9 Haziran 2021 23:30

Elif ESER
Dersim

Yazar Mehmet Hanifi’nin üçüncü kitabı “Beni Hiç Kimse Duymuyor” kısa bir zaman önce Öteki Yayınları’ndan çıktı. Değerlendirmeler her ne kadar ‘bir şizofreni güncesi’ şeklinde olsa da daha çok mini bir monolog roman. Kurgu, kahraman anlatıcının evinin efradı ve dışarıyla olan tercihli bir içe kapanışına dayandığı kısa deneysel, yazarın kendi dilini keşfetmeye çıktığı bir yolculuk gibi. Kahramanın sözcükleri ve defterleri etrafında gelişen, kendi normalimize aykırı yaşamların içimizde, hemen yanı başımızda nasıl bir hayat sürdürdüklerini ayan eden, hoş, yormayan bir roman…

Odanın içinde dağınıklar, masanın, dolapların, kanepenin altına kaçıştı bir grup, gizlendi. Sonra, zaman yaşlı elini sisin içinde daldırıyor, gri bulut kümeleri bir bir dağılıyor. Ortaya aydınlık bir yüz çıkıyor, belirginleşiyor.” Romanda sözcüklerin bu bağlamda, anlatma arzusunun kişinin iç dünyasındaki doğal kristalleşme şekli ile dışarıdaki hayatta onlara yüklendiği söylevsel, ruhsuz işlevin ve belki çirkin bir yüzün/görüntüsünün yapı taşlarına dönüşmesi arasındaki çelişkinin de ne denli mühim olabileceğine dair bir dilsel tartışma da var. Bu tartışma en başında yazarın kendisi için de bir üslup tartışması ya da sorunsalı olarak görünüyor.

Kahramanın annesi Cezayir, babası Zıravo ve varlığı şüpheli, en azından sözel bir değişime uğradığını tahmin ettiğimiz ütopik sevgili Asme ile peşine düştüğü sözcükler, sözcükleri derlediği defterler arsındaki bağ, psikolojik daha doğrusu patolojik bir çatışma olarak ele alınmıyor, aksine toplumsal belki sosyolojik bir tartışmayı gündemine alıyor. İntihara sürüklenen bir hayatın sonuçları ile ilgilenen ve bunu ‘anlamanın, anlamlandırmanın’ mantıksal çizgisini kuramayan normal insanların sorumluluğuna da işaret eden yanları var. Her ne kadar patalojik bir vaka gibi görünse de “Beni Hiç Kimse Duymuyor’da” Mehmet Hanifi bu durum karşısındaki kayıtsızlığımızı, yok saymamızı hatta çoğu kere bu kertedeki kendi içimizdeki ‘ötekilere’ dair istihza barındıran yaklaşımımızı da eleştiriyor. Onun dünyasına girebilen ‘dost’ olmakla, ‘normal’ olmak arasındaki tercihte bizim sorumluluğumuzu daha doğrusu sorumsuzluğumuzu anlatıyor.

Kitabın sonunda, “son söz yerine” kısmında yazarın verdiği bilgiden hareketle romanda anlatılanlar gerçek bir hayat hikayesine dayanıyor üstelik. Romanın hikayesi bir realiteye tekabül etse de hüzünlü bir hikaâye esasen. Hayata sarılmak için bütün ümitlerin tükendiği bu “Karanlık zamanın içinde acılı ruhunu arayan” dışa itilmenin, ağrıyan bir kalbin hüzünlü hikayesi.

KÜNYE
Beni Hiç Kimse Duymuyor
Mehmet Hanifi
Öteki Yayınevi
120 sayfa

Evrensel'i Takip Et