10 Haziran 2021 01:01

İktidar, Sedat Peker'in iddialarının değil muhalefetin peşinde

Peker’in videoları sonrası ortaya çıkan tabloyu konuştuğumuz Siyaset Bilimci Tanju Tosun “Anayasal takiye ve ekonominin eş-dost kayırma esasına göre işlemesi kurumsallaştı, tehlikeli olan budur” dedi.

Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/TCCB

Paylaş

Okan BAŞAL
İstanbul

Organize Suç Örgütü Lideri Sedat Peker’in siyaset-sermaye-mafya-medya ilişkilerine dair ciddi iddiaları dile getirdiği videoların ilki 2 Mayıs’ta yayımlandı. Aradan geçen yaklaşık bir aylık süreçte, yargının harekete geçtiğine dair kamuoyuna yansıyan tek soruşturma Kutlu Adalı cinayeti itiraflarına dair olanı. Peker hakkındaki suç duyurularını ve Adalı suikastına ilişkin soruşturmayı saymazsak iddialara dair adım atılmadığı görülüyor. Öte yandan bu bir ayda muhalefet vekilleri hakkında fezlekeler hazırlandı, HDP’nin kapatılması istemli iddianame yeniden AYM’ye sunuldu, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Ahmet Şık hakkında “Bu devlet katil” sözleri gerekçe gösterilerek soruşturma başlatıldı, “Mafya iktidarına son verelim” çağrısı yapan siyasi parti temsilcileri gözaltına alındı… Yine bu bir aylık süreçte Cumhur İttifakının en yetkili isimleri tarafından muhalefete yönelik üstü kapalı tehditler dile getirildi. Devlet Bahçeli, Şık için “Devlet katil olsaydı bulunduğun yer TBMM değil mezarlık olurdu” derken Tayyip Erdoğan da Rize’de provokasyon girişimiyle karşılaşan Meral Akşener için “Bu daha bir, daha neler olacak neler. Bunlar iyi günler” sözlerini sarf etti.

Peker’in iddiaları sonrası ortaya çıkan bu tabloyu, iktidarın ve muhalefetin tutumunu, yargının sessizliğini Siyaset Bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun ile konuştuk.

Prof. Dr. Tosun, Peker’in iddiaları karşısında bir yandan sessiz kalmayı ve dikkatleri başka yöne çekmeyi tercih eden iktidarın diğer yandan da iddiaların araştırılmasını yüksek sesle dillendiren muhalefetin sesini kısmaya yönelik politikalar uygulamaya yöneldiğini söyledi.

Siyaset Bilimci Ersin Kalaycıoğlu’nun rejim tarifinde kullandığı “kuralların çarpıtılarak eş-dost kayırma esasına göre işlemesi” tanımlamasına atıf yapan Tosun, bugün bu zihniyetin kurumsallaştığına dikkat çekerek “Tehlikeli olan da budur” yorumu yaptı.

Siyasal yargının, yargının siyasal baskı ve tasfiye amacıyla işlevselleştirilip araçlaştırılması olduğunu aktaran Tosun, “Türkiye bu deneyimi 28 Şubat’ta da, FETÖ’nün yargı bürokrasisinde egemen olduğu dönemde de yaşadı. Kaybeden hep Türkiye oldu” dedi.

Tosun, muhalefet partileri için de “İddia kimden gelirse gelsin Meclisin ve yargının denetim, inceleme anlamında harekete geçmesi konusunda daha proaktif bir strateji izleyebilirler” dedi.

Prof. Dr. Tanju Tosun’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

İKTİDAR, MUHALEFETİN SESİNİ KISMAYA YÖNELDİ

İktidar, Peker’in iddiaları sonrası nasıl bir pozisyon aldı? Bu iddiaların araştırılmasını talep eden muhalefeti baskılamaya, korkutmaya, sindirmeye yönelik politikalar izlediğini söyleyebilir miyiz?

Peker’in YouTube videoları aracılığıyla kamuoyuna aktardığı iddialar Türkiye’de muhalefetteki siyasi tarafların iddiaların içeriğine dair geçmişten bugüne çokça söz ettikleri, fakat bu ölçüde somut olay ve şahıslar örneğinde bilgi sahibi olmadığı konuları kapsamaktadır. Bu açıdan sürpriz oldu denilebilir. Hatta iktidar ve muhalefetin hazırlıksız yakalandığını söyleyebiliriz. Bu nedenle, iktidar nasıl bir söylem aracılığıyla strateji geliştireceğine, muhalefet ise iktidara bu iddialar üzerinden yükleneceğine karar veremedi. Hal böyle olunca iktidar halen sessiz kalmayı, dikkatleri başka yöne çekmeyi, en fazla bir AKP yetkilisinin söylediği gibi, ‘Sorun varsa AKP kendi içinde çözer’ şeklinde bir yaklaşımı tercih etmiş görünüyor. Diğer yandan, iddiaların araştırılmasını yüksek sesle dillendiren sınırlı sayıdaki bazı milletvekilleri ve partilere sorunu daha fazla alenileştirmelerini önlemek için muhalefetin sesini kısmaya yönelik politikalar uygulamaya yöneliyor. Fakat bu politikalar doğrudan konuyla ilgili olmayıp, Ahmet Şık örneğinde görüldüğü gibi başka konular bağlamında yürütülüyor.

"BAHÇELİ'NİN ŞIK'A YÖNELİK SÖYLEMİ DEVLETE TOZ KONDURTMAYAN REFLEKSİYLE İLGİLİ"

Bahçeli’nin Ahmet Şık’a yönelik ölüm tehditlerine varan söylemlerini de bu kapsamda değerlendirebilir miyiz?

Bahçeli’nin grup konuşmasında Ahmet Şık’a yönelik söylemi Bahçeli’nin politik anlamda devletçi, devlete toz kondurtmayan, eleştirilmesini asla kabul etmeyen refleksiyle ilgili öncelikle. Ayrıca kendi tabanında kutsallaştırılan devleti her koşulda savundukları şeklinde mesaj verme amaçlıdır. Bir diğer mesajın da ittifak ortağı AKP üst yönetimine olduğunu düşünüyorum. İttifakı, siyasi birliği, devlete yönelik söylem saldırısıyla kim bozmaya yönelirse, ‘Onun karşısında biz varız’ mesajı vermektedir. Belirtilmesi gereken; kendi seçmen tabanını konsolide etmek için tercih edilen bu siyasal dilin doğal sosyolojisi dışında kabul görmesi zordur.

"SİYASAL YARGI İLE KAYBEDEN HEP TÜRKİYE OLDU"

Peker’in iddiaları karşısında harekete geçmeyen yargının söz konusu muhalefet olunca oldukça atak davrandığı görünüyor. Bunu siyaseten nasıl açıklayabiliriz?

Yargının bu davranış tarzının ardında politik, ekonomik, psikolojik faktörler olduğunu düşünüyorum. Sorun Türkiye’de yargı mensuplarının özlük haklarının, tayin, terfilerinin siyasi iktidar tarafından belirlenmesi, (HSK’de adalet bakanının yer alması), yargı mensuplarında kültürel anlamda öncelikle devleti, çıkarlarını koruma refleksinin baskın olması, yargı atamalarında politik referansların yaygın olması gibi etkenlerle ilgili. Aslında meseleyi Otto Kirchheimer’in ‘siyasal yargı’ kavramına atıfta bulunarak da değerlendirebiliriz.  Siyasal yargı; ‘Hukuksal usul ve tekniklerin mevcut egemenlik ilişkilerini pekiştirmek veya değiştirmek amacıyla devreye sokulması ve/veya yürürlükteki hukuk kurallarına aldırış etmeksizin yargının siyasal baskı ve tasfiye amacıyla işlevselleştirilip araçlaştırılmasıdır’. Türkiye bu deneyimi 28 Şubat’ta da, FETÖ’nün yargı bürokrasisinde egemen olduğu dönemde de yaşadı. Kaybeden hep Türkiye oldu.

MUHALEFET DAHA PROAKTİF BİR STRATEJİ İZLEYEBİLİR

Peker’in iddialarıyla ortaya saçılan siyaset-sermaye-mafya-medya ilişkilerinin araştırılması, devletin bu ilişkilerden arındırılması nasıl mümkün olabilir? Bu konuda CHP ve İYİ Partinin özellikle sokak çağrısı yapmaktan çekindiği ve “Sandığı getirin” çağrısını öne sürdüğü görülüyor. Sizce neden böyle? Bu tutumun etkili olduğu ve doğru bir taktik olduğu söylenebilir mi?

Türkiye siyasal rejimini bugün gelinen noktada siyaset bilimciler neopatrimonyal sultanizme doğru evrilme şeklinde değerlendirmekte. Ersin Kalaycıoğlu’na göre bu rejim tipinin ayırdedici özellikleri; hükümetle devlet arasındaki farkların bulanıklaşması, kişiselliğin yönetim biçiminde hakim olması, Anayasal takiye, iktidarın merkezileşmesi, ekonominin rasyonel işleyişi yerine, kuralların çarpıtılarak eş-dost kayırma esasına göre işlemesi. Bugün gelinen noktada yılların birikimi olarak rejim bu tipe doğru yapısal, kurumsal evrimleşmenin ötesinde, bu zihniyet kurumsallaşmıştır. Tehlikeli olan da budur. Hal böyle olunca belirtilen kurumlar arasındaki ilişkiler ancak Max Weber’in  daha 1915’te Çin ve Hindistan örneğini anlamak için kullandığı ‘prebendalism’ kavramıyla açıklanabilir. Bu kavram seçilmiş siyasetçi ve bürokratların devlet gelirlerini paylaşma haklarının olduğuna inandıkları siyasal sistemleri tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Bu ilişki ağlarındaki unsurların koparılması için ciddi bir siyasi etik yasasına ihtiyaç vardır. Bunun da ötesinde yargının bağımsız ve tarafsız biçimde bu iddiaları araştırmaya imkan sağlayacak için yargı reformu gereklidir. Tabii ki yargısal atamalarda objektifliğe dayalı liyakat da olmazsa olmazdır.

CHP ve İYİ Partinin süreci izlemesi, sözcülerin açıklamalarıyla yetinmesi, iddiaların geldiği adresle ilgili olduğu kadar, toplumun özellikle iktidar partilerine oy veren seçmenin bu olaylardan haberdar olmamaları, konunun siyasallaştırılması durumunda bu seçmenin muhalefete salt iddia olması nedeniyle tepki verebileceğini düşünmelerinden kaynaklanıyor olabilir. Bu strateji kısmen doğru ve anlaşılabilir olsa da, iddia kimden gelirse gelsin Meclisin ve yargının denetim, inceleme anlamında harekete geçmesi konusunda daha proaktif bir strateji izleyebilirler.

BİR AYA SIĞDIRILANLAR: KAPATMA DAVASI, FEZLEKELER, GÖZALTILAR, TEHDİTLER…

AKP ve MHP, ifşaat karşısında Peker’in “Türkiye üzerinde oynanan oyunun” parçası olduğunu öne sürüp iddiaların hedefindeki siyasetçilere sahip çıkan açıklamalar yaptılar. İlk videonun yayımlandığı 2 Mayıs’tan itibaren muhalefete yönelik baskılar da arttı.

24 Mayıs’ta birçok ilde düzenlenen ev baskınlarında aralarında HDP ve DBP'li yöneticilerin de bulunduğu onlarca kişi gözaltına alındı.

25 Mayıs’ta 3 HDP’li vekil hakkında hazırlanan fezlekeler TBMM’ye sunuldu.

26 Mayıs’ta HDP'nin iddiaların araştırılması, hakikatlerin açığa çıkması ve tatmin edici bir süreç işletilmesi için Meclise verdiği önerge AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.

26 Mayıs’taki AKP’nin Meclis grup toplantısında Erdoğan, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Rize’de karşılaştığı provokasyon girişiminden övgüyle bahsedip "Bu daha bir, daha neler olacak neler. Daha dur bakalım, bunlar iyi günler" sözlerini sarf etti.

27 Mayıs’ta da 10 HDP’li ve 1 bağımsız milletvekili hakkında hazırlanan fezlekeler TBMM’ye sunuldu.

5 Haziran’da siyasi partilerin "Mafya iktidarına son verelim" çağrısıyla İstanbul’da düzenlemek istediği eylem, polis müdahalesiyle ve 35 kişi gözaltıyla sonuçlandı.

7 Haziran’da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, AYM'nin iade ettiği HDP'nin kapatılması istemli iddianameyi yeniden hazırlayıp Yüksek Mahkemeye sundu. İddianamede yaklaşık 500 kişi hakkında siyasi yasak talep edildi.

7 Haziran’da Peker’in iddialarını yalanlayan Jandarma Komutanı Arif Çetin’in, çete raporunda adı geçen isimlerle fotoğraflarının çıkmasını “Komutan çete lideriyle” başlığıyla haberleştiren Cumhuriyet Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya, “hakaret ve iftira” suçlamasıyla açılan soruşturmada ifade verdi.

7 Haziran’da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, TİP Milletvekili Ahmet Şık hakkında “Bu devlet katil, bu devleti yıkmamız gerekiyor” sözlerini gerekçe göstererek resen soruşturma başlattı. AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Şık için “TBMM'de ne işi var” dedi.

8 Haziran’da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Şık için "Türkiye Cumhuriyeti devleti katil olsaydı bugün bulunduğun yer Türkiye Büyük Millet Meclisi değil mezarlık olurdu" dedi.

ÖNCEKİ HABER

İzmir'de çocuğunu istismar eden baba tutuklandı

SONRAKİ HABER

El Salvador, Bitcoin'i yasal para birimi haline dönüştüren ilk ülke oldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa