İşçi mektubu: Bırak birbirlerini yesinler mi?
Krizden, pandemiden, son yıllardaki hiçbir işin içinden çıkamama psikolojimizden konuştukça hep aynı yere geliyor mesele: Peki ne yapmamız gerekiyor?
Fotoğraf: Pexels
Metal işçisi
Gebze
Kovid-19 kapsamında, hafta sonu yasağında pazar günü mahalleden arkadaşlarla oturuyoruz. “Bir yere de çıkamıyoruz ne yapalım” diye konuşurken, arpa suyu alıp içelim dedik. Telefonla aradıktan sonra kapıya kadar getirdiler.
Gayrimeşru gündemin tavan yaptığı günlerde, gayrimeşru “yöntemlerle” kapımıza kadar getirtebilmiştik arpa suyunu. Biraları aldığımıza mı sevinelim, pahalılığına mı üzülelim bilemedik. Dükkanını kapatan esnafa mı üzülelim, işlerini yürütmek için her yola başvuran çıkmazda olan esnaf için, “Ne olacak böyle” diye mi düşünelim?
Krizden, pandemiden, son yıllardaki hiçbir işin içinden çıkamama psikolojimizden konuştukça hep aynı yere geliyor mesele: Peki ne yapmamız gerekiyor? Arkadaşlarımızdan biri galerici. Zaten krizden, koronadan dolayı artık toparlanabilecek bir durumunun olmadığının farkında uzun bir süredir. Konu konuyu açtı derken Peker’in açıklamaları tartışılmaya başlandı. “Ama yine de Peker'in açıklamalarının devlete zarar verdiğini” söylüyor galerici arkadaşımız. Birçok tartışmamızda olduğu gibi meseleyi sınıfsal değil de milliyetçi-muhafazakar gözüyle değerlendiriyor. Ama artık eskisi gibi olmadığını da gözünde bir geleceksizlik korkusuyla düşüncelerini savunmasından anlıyorum. Benim de sosyalist düşünceye sahip olduğumu biliyor. Hemen karşı cepheden rahat rahat elimde kozlarımla konuşacağımı düşünüyor. Yanımızdaki diğer muhalif arkadaşla ise, “Bırak iyi oluyor yesinler birbirlerini” söylemlerine gidiyor muhabbet. Ama artık sanki eskisi gibi değil. Diğer ülke meselelerindeki kutuplaşma gibi değil. “Ağzımızdan çıkanın nereye gideceğini” de düşünüyoruz gibi bakıyor gözler. Sanki söylenenlerin karşılığı olmadığı, boş muhabbete gidiyor ister istemez konu.
Oysa bu durumda neler mi oluyor? Dolaplarımız boşalmış, çocuklarımızın gözleri her şeyde kalır olmuş, eşimiz her yere aynı kıyafetle gider olmuş, yoksulluk reflekslerimiz aynılaşmaya başlamış, kısacası artık biz garibanlar, işçiler, yoksullar birbirimizin gözüne bakınca birbirimizi anlamaya başlamışız. Gülüp eğlenmesi gereken çocuklarımız mafya muhabbetleriyle çalkalanmaya devam ediyor.
“Bırak birbirini yesinler” diyen arkadaşım mı, milliyetçi muhafazakar düşüncelerinin 10 yıllardır iktidarda olduğunu zanneden ancak bu düşüncenin de kullanıldığının farkına yavaş yavaş varan arkadaşımın dedikleri mi? Nasıl çıkacağız bu zor durumdan? Yoksul, sanayi mahallesi geçmişimizle bu günlere gelmişiz. Tüm kutuplaştırmalara rağmen aynı sofraya oturur, başımız dara düştüğünde birbirimize koşarız. Gün geçtikçe başımız daha çok dara düşer, birbirimize daha ihtiyaç duyar hale gelmeye başlarız. Bu ülke nasıl Kurtuluş Savaşı dönemlerinde yoksulların, sırt sırta verdiği günlerde, içindeki cendereden çıkmışsa bugün de yoksul ve emekçilerin sırt sırta vermesiyle düze çıkacak.
Ama “vatan savunması, ülke savunması” diyen milliyetçiler gibi “Ülkeye karşı bunlar bir komplo” deyip haksızlık karşısında sesini çıkarmayıp, yanı başındaki iş arkadaşının komşusunun derdine düşmeyenlerle değil. Başta onların da gerçekleri görmesini sağlayarak, geleceği için bugünden başlayarak mücadele eden kardeşleşen yoksul, işçi, emekçilerin omuz omuza mücadelesiyle gerçekleşecek.