimli şiir kitabı geçtiğimiz günlerde Klaros Yayınları’ndan çıktı. Öteki hayatlara, insanın kırılmış dünyasına, varoluş hallerine lirik ve ironik bir bakış “İyi”... Önder Birol’la kitap üzerine söyleştik.

‘Yenilgi’ kavramından başlayalım sohbetimize.  “Yeniktik... yenileniyorduk eskil günlerin peşinde” diyorsunuz “Müphem Şeyler” şiirinde. Nedir sizce yeniklik?  Sonu yenilenmeye açılıyorsa yeniklikten söz edebilir miyiz?

İki yokluk arasında devinen, yaşam denen varoluşun bir hikayesi var elbet. Kurallarını kendinizin koymadığı, her adımda çatıştığınız kapitalist sistemin içinde yaşıyorsunuz ve itirazlarınız var. Bu itirazlar eyleme dönüştüğünde kazanmak kadar kaybetme olasılığını da hesaba katmanız gerek. Çok iç açıcı zamanlardan geçmiyoruz. Geleceğin kurucu eylemlerinin uzağındayız. Gelecek kendini sizden kıskanıyorsa, geçmişin güzellikleri de kendini koruma anlamında bir yaşayış biçimi haline dönüşür. Şiirdeki eskil günler, geçmişimin uzak çağlarını, çocukluğumu imliyor. Onca yaşam badiresinden sonra kirlenen dünyada o çocuksu saflığı korumaya çalışma, o güzellikten ilk fırsatta yeniyi kurma hevesi. “Öğrendim öğrenmesine, mutsuzluk da bir gelişmedir” diyor ya Cemal Süreya. Yenilmek her zaman kötü değildir. Her yenilgi eninde sonunda bir çıkış kapısı bulur kendine. Yeter ki, kavgadan düşmesin insan.

Kitabının ismi, kendi içinde olası birçok anlamı barındıran tek bir kelime... İsmi doğrusu çok sade ve hoş buldum. Kitaptaki şiirleri okuduktan sonra herkes kendi iyi anlayışıyla baş başa kalıyor. Peki, İyi’nin yazarı olarak, iyi ne ki?

Kitabın ismini Lokman Kurucu önerdi, ben de çok benimsedim. İyi, kitaptaki şiirlere ironik bir tersinleme aslında. Arka kapak yazısında “İYİ’yi okuyunca içimden ‘Ben hayatımda bu kadar güzel bir başarısızlık görmedim’ diyen ses...”  diyor Kurucu. Yenilginin zarafeti diye de adlandırılabilir mi? İngiliz Filozof Hume’un tabula rasa diye bir kavramı vardır; boş levha... Her çocuk masumiyetiyle geliyor dünyaya. Büyüdükçe o masumiyet orasından burasından kirlenmeye başlıyor. Rakel Dink’in deyişiyle ‘Bir çocuktan katil yaratan karanlığı’ sorgulamadan iyilikle buluşmamız güç geliyor bana. Kimse kendisine kötülüğü kondurmuyor. Öyleyse kim yaratıyor bunca savaşı, sömürüyü, açlığı?  Eline silah tutuşturulup hayatında bir daha görmeyeceği topraklara gönderilen gencecik çocuklar, hiç yüzlerini görmediği yaşıtlarını kimin için öldürüyor? Neden yaşamak bu kadar güç ve yaşadığımızı sandığımız güzelliklerin üstünde hep bir kötülüğün gölgesi var?  Kötülükle, kötülüğün nedenleriyle yüzleşmeden iyiliğe çıkılmaz. Ben de soruyorum işte; “iyi ne ki?​”  

Erdal Eren´e ithaf ettiğiniz “Gözden Önce” şiirinde “sen şimdi gözlerime ateş ediyorsun/ benim birkaç canım var eskilerden kalma/ cinayet gözle başlar, hâlâ bilmiyorsun” diyorsunuz. Ne çok masum çocuk yüzü kaldı içimizde. Dünyada çocuk bayramı olan tek ülke olmasıyla övünen bir ülkede, bunca çocuk ölümü acı bir çelişki olsa gerek.

Maalesef... 17 yaşındaki gencecik Erdal Eren’i darağacına gönderdi bu ülkenin apoletli adamları.  Ama unuttukları bir şey var, son kalp atışından kopup gelen sözdür tarihe kalacak olan. 17 yaşında bir çocuk darağacında kendi iskemlesini tekmeliyorsa, o idamı izleyen apoletli gözler kördür artık. Kitapta Ayaz ve Nüpelda için de bir şiir var. Bu şiirde “cenneti cehennem ateşiyle yanan çocuklar” diyorum. Bir ülkenin saklı bir yerinde çocukların oyuncağı mermi kovanları, kör mayınlar olmuşsa her günü bayram ilan etseniz ne çıkar...

Yılkı Atları şiirinde “yılkı atlarının yarasına yükleyip zamanı/göl çiçeklerine akşam hüznü kalabilirdik” Zamana yüklediğin anlam ne? Zaman yaralar mı onarır mı? Başka bir şiirinde ise “her depremden sağ çıkmak ne müthiş bahtsızlık/ dokunsan yapıştırılmış cam gibi oysa” diyorsunuz. Kendi yaşanmışlıklarınızın içinden nasıl çıkabildiniz?

Küçükken bir an evvel büyümek isterdim. Şimdi çocukluğumu arıyorum. Hayatın en turuncu çağlarıymış, bilemedik. Vaktimiz az. Doğarken ölümü kabullenerek doğuyoruz. Eşyanın kendinde bir zamanı var ama onu kavramsallaştırabilen tek varlık insan şu yeryüzünde. Hep bir yerlere yetişme telaşındayız. Bir göl kıyısında akşamın hüznünü sindire sindire yaşamak belki ihtiyacımız olan şey. Bir aşkı kimi zaman sevinç, kimi hüzün sıcaklığında duyumsarken, kurgulanmış hayatların, sıkıştırılmış koşuşturmacaların dışına düşebilmek. Yaramızın olduğunu ve bir gün kapanacağını bilerek...  Yaşanmışlıklarımın içinden çıktım mı, bilmiyorum. Hikaye devam ediyor daha.  Kendimi güçlü bir insan olarak görmedim hiç.  Ama sanırım vahşi bir inat var. Yaşamın size çıkardığı faturaları ödemekten kaçınmazsanız, her şey daha kolay oluyor. Ayrıca yapıştırılmış cam kırılmıştır bir kere; bir daha kolay kırılmaz. 

ÖNCEKİ HABER

Ankara JİTEM davasında tarihi karar: Mehmet Ağar hakkındaki beraat kararı bozuldu

SONRAKİ HABER

Bakü’den Avrupa’ya uzanan rüşvet şebekesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa