Sınıf, mekân, Metropolis
Metropolis, önemli bilim-kurgu filmlerine ilham kaynağı olmuştur. Geç dönem Alman dışavurumcu sinemasının örneklerinden olan bu film, akımın özelliklerini ilk dönem filmlerine nazaran daha az içerir.
Metropolis filminden bir kare
Enes ARİT
İstanbul Üniversitesi
Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği toplumsal yıkımın etkileri sürerken Almanya sanayileşme sürecine girmişti. Bunun sonucunda kitlesel bir işçi ordusu oluşmaktaydı. Bu minvalde Metropolis filmi, Almanya’da işçilerin niceliksel olarak artışına paralel olarak sınıf eksenli bir çatışmanın görünürlük kazandığı bir yapıttır. Fritz Lang’in 1927 yılı yapımı eseri çokça kullanılan ikilikler üzerinden bir anlatı kurarak hem ütopik hem de distopik olasılıkları seyirciye yansıtır. Dönemin kötü ekonomik koşullarına rağmen hayli yüksek bir bütçeyle çekilen Metropolis, önemli bilim-kurgu filmlerine ilham kaynağı olmuştur. Geç dönem Alman Dışavurumcu Sinemasının örneklerinden olan bu film, akımın temel özelliklerini ilk dönem filmlerine nazaran daha az içerir.
BİR TARAFTA SEFA SÜRENLER DİĞER TARAFTA İŞÇİLER
Filmin başında sıra halinde, uygun ritimlerle asansöre binip şehrin altına çalışmaya giden işçiler görüntüye gelir. Şehrin altı gayet kasvetli, gün ışığı görmeyen, gerçek dünyadan kopuk bir mekandır. Bir sonraki sekansta işçilerin yaşadıkları şehrin üzerinde yükselen modern bir kent görülür. Bir tarafta insanlar geniş bir yerde spor yaparken diğer tarafta “cennetin bahçelerinde” birtakım insanlar sefa sürmektedir. Bahçede eğlenmekte olan Freder -şehri inşa eden ve yöneten Jon Federsen’in oğlu- burada yer altındaki çocukları şehre getiren Maria’yı görür ve ondan etkilenir. Maria şehrin altına inerken onu takip etmeye başlar. Şehrin altına indiğinde daha önce temas etmediği, deneyimlemediği bir gerçeklikle karşı karşıya kalır
Devasa iş makineleri, robotlar gibi ritimli çalışan işçiler, kasvetli bir ortam… O esnada ana makine bozulur ve bir patlama gerçekleşir. Dev iş makinesi Freder’in gözünde bir an tanrı Molok’a dönüşür. Molok, Yahudilerin bir dönem taptıkları ve çocuklarını kurban olarak sundukları bir tanrıdır. Simgesel düzeyde, düzen kendi çocuklarını yani işçileri makinalara kurban vermektedir. Filmde yer yer mitolojiden, dini kitaplardaki hikayelerden aktarımlar yapıldığı görülür.
Gördüğü gerçeklikten etkilenen Freder babası ile konuşmaya karar verir ve oradan ayrılarak yola koyulur. Bu esnada şehrin genel görünümü kadraja girer. Tabii buradaki şehir dışavurumcu sinemanın bir özelliği olarak, gerçek bir şehir değil, yapay olarak oluşturulmuş bir şehirdir. Özellikle erken dönem sinema açısından Metropolis kurgulanmış, yapay mekanlarıyla ve bu dolayımda izleyicide bıraktığı gerçeklik algısıyla tam anlamıyla bir baş yapıttır. Şehrin genel görünümünde koca gökdelenler, uçan araçlar dikkat çeker. Bu esnada, panoptikonu andıracak şekilde şehrin merkezinde yer alan, görece daha büyük ve şehrin rahatlıkla gözetlenebileceği Babil Kulesi tüm ihtişamıyla görünür. Şehir buradan yönetilmektedir. Babil Kulesi bir anlamda iktidarın, gücün onda somutlaştığı modern bir binadır. Diğer yandan kule, iktidarın temsili dışında dini kitaplarda geçen Babil Kulesi’nin referans alındığı bir yapıdır.
“BU ŞEHRİ İNŞA EDENLER NEREYE AİTLER?”
Babasının yanına varan Freder ona şu soruyu yöneltir; “Bu şehri inşa edenler nereye aitler, derinlere mi? Ya o derindekiler sana karşı ayaklanırsa?” Bu sorular aslında sınıfsal çelişkiyi dışa vurur. İşçilerin ıstıraplı çalışma hayatına tanıklık eden Freder şehrin altına inerek onlarla çalışmaya ve yaşamlarını deneyimlemeye karar verir. Bir yandan da Maria’ya âşık olmuştur. Maria, işçiler arasında sevilen ve ruhani bir elçi gibi görülen biridir. Bir gün işçilerin ayaklanacağını öğrenen Fredersen bir mucit olan Rotwang’dan yardım ister. Rotwang daha önce tasarladığı robotu takdim eder ve her kimi istiyorsa onun benzerine dönüştürülebileceğini söyler. Bunun üzerine işçilerin onun etrafında kenetlendiği ve büyük saygı duyduğu Maria’nın vücudunun robota kopyalanmasını ister. Öyle ki Robot aracılığıyla Maria’nın imajı işçiler arasında sarsılabilsin. Rotwang hemen harekete geçip Maria’yı kaçırır ve sonunda ona çok benzeyen bir android hazırlamış olur. Rotwang'ın robotu şehrin altına gider ve işçileri kışkırtmaya başarır. Ayaklanan işçiler şehri yıkıma götürür. Özellikle burada şehrin yöneticisi Fredersen somut duruma bilinçli bir şekilde müdahale etmez. Onun amacı işçilerin sisteme yönelik bir başkaldırı gerçekleştirdiğinde bunun kendilerine bir faydası olamayacağını tam tersine bir yıkım yaratacağını göstermektir. Fakat planladığı işler onun da istediği gibi gitmez ve şehir tamamen yıkılır.
SINIFSAL AYRIM VE MEKANSAL AYRIM
Metropolis, ütopik unsurları içerse de daha çok modern kent üzerinden bir distopik durumu aktarma eğilimindedir. Bakıldığında sınıfsal ayrım beraberinde mekânsal ayrımı da getirmiştir; Bir tarafta karanlığa mahkûm olmuş, monoton ve bununla birlikte estetik bir görüntüye sahip olmayan işçi sınıfının kenti, diğer tarafta tam da bu kentin üzerinde yükselen, modern bir kimliğe sahip, oldukça gösterişli ve düzenli burjuva sınıfının kenti. Buradan hareketle sınıfsal gerilimi mekân dolayımında okumak mümkün. Film boyunca bir cümle sürekli tekrar edilir; “Eller ile aklın arabulucusu kalp olmalıdır.” Bu cümle aslında hikâyenin ana mesajıdır. İşçi sınıfının maruz bırakıldığı çalışma koşulları, yaşam biçimi başarılı bir şekilde aktarılırken öte yandan da iki sınıf arasında uzlaşı sağlayacak bir arabulucunun olması gerektiği mesajını iletir. Bu arabulucunun kim ya da ne olduğu net bir şekilde açıklanmaz.
Metropolis filmi, her ne kadar sınıf çatışmasının ara bir formun varlığıyla ortadan kaldırılacağına dair saf bir temenni ortaya koysa da önemli bir gerçekliği gözler önüne sermektedir; sınıflı toplumlarda egemen sınıfların ütopik dünya tasavvurlarının gerçekleşmesi için işçi sınıfı özgürlüklerinden feragat ederek değer yaratmak zorundadır.