Alışılmışın dışında bir dünya: Ütopya
Herkese yetecek kadar ev var, herkese yetecek kadar yiyecek var. Kâr amacıyla dünyayı talan etme yok!
Fotoğraf: Wikimediacommons
Erdal Eren DOĞAN
İzmir
Bu yazımda ilk olarak iki bölümden oluşan kitabı özetleyip sonra da eksik ve iyi noktalarına değineceğim çünkü bu kitabın temsil ettiği fikir çağının ötesinde.
Kitabımız Thomas Moore’un, İngiltere Kralı VIII. Henry ile Kastilya Prensi Carlos arasında olan bir sorunu halletmesi için görevlendirilmesiyle başlıyor. O ise Anvers isimli bir şehirde arkadaşı Peter Giles’i sık sık ziyaret ediyor. Arkadaşı bir gün onu Raphael isimli bir gezgin ile tanıştırıyor ve bir sohbete başlıyorlar. Raphael bütün dünyayı gezmiş ve sayısız medeniyet görmüş birisi. Dediğine göre ilk başta ormanlar sonra çöl sonra da tekrardan ormanlar varmış.
DEVLETİN SORUNLARIYLA YÜZLEŞEMEMESİ
İlk sohbet konuları İngiliz yargısının hırsızlara karşı güttüğü politikanın yetersizliği ki bu da birinci kitabın ana konusu. Raphael, İngiltere’de dalkavukluk yapan yargıçlarla olan sohbetlerinden bahseder. Yargıçlar hırsızlığın cezasının idam olmasına karşın her geçen gün hırsızlığın artmasına anlam veremezler. Oysaki Raphael tam zıttını savunuyordur. Ona göre hırsızlığın sebebi işsizlik ve savaştan çalışamayacak şekilde dönen askerlerdir. Tabii ki gerçekler her zamanki gibi derin düşünmeyle bulunabilir fakat İngilizlere göre idam bir çözümdür çünkü devletlerin işine gelen en kısa ve kestirme çözümdür.
İdam bir çözüm değil devletin sorunlarıyla yüzleşememesinin en acı yoludur ki idam bizim için çok eski bir tartışma konusu değil. Neden hâlâ idam gibi şeyleri tartışıyoruz çünkü zaman makinesiyle günümüze gelmiş Orta Çağ’ın insanları hiçbir şekilde sorunlarla yüzleşmeyi kabul etmiyor ve failin sadece suçu işleyen olduğunu düşünüyor. Bu konu kadın cinayetleri konusunda da gündeme geldi, geliyor, gelecek… Biz biliyoruz ki aşamadığımız toplumsal sorunları var olan düzende değil hepimizin yararına olan başka bir düzende aşabiliriz. İşte tam orada da ikinci kitap başlıyor.
RÜYA GİBİ BİR YER ÜTOPYA
Raphael ziyaret ettiği, yaşadığı bir diyardan bahsediyor ismi ise “Ütopya.” Raphael bu diyarın gelenek görenek, mülkiyet ve ticaret anlayışından bahsediyor. Kendisi burada beş yıl kadar yaşamış ve bu diyarın güzelliklerini yaymak için Avrupa’ya dönmüş. Ütopya ise şöyle bir yermiş: Adada 54 şehir varmış ve bu şehirler neredeyse birbirinin aynısıymış. Biri diğerinden ne daha gelişmiş ne de az gelişmiş bir konumdaymış. Tabii ki burada Raphael’in bahsettiği her detaydan bahsedemem fakat Ütopyalılar yöneticilerini şöyle seçiyorlar: Her sene otuz aile aralarından bir yargıç belirlerler, bu yargıçlar da halkın seçtiği dört kral adayı arasından ülke yönetimine en uygun olanı seçerler. Ne kralın yetkisi dağlar kadardır ne de yargıçların.
Ütopyalıların üretim anlayışı da bizim dünyamıza benzemez. Erkek, kadın demeden herkes tarımda veya ne gerekiyorsa o işte çalışır, toplumun ihtiyacının olduğu kadar üretim yapılır, kimse hiçbir getirisi olmayan işlerde çalışmaya zorlanmaz. Bu sebeptendir ki Ütopyalıların çok fazla boş vakti vardır ve bu boş vakti de sanat, eğitim, bilim ile değerlendirirler. Ne kimse çalıştığından şikâyet eder ne de kendi sırtından kazandığıyla başkasını zengin eder. Zenginlik dediğim de altın, gümüş değildir. Ütopya’da insanlar altından zincirleri, suçlulardan oluşan kölelere takarlar ve bu madenlere olan ilgiyi komik bulurlar.
Ütopya’da topraklar da bir kişiye ait değildir ve herkese ücretsiz barınma, sağlık ve eğitim vardır ki Ütopya’da dış ülkelerle yaptıkları kısıtlı ticaretin dışında para diye bir şey de yoktur. İnsanlar bir evde bir ömür geçirmezler, düzenli aralarda şehrin farklı noktalarında yaşarlar ve vakitlerini birbirlerinden kopuk geçirmezler.
MÜLKİYETTE DE ÜRETİMDE DE ORTAKLAŞMA
Kitap yer yer doğru noktalara değinse de eksikleri de yok değil. Kitap günümüzde bile bazı kesimlerin anlamadığı, anlamak istemediği gerçekler barındırıyor. Aslında burada eleştireceğim her şey bir topluluğu, bir ülkeyi eleştirmek olacak. Öncelikle Ütopyalıların toplum düzeni kendine has ve işleyebilir bir düzen. Kendi yöneticilerini seçme biçimleri, görev süreleri, şehirlerin işlevleri gayet makul. Her şehir birbiriyle neredeyse aynı, altyapı açısından da güçlü. Toplum olarak da herkes bir işte çalışıyor, çarklar dönüyor, kimse kimseden fazla ya da az kazanmıyor. Kazançtan kasıt da para, pul değil insan gibi yaşama hakkı.
Günümüzde değeri daha fazla anlaşılan insanca yaşamak aslında hepimizin ihtiyacı olan şey. Ütopyalılar ürettiklerini birbiriyle paylaşıyor, aynı sofrada oturup ortak yaşıyorlar. Özel mülkiyet, patron, sömürü de yok! Kimsenin kimseye üstünlüğü olmadığı gibi sağlık ve eğitimin de özelleşmediği bir sistemde yaşam sürdürülüyor. Herkese yetecek kadar ev var, herkese yetecek kadar yiyecek var. Kâr amacıyla dünyayı talan etme yok!
Aslında Ütopya dediğimiz oluşum insanlığın olması gereken nokta ve bu noktanın günümüzde bile karşısında durulurken yazar o günlerden böyle bir dünyanın varlığından bahsetmiş. İnsanlığın şu anki düzende ileriye gitmesinin şansı yok, zaten insan emeğinin en yüksek seviyede sömürüldüğü şu zamanlarda kapitalizm neden insanlığın en büyük düşmanı olduğunu gösteriyor bizlere. İnsan emeğinin yok sayıldığı, kendini aydın sanan niteliksizler tarafından küçümsendiği bir dünyada yaşıyoruz ve kapitalizmin ölümüne sebep olduğu her bir insan için hesap verecekler ki korkuları da bundan kaynaklı. Dünya onların dar görüşünden daha büyük ve adalet elbette ki bir gün yerini bulacak.
SÖMÜRÜSÜZ BİR DÜNYANIN ANLATIMI
Moore da kilise baskısının altında geçen karanlık yüzyıllarda yaşadığı için doğal olarak Hristiyan ama kendisi öyle bağnaz ve dogmatik düşüncelere sahip biri de değil ki bu da onun çağının ötesinde olduğu kısım. Ama şu var ki o bir Orta Çağ insanı ve bu da onun yarattığı toplumun merkezine dini koymasına sebep olmuş. Benim Orta Çağ felsefesinin en doğru bulmadığım tarafı bu: her şeyi din ile açıklama çabaları. Üstelik İslam bilginleri de bunu yapmasına karşın Hristiyan filozoflara kıyasla bu işte daha iyiler. Yani ne İslam filozofları kadar temeli sağlam bir din felsefeleri var ne de Antik Yunan kadar ileri gidebilmişler.
Son olarak değerlendirmem kitap gerçekten okumaya değer, insan olmak üzerine güzel bir eser çünkü bizim mücadelemiz insanlık için, onların bahaneleri kendi cepleri için! Sömürüsüz, yaşanılabilir bir dünya dileğiyle görüşmek üzere…