Fransa: İstanbul Sözleşmesi uygulansın!
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta: Fransa'da "İstanbul Sözleşmesi uygulansın" talebi. Almanya'da ilaç tekelleri "Ya paranızı ya canınızı diyor" tartışması. İngiltere ise G7'ye ev sahipliği yapıyor.
Kadın eylemi fotoğrafı: AA | Kolaj: Evrensel
Fransa’da 2020 yılında 90 kadın eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından öldürüldü. Kadın cinayetleri yıllardır acilen çözülmeyi bekleyen bir sorun ve yıllardır iktidara gelen tüm hükümetler kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi acil bir sorun olarak ilan ediyor ama kadın cinayetleri devam ediyor. Liberation gazetesinden çevirdiğimiz başyazı hükümetlerin ilan ettikleriyle gerçekler arasındaki çelişkilere dikkat çekiyor ve hükümetin imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamasını istiyor.
On yıllardır büyük uluslararası şirketlerin, uluslararası vergi yasaları yoluyla kâr yaptıkları ülkelerde neredeyse hiç vergi ödememesine seyirci kalınması dünya çapında ülkelerin sosyal harcama olacağını kısıtlarken bu şirketlerin etkinliğini de artırdı. 11-13 Haziran’da Londra’da gerçekleşecek G7 toplantısından beklenti ise global bir minimal vergi seviyesinde karar birliğine varılması. Böylesi bir adımdan elde edilecek vergi gelirlerinin dağılımı ise adaletli bir adım olmasının göstergesi olacak.
Almanya’dan seçtiğimiz makale ise ilaç tekellerinin devletlerle el ele halkın sağlığını değil kârlarını öne çıkaran çizgisine dikkat çekiyor. Devlet destekli tekeller açıkça “ya paranı ya canını” diyorlar.
KADIN KATLİAMLARI: ARTIK HAREKETE GEÇME ZAMANI GELDİ
Liberation
Başyazı
Eşlerini öldüren erkekler bir sabah uyandıklarında cinayet işlemeye karar vermiyorlar, bu yıllar süren bir teşebbüstür. Yıllar boyunca bunu yapacaklarına dair ipucu bırakıyorlar, önce tehdit biçiminde, ardından şiddet uygulayarak ve sonra da haber verici söylemlerle: “Seni öldürürüm”.
Bunlar yaşanırken mağdurları koruma konusunda toplumumuz nasıl bu kadar başarışız olabilir ki? Basitçe cevap vermek gerekirse yeterince olanak sunulmadığından, öncelik verilmediğinden ve sorunun aciliyetinin görülmemesinden olduğu söylenebilir.
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nde (“İstanbul Sözleşmesi”) tam 10 yıl sonra Fransa ilk imzalayanlar arasında olmasına rağmen üstlendiği angajmanları yerine getirmeden daha çok uzak.
Eşlerinden korkan kadınların güvenliğini tam anlamıyla sağlama konusunda hükümet, polis ve adalet yetkililerinin sorumluluklarını yerine getirme zamanı çoktan geldi. Sorunu çözme yaklaşımının yaşanan trajedinin ciddiyetine uygun bir bütçe sunmadan geçtiğini anlama zamanı geldi. Önlemler alma zamanı geldi. Alınan kararların uygulanmaya başladığını denetleme zamanı geldi: Yaptığımız araştırmalar sonucunda Fransa’nın üç sene önce uygulama kararı verdiği ve mevcut olan 1000 (saldırganın kadına yaklaşmasını engellemeye yönelik verilen) “Elektronik anti-yaklaşım cihazı”nın sadece 78’nin kullanımda olduğunu öğrendiğimiz de sanki kâbus yaşadığımızı hissettik. Genç kızlara, orta okuldan itibaren kötü ilişkilerinin ilk ön belirtilerini tanıma, tespit etmeyi öğretme zamanı geldi. Jandarma ve polisleri yapılan suç duyurularını olduğu gibi almayı, bir cinayetin gerçekleşebileceğini tespit etme konusunda eğitme zamanı geldi. Sorunlarına karşı cesaretini toparlayıp suç duyurusunda bulunmaya gelen kadınlara hak ettikleri saygınlığı gösterme zamanı geldi. Gösterdikleri bu cesaretten dolayı başlarına gelme ihtimali yüksek olan saldırılardan onları koruma zamanı geldi. Fransa’nın her yerinde korkunç bir şekilde eksik olan koruma sığınakları, yardım merkezleri, teminat apartmanları ve diğer acil konut yerleri oluşturma zamanı geldi. Son olarak ise artık kendimizi kandırmadan vazgeçme zamanı geldi: Eşlerini öldüren erkekler doğanın bir musibeti değildir, onlar mücadele etmemiz gereken bir çürümenin dışa vurmuşluğudur.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
İLAÇ TEKELLERİNİN PRENSİBİ: YA PARANI YA CANINI
Werner VONTOBEL
Makroskop
Aşılar ve ilaçlar hayat kurtarabilir. Ancak bu, maliyetlerinden binlerce kilometre uzakta olan fiyatları haklı çıkarır mı? Şimdiki gibisi hiç olmamıştı: Kamu minnettarlığının artmasıyla birlikte korkunç kâr artması! Moderna, ilk çeyrekte 102 milyon doz aşı satışından 1,2 milyar avro kâr bildirdi. Önümüzdeki üç çeyrekte 800 milyon ve 2022’de 3 milyar kutu daha satılması bekleniyor.
Cominarty aşısını Pfizer ile üreten Biontech, ilk çeyrekte 1,6 milyar avro kâr açıkladı ve yıllık 6 milyardan fazla kazanç bekliyor. Pfizer ilk çeyrekte 4,9 milyar avroluk aşı satışı gerçekleştirdi ve toplam satışları ve kârını yüzde 45 artırdı. Bu tür kâr sıçramalarından normalde şüphelenilir, ancak korona bu konudaki algıyı da değiştirdi. Örneğin TagesAnzeiger, “İlaç endüstrisi para kazanıyor, bu harika” diyor. 300 milyarlık bir kâr bile çok fazla değil, “çünkü pandeminin verdiği zarar onlarca kat daha fazla.”
Luzerner Zeitung, sevilmeyen ilaç tekellerinin bu başarıya Moderna, Pfizer ve Johnson&Johnson’un aralarındaki rekabet sayesinde eriştiğini yazıyor ve bunu iyi buluyor. Aşılar bir rekabet harikası. “Kovid aşıları gerçekten de en kârlı aşılar. Biontech yüzde 81’lik bir kâr marjı elde etti. Moderna, beklenen 4 milyar dozun 0.1’inden sonra ilk çeyrekte aşının geliştirilmesine yönelik tüm yatırımları şimdiden amorti etti. Ve “rekabet mucizesi”, nihai olarak, aşı dozlarının dağıtımını organize eden ve tüketiciler yerine ödemelerini yapan devlete dayanıyor. Devlet ilaçlarını normalin çok üstünde fiyatla satın alıyor. İlaç tekellerinin prensibi ya paranı ya canını ya da Tagesanzeiger’in formülasyonuyla ya para ya da daha fazla zarar.
“Milyarlarca yatırımın” yüksek fiyatla telafi edilmesi gerektiği iddiası, aşılamanın ilk çeyreğinde zaten yapıldı. Ayrıca, RNA’nın ilaçlarda kullanımına yönelik temel araştırmalar neredeyse tamamen devlet fonlarıyla finanse edildi ve devlet de RNA’lı aşıların kullanımına öncelik vererek dağıtımını yaptı.
Örneğin Moderna’da, geçen yıl araştırma harcamalarının neredeyse yüzde 40’ı devlet fonları (hibeler) ile finanse edildi. Bu nedenle korona aşılarını, piyasanın devlet bürokrasisine karşı zaferi olarak tasvir etmek oldukça saflıktır. Kovid aşılarının ticari başarısı, büyük ölçüde kovid için bilinen bir tedavi olmaması gerçeğine bağlıdır. İlaç endüstrisi tarafından oluşturulan ve sağlık tarafından benimsenen RCT araştırmaları bunu onaylıyor.
(…) BM İnsan Hakları Komisyonu 2017 raporunda, sağlık sektörünün en yozlaşmış sektörlerden biri olduğunu ve tıbbi bakımı tehlikeye atabileceğini bildirdi.
Journal of Law adlı hukuk dergisi’ndeki “Tıp ve Etik” adlı bir çalışmanın başlığı da aynı şeyi vurguluyor: “Kurumsal Yolsuzluk ve Güvenli ve Etkili İlaçlar Efsanesi.” Benzer bir şey Public Eye araştırmasında da okunabilir. Ve burada da ABD ilaç endüstrisinin 2000 yılından bu yana çeşitli dolandırıcılık ve hukuk ihlalleri nedeniyle toplam 56 milyar dolarlık 944 para cezası ödemek zorunda kaldığı belirtiliyor. BigPharma’nın hükümetlerin fiyatlar hakkında konuşmasını görünüşte yasaklamış olması, kurumsal yolsuzluk tezine de uyuyor. Önceki Bulgaristan Başbakanı Boyko Borissow nisan ayında sessizliği bozdu ve Pfizer aşısının fiyatlarının önemli ölçüde arttığından şikayet etti. Başlangıçta fiyat doz başına 12 avroydu sonra 15.50, şimdi 19.50 avro oldu, çünkü çoğu ülke aşı için gerekli miktarları zaten sözleşmeyle güvence altına aldı ve bir teklif yarışması bu fiyat etiketindeki hiçbir şeyi faydalı bir süre içinde değiştirmemek zorundaydı. Thüringer Allgemeine gazetesinin hayalini kurduğu 300 milyar dolar, tamamen gerçekçi olmayan bir rakam değil. Ama bunun bedelini kim ödeyecek? Teknik Yardım, çözümü biliyor: “Pandemi aşı programları devlet borcuyla finanse edilebilir. Bunun iki avantajı vardır. Birincisi, hükümet kasasından daha çok para seferber edilebilir. İkincisi, herşeye rağmen meblağlar sınırsız değildir. Finansal piyasalar, borçlar çok yükseldiğinde yükselen faiz oranları ile sinyal veren bir denetim otoritesi olarak hareket edebilir. Bir şey açık: Mikropla mücadele para yüzünden başarısız olmamalı. “Bu, şeytanla şeytanı kovmaya çalışmak gibi bir şey: büyük ilaçlara karşı son siper olarak finans piyasaları. Ve eğer mikropla mücadeleye zaten yüz milyarlarca yatırım yaptıysanız, önce ön saflarda olanları düşünmelisiniz. Generaller zaten yeterince şey yaşadı. Moderna CEO’su Stéphane Bancel’in kazancının 5,3 milyar dolar değerinde olduğu tahmin ediliyor. Ancak bu, onu aşı kampanyasının başlamasından bu yana serveti 53 milyar dolardan 86 milyar dolara yükselen en iyi 8 küresel aşı milyarderinden biri bile yapmıyor. Aşırı aşı fiyatlarının belki de en büyük tehlikesi budur: Böylece oligarkların gücünü güçlendiriyor ve demokrasiyi zayıflatıyoruz. Belki de ilaç endüstrisinin yeniden yüz milyarlarca dolar toplaması o kadar da iyi değil.
(Çeviren: Semra Çelik)
YENİ BİR G7 KURUMLAR VERGİSİ, YALNIZCA
DAHA YOKSUL ÜLKELER İÇİN DE GEÇERLİYSE İŞE YARAR
Alex COBHAM
The Guardian
Maliye Bakanı Rishi Sunak, cuma günü Londra’daki G7 maliye bakanları toplantısında ABD Hazine Bakanı Janet Yellen’ı karşıladığında, Lancaster House’da masanın etrafında toplananlar, vergi suistimaline yüzyılın en büyük darbesini vurma şansına sahip olacaklar.
Uluslararası vergi kurallarının amaca uygun olmadığına dair onlarca yıllık kanıttan sonra, Biden yönetimi sonunda dünyanın en büyük çokuluslu şirketlerinin süper kârlarının vergi cennetlerinde kaybolmasını önleme çabalarına gerçek bir hırs enjekte etti. Bu, salgın müdahalesini ve toparlanmayı hızlandırmak için yüz milyarlarca dolar vergi geliri sağlayabilecek bir anlaşma. Ancak bir dezavantajı da var: Mevcut OECD önerileri bu gelirleri açıkça adaletsiz bir şekilde dağıtacaktır. Bu, en zengin ulusların dünyanın geri kalanı için kural koyma ayrıcalıklı konumları için talep edebilecekleri kalan meşruiyeti kesinlikle ortadan kaldıracaktır.
Anın önemini anlamak için tarihsel bağlamı düşünün. 1920’lerde ve 30’larda, Milletler Cemiyeti (League of Nations) sınır ötesi ticaretin vergilendirilmesi için günümüze kadar devam eden bir yol seçti. Ancak çok uluslu şirketler o zamandan beri sayı ve karmaşıklık bakımından patlama yaşadı ve son yıllarda vergi istismarı yaklaşımlarının merkezi bir parçası haline geldi.
Bu şirketlerin bir zamanlar uluslararası ekonomik faaliyet için daha verimli bir biçimiyken, şimdi avantajlarının çoğu yerel rakiplerinden daha düşük vergi ödeyebilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu, kârlarını para kazandıkları yerlerden uzaklaştırmak ve Hollanda veya Cayman gibi etkin vergi oranları sıfıra yakın veya sıfıra yakın olan yargı bölgelerine kaydırmak için vergi kurallarının arkaik temelinden istifade ederek elde edilir.
ABD çokuluslu şirketlerinin küresel kârlarının yalnızca yüzde 5’i 1990’ların başında dünya çapında bu şekilde kaydırıldı. Ancak takip eden 20 yılda, bu oran yüzde 30’a patladı ve mevcut en son yüksek kaliteli verilere göre en büyük çokuluslu şirketler tarafından tahmini 1,4 trilyon dolarlık kâr kaydırılarak yükselmeye devam etti (OECD 2016 verileri). Bu, o yıl dünya GSYİH’sının yaklaşık yüzde 2’si, Sahra altı Afrika’nın toplam GSYİH’sından çok uzak değil.
Birleşik Krallık, bağımlı bölgeleriyle birlikte, dünyadaki kurumlar vergisi suistimalinin yaklaşık üçte birinden sorumlu olan en büyük tek aktördür. Bu kritik anda G7 başkanı olmak için oldukça yeterli, ama aynı zamanda bir miktar telafi için bir fırsat.
Paris’te OECD tarafından koordine edilen ancak G7’nin hakim olduğu mevcut süreçte, ilerleme için en büyük potansiyel, yüzde 15’lik bir küresel asgari kurumlar vergisi oranı önerisinde yatmaktadır. Kârlarını değiştirmeye devam eden şirketler için hükümetler, vergilerinin asgari orana “yükseltilmesinde” ısrar edebilirler.
Ancak bu ek gelirlerin dağılımı çok önemlidir. OECD önerisi, tipik olarak en zengin ülkeler olan çok uluslu şirketlerin merkez ülkelerine ayrıcalık tanımaktadır. G7 –Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Birleşik Krallık ve ABD– dünya nüfusunun sadece yüzde 10’u olmasına rağmen, küresel GSYİH’nın yüzde 45’ini oluşturuyor. Ek gelirlerin yüzde 60’ından fazlasını elde edecekler. Düşük gelirli ülkeler, kurumlar vergisinin kötüye kullanılması nedeniyle vergi gelirlerinden daha yüksek bir pay kaybederler, ancak bu temelde kabul edilen asgari vergiden orantısız olarak çok az kazanç elde edeceklerdir.
Kuruluşum Vergi Adalet Ağı da dahil olmak üzere kampanyacılar, asgari bir efektif vergi oranı (METR) öneriyorlar. Bu, şu anda düşük/vergisiz yargı bölgelerine kaydırılan aynı düşük vergilendirilmiş karı alacak, ancak bunu sadece çok uluslu şirketlerin gerçek ekonomik faaliyetlerinin – örneğin satış ve istihdam – gerçekleştiği yerlere, merkez ülkelere yönelik herhangi bir önyargı olmaksızın paylaştıracaktır. METR sisteminde, bu kazançlar, paylaştırıldıkları ülkede geçerli olan yasal oranda vergilendirilir, bu, yüzde 15’ten önemli ölçüde yüksek olabilir. Bu, genel olarak ek gelirler sağlayacak ve dağıtım küresel olarak çok daha adil olacaktır.
Yüzde 15’lik bir oranla, teklifimiz OECD yaklaşımındaki 275 milyar dolara karşılık 460 milyar dolar civarında bir artış sağlayacaktır.
Farklılıklar dramatik. Hindistan, OECD önerisi kapsamında 4 milyar dolar kazanabilir; ancak METR’den bu miktarın üç katından fazla, yaklaşık 13 milyar dolar kazanacaktır. Çin, OECD önerisi kapsamında 32 milyar dolar kazanabilir; ama METR’den bunun iki katından fazla, 72 milyar dolar. Brezilya için, fark 11 milyar dolar ile 3 milyar dolar. Güney Afrika için 3.5 milyar dolar, 1.5 milyar dolar. G7 ülkelerinin her biri, 170 milyar dolar yerine 250 milyar dolarlık toplam gelir artışı ile METR altında yüzde15 ile önemli ölçüde daha iyi performans göstereceklerdir.
Potansiyel gelir kazançlarının büyüklüğü, en büyük çok uluslu şirketlerin mevcut vergi kurallarını ne ölçüde kullanabildiklerini ve agresif bir şekilde istekli olduklarını yansıtıyor. Amazon ve diğerlerinin tekel gücü, daha küçük, vergi uyumlu rakiplerin karşılaştığı eşitsiz oyun alanına çok şey borçludur.
Ancak gelir ölçeği, salgına verilen yanıtlarda dönüşümsel bir değişim fırsatı da sunuyor. İngiltere, en büyük küresel ihtiyaç anında yoksulluktan dolayı yardım bütçesini kesti. G7 üyeleri hala uluslararası aşılama çabalarını finanse edip etmeyeceğini veya ne kadarını finanse edeceklerini tartışıyorlar. Asgari vergi oranını daha adil bir şekilde sunmak, düşük gelirli ülkeler için Covax girişiminin maliyetlerini karşılamaktan daha fazlasını sağlayacaktır. Ayrıca, dünya çapında salgını bastırma için çok önemli olan kendi halk sağlığı sistemlerini finanse etme konusundaki olanaklarını da artıracaktır.
Dünyanın geri kalanının en büyük vergi ihlalcilerinden elde edilen gelirleri geri alıp alamayacağına karar vermek bir daha asla birkaç zengin ülkenin elinde olmamalı. Eylül ayında Birleşmiş Milletler, gelecekte kuralları belirlemek için küresel olarak kapsayıcı, hükümetler arası bir organ oluşturacak bir vergi sözleşmesine ilişkin müzakerelerin başladığının sinyalini verebilir. Şimdilik, G7, mümkün olan en adil sonucu elde etmek için eşit olmayan gücünü kullanmalıdır. Bu hepimiz için daha iyi sonuçlara yol açacaktır.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)