Emin Şir: Hangi kelimeleri yan yana getireceğimize hayatlarımız karar veriyor
Şair ve Yazar Emin Şir "Gölgem Mürekkep Lekesi" isimli yeni şiir kitabını anlattı.
Emin Şir | Fotoğraf: Nisan Şir
Hakan UNUTMAZ
Gölgem Mürekkep Lekesi, Emin Şir’in sekizinci şiir kitabı… Kitap, yakın zamanda Hayal Yayınları tarafından yayımlandı. Takip ettiğim bir şair olan Şir’in bu eserini de yayımlanır yayımlanmaz okudum elbet. Kitaptan hareketle kendisine önceki eserlerinden günümüze şiir değişimi, şiirlerinde kullandığı dil gereği, pandemi sürecinin şiire/şiir etkinliklerine yansıyan olumlu/olumsuz yönleri hakkında sorular yönelttim.
Önceki kitaplarda (özellikle Kiraz Zamanı ve Yapayangın) açık bir şekilde Gezi’nin dili hakimdi. Gölgem Mürekkep Lekesi ise sanki daha lirik, daha “ben” çevresinde şiirler içermekte. Bu değişimin sebebi nedir? Kitabın çıkış serüveni hakkında bilgi verebilir misiniz?
Hangi kelimeleri yan yana getireceğimize hayatlarımız karar veriyor biraz da. İlk şiir kitabım Ruhumun Hüzünler Eşkıyası’nda yaşayamadıklarımızdan, geçmişin bizi daha çocuk yaşta kendi zaman diliminde alıkoymasından yola çıkmış, geçmişle alıp veremediğimiz dertleri dile getirmiştim. Bu dertler ikinci kitabım Kayıtdışı Envanter’de de devam etmişti. Ardından hayat bizi bir yandan kendi hayhuyu içinde şekilden şekle sokmuş, bir türlü şimdiki zamana gelememiştik. Üçüncü kitabım Geçmişimdi’yle ise geçmiş ile şimdi arasında gidip gelişlerimiz öne çıkmış, gelecek düşleri kurmamız için “Geç mi şimdi?” diye sormuştum kendime.
Kiraz Zamanı ile birlikte geçmişten sıyrılan kelimeler geleceği işaret etmeye başlamıştı. Düşünsenize, işyerimizden çıkmış, Taksim Meydanı’na yaklaşırken kravatımızı biraz gevşetmiş, gömleklerimizin kollarını kıvırarak biber gazlarını soluya soluya kendimizi yeniden barikatların arkasında bulmuştuk. Barikattakilerin duruşları farklıydı, sloganları farklıydı, direniş tarzları farklıydı. Gülüyorlardı, eğleniyorlardı, şarkılar söylüyorlardı direnirken. Doğal olarak bu bizi de farklılaştırdı. Biz uyurken büyümüştü çocuklarımız ve ezberlerimizi bozmalarına şaşırıyorduk. Bu direnişin, dayanışmanın güzelliği ve Gezi direnişinde kaybettiğimiz o güzel çocuklar, onların hatırası değiştirdi kelimelerimizi. Bu değişiklik Âhki’de, meydanlarında bombalar patlayan bir ülkeyi, ölümleri, acıları, barışı dert etti dizelerinde.
Yapayangın; Kiraz Zamanı ve Âhki’nin bakiyesidir biraz da. Yapayangın kitabını yayımladıktan sonra ilk yazdığım şiirin adıydı “Gölgem Mürekkep Lekesi.” Dosyamın da adı oldu. Ardından birkaç şiir daha girdi bu dosyaya. Sonra dünya pandemi ile kendine kapanınca ister istemez ben de kelimelerimle kendime kapandım. İnsan böyle hiç beklemediği bir anda kendiyle baş başa kalınca sorgulamaya da başlıyor doğal olarak. Sorgulayarak hesaplaşıyor geçmişle, hatıralarla, aynalarla, en çok da zamanla. “şarabın ruhundaki ince kırmızı ve duvarda / ayak sesleri saatin biliyor sonuçta / evrende kötü kalpli bir mirasyedi insan” diye yazıyor sonra.
Bir de geçmişe, özellikle çocukluğa özlem görüyorum. Hatta ilk sayfalarda bu özlemi öyle hissettim ki dizelerde bahsettiklerinizi kendi çocukluğumla karşılaştırma gereği de duydum. Şairin şiiri olgunlaştıkça şair, geçmişe daha mı sıkı tutunmaya çalışıyor acaba?
Geçmişe sıkı sıkı sarılmak biraz da geleceksizlikten olsa gerek. Kelimelerin “kiraz çaldığımız komşu bahçeler / hep beton şimdi / kuşlar konacak / dal bulamıyor” diye dertlenmesi boşuna değil. Güzel bir çocukluk yaşadık. Daha büyüyemeden kendimizi hemen yarın devrim yapacak birer militan olarak gördük. On beş yaşına kadar edebiyatın klasiklerini, felsefe kitaplarını, devrime dair ne yazılmışsa hatmetmeye çalışan çocukların kırklı, ellili, altmışlı yaşlarında çocuklarıyla, torunlarıyla çizgi film izlemesi, çocuk kitapları okuması ya da herhangi bir mecrada bir şeyler yazdıklarında lafa “Bizim zamanımızda…” diye başlamaları çok normal geliyor bana. 4-5 atmaca ömrü yaşamış ve şimdi bir ağacın dalına tünemişken insan, oradan ilk olarak çocukluğuna bakmayacak da ne yapacak? Aslında bu bizim geçmişe sıkı sıkıya tutunmamız değil de geçmişin gülümseten hatıraları ve yaralarıyla bir türlü yakamızı bırakmaması olarak da okunabilir.
Gölgem Mürekkep Lekesi derken insanın hiçliğinden, kum taneliğinden mi söz ediyoruz? Neden bu ismi seçtiğinizi sorabilir miyim?
Ben aslında harfleri mürekkepte bekletiyorum. O harfler kendine gelince kelimeye, sonra da mısraya dönüşüyor. Aslında bu mürekkep lekeleri, kelimelere vuran gölgesi ömrün. Kalırsa onlar kalacak bizden geriye. Bir söz kalacak belki, belki bir şiir. Belki kitabın kapağını hatırlayacaklar sadece, belki ismini. Belki de “Gölgesi mürekkep lekesi biri yaşadı.” diyecekler. Desinler. Bu yeter de artar bile. Gölgem Mürekkep Lekesi adı ve kitap kapağının görseli için çok güzel sözler söylendi. Çok mutlu oldum. Var olsunlar.
Kitapta güncel dilin ve yerel ağzın yeterlice kullanıldığını görüyorum. Kimine göre bu güncellik ve yerellik şiirin kalıcılığını öldürürken kimi de her şiirin zamanını yansıtması gerektiğini söylüyor. Hangisine inanmalıyız?
Yerel dili kullanmak zamanın ruhunu yansıtmamıza engel değil ki. Ben çok kullanırım, örneğin “Bizum” ya da “uşağum” sözlerini. Bizim derseniz olmaz, evladım oğlum, yavrum derseniz de olmaz. “Uşağum”dur o. “Bizum”dur oralar. “Bizim oralar” aynı yeri işaret etmez. Bizum yağmurlar, bizum deniz, bizum dağlar farklıdır “bizim”kilerden.
Birkaç ay önce Rize’de şu an annemin oturduğu apartman dairesinden eski evimizin bahçesine gidiyorum diye çıktım. Etrafı apartmanlarla çevrili yeşillikler içindeki bahçede biraz oyalandım, evin içinde dolaştım, tahta duvarların hatıralarını dinledim, avludaki kuyuyla dertleştim derken portakal, mandalina toplayıp eve döndüm. Beni gören annem “Bahçeler tanidi mi seni uşağum?” diye sordu. Kitaptaki şiir böyle çıktı. Şimdi yerel dil kullanmasam, bu soruyu başka bir anne sorsa “Bahçe eskisi gibi mi, değişmiş mi?” diye sorar. Ama böyle sorulunca şiir olmuyor. Kalıcı olmak için bence kelimelere yaslanmalı önce. Kelimelerin rüzgarını arkamıza alıp onları “cümle kapısı”ndan geçirebilirsek öyle öyle kalıcı olurlar diye düşünüyorum.
Açıkçası ben sizi şiir okuma etkinlikleriyle (Özellikle Sezai Sarıoğlu ile gerçekleştirdiğiniz) tanıdım. Maalesef pandemi koşulları nedeniyle bu etkinlikler de üvey kaldı. Sizce, bu süreç şiire neler kaybettirdi? Olur ya salgından dünya kurtulursa ülkemizde sanat etkinlikleri, hele ki şiir etkinlikleri nasıl toparlanabilir? Bundan sonra neler olacak?
Bizler; Sezai Sarıoğlu, Şenol Morgül ve ben uzun yıllar yurt içinde ve yurt dışında belgesel sahne gösterileri, müzik ve şiir dinletileri yapıyoruz. Güzel de bir izleyici kitlemiz oluştu. Çok güzel dostluklar kurduk. Hâlen de devam eden sahici dostluklar bunlar. Epey zamandır birer sarılma mesafesine gelemediğimiz için özlüyoruz dostlarımızı ve şiirlere şarkılara sığındığımız o günleri.
Bu pandemi sürecinde Sevgili Şeref Bilsel’in “Evde kâğıt varsa her şey olabilir.” sözünden hareket edercesine eli kalem tutan herkes biriktirdiklerini kağıda dökmüş gibi gözüküyor. Ama iyi ama kötü... Ama kalıcı olacak ama unutulup gidecek… Birçok arkadaşımız insanlarla buluşmanın başka yollarını kullanmaya başladı. Sosyal medyada canlı yayınlar biraz olsun nefes aldırdı. Ben de birkaç etkinliğe katıldım ama insanlarla göz teması yapamadığımız, birbirimizin yüreğine dokunamadığımız etkinlikler o sıcaklığı vermedi bana.
Şiirlerimizin, şarkılarımızın müdavimlerinde de büyük bir hasret var. Sezai ve ben genellikle şarkılı şiirli etkinliklerde okuyucunun masasına kadar ulaştırırdık kitapları. Sıcak bir muhabbet, birkaç şiir ve Şenol’un uduyla şarkılarına sığınarak evlere dağılırdı kitaplarımız. Pandemi süresince bunun yerini internet satışları aldı. Örneğin benim için de sürpriz oldu bu internet üzerinden kitap satışları. Gölgem Mürekkep Lekesi üç gün içinde ikinci baskıya girdi henüz birinci baskı kitaplar daha okuyucusuna ulaşmadan. Daha kitaplar kargodayken ikinci baskıya girdik. Bu da gösteriyor ki biz nasıl özlemişsek bizi de öyle özlemişler. Pandemi süreci boyunca kendilerini dışarıdan soyutlayan insanlar her şey normale döndüğünde bunun acısını çıkartacaklardır diye düşünüyorum.