12 Haziran 2021 01:18

Gazeteci Cengiz Erdinç: Devletten hukuku çıkardığınızda geriye çete kalır

Türkiye’de kuruluş yıllarından beri cinayet işleyen devlet aparatları olmuş. Tek parti döneminde Mustafa Kemal’in ölümüne kadar farklı güç odaklarının çatışması var. Süreç sonra da devam ediyor.

Cengiz Erdinç | Fotoğraf: Kişisel arşiv

Paylaş

Serpil İLGÜN
İstanbul

Bir ayı aşkın süredir yayınladığı videolar ve sosyal medya paylaşımlarıyla gündemi belirleyen mafya lideri Sedat Peker, son paylaşımında yeniden yer değiştirmek zorunda olduğunu ve bu nedenle yeni videoların ilan ettiği (perşembe ve pazar) günlerde yayımlayamayabileceğini açıkladı. Peker giderek el yükselterek yeni ifşa ve iddialarda bulunadursun, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, hafta içindeki grup toplantısında “AK Parti'yi kirli senaryoların içine yerleştirme gayretlerini kabul etmemiz mümkün değildir. FETÖ'den PKK'ya şimdi de organize suç örgütlerine kadar yeminli millet düşmanlarının malzemelerini Meclis kürsüsüne taşımakta ısrar edenleri gördükçe ülkemiz adına üzülüyoruz” diyerek, ne soruşturma önergelerine ne de yargı ayağının işlemesine izin vermeyeceklerini ilan etmiş oldu. Analistler, Peker’in öne sürdüğü iddiaların Erdoğan’ı önümüzdeki hafta gerçekleşecek Biden görüşmesine de etki edeceği ve Erdoğan yönetimini uluslararası alanda da zayıflatacağını söylüyor.

Diğer yandan Peker tarafından ifşa edilenler yanıt vermek durumunda kalıyor, verdikleri yanıtlar kendilerini ve iktidarı daha zor durumlara bırakmaya devam ediyor.

Cumartesi Söyleşi’nde bu hafta Türkiye’de mafya, siyaset, sermaye ve derin devlet tarihinin nasıl işlediği, bugüne nasıl gelindiği sorularına yanıt aradık ve bu izleği araştıran gazetecilerden Cengiz Erdinç’e başvurduk.

Türkiye’de derin devlet, kontrgerilla ilk ne zaman ortaya çıktı? Gayri nizami harp usulleri devlete nasıl nüfuz ediyor? Peker Nasıl bir oyun kuruyor? Peker’in arkasında kim, hangi gruplar var? Sorunun çözümü seçimler mi…?

Türkiye'deki eroin kaçakçılığını anlattığı, “Overdose Türkiye” kitabının da yazarı Cengiz Erdinç yanıtladı.

“Türkiye’de 1940’lardan beri derin devlet değil, kontrgerilla var” diyorsunuz. İkisi de devlet/iktidarla ilişkilense de derin devlet ile kontrgerilla birbirinden farklı yapılarmış gibi düşünürüz. Neden kontrgerilla kavramını kullanıyorsunuz?

Kontrgerilla aslında 1950’lerdeki bir NATO operasyonunun adı. Stey Behind Army, geride kalanlar ordusu diye geçiyor. Bütün bildiklerimiz 1970’lerin sonunda ortaya çıktı. ABD ordusunun gayrinizami harp talimatnamesi  FM30-31 diye geçiyor. NATO’yla ilişkilendiriliyor, kurumsal olarak öyle ama daha öncesi var; 1948’de Kore savaşına giden askerlerle birlikte Amerikan yöntemleriyle yakınlaşma söz konusu. Gayri nizami harple ilgili Teşkilat-ı Mahsusa’ının birikimi var. Nedir gayri nizami harp, işgal altında ya da düzenli ordu savaşı yapılmayan yerlerde bir takım paramiliter yarı sivil, yarı askeri unsurlarla hareket etmek, psikolojik harp yapmak. Afganistan’dan Derne’ye kadar Teşkilatı Mahsusa’nın faaliyeti var. (16 Ekim 1911 ile 18 Ekim 1912 tarihleri arasında Derne'yi ele geçirmek isteyen İtalyan Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Trablusgarp Savaşı sırasında yapılan muharebeler) Mesela Mustafa Kemal’in meşhur Derne fotoğrafı vardır yerel giysiler içinde. Gerilla faaliyeti, bir düzensiz ordu faaliyeti. Bu yöntemler Teşkilat-ı Mahsusa tarafından biliniyor. Siyasi cinayetler derseniz İkinci Meşruiyet’ten başlayarak var. Yıldız Saray Örgütü’nün devamı, Karakol Cemiyeti vs. üzerinden istihbarat teşkilatının geleneğini oluşturuyor. Teşkilatı Mahsusa başka bir gelenek, varsa ordu istihbaratı içinde sürdürülüyor ama bu konudaki bilgilerimiz çok sınırlı. Türkiye’de kuruluş yıllarından beri cinayet işleyen devlet aparatları olmuş. Topal Osman var, Yahya Kahya var, Mustafa Suphilerin öldürülmesi var. Ankara’da Ali Şükrü’nün öldürülmesi var. Ki bu olayın arkasında Abdülkadir Kemali Bey’in Hürriyeti Şahsiye Kanunu tasarısı var. Kişilerin özgürlüğüne dokunan makamına ve mevkiine bakılmaksızın cezalandırılır mealinde. Ancak Ali Şükrü Bey öldürüldüğünde yasalaşıyor, pek de fazla yürürlükte kalmıyor.

Özellikle 1940 vurgusu yaptığınız için soralım, bu tarihlerdeki politik, iktisadi atmosfer nasıldı?

Tek parti döneminde Mustafa Kemal’in ölümüne kadar farklı güç odaklarının çatışması var. Şükrü Kaya ve çevresiyle İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak cephesi var. Biri polisi kontrol ediyor, diğeri orduyu ve istihbarat teşkilatını. Çakmak 23 yıl boyunca koltuğunu koruyan bir isim. İsmet İnönü yasa değişikliğiyle Genelkurmay’ı Başbakanlığa bağlıyor da öyle emekli ediliyor. Orada bir kavga var, Bir devlet cinayeti olarak Sabahattin Ali’nin öldürülmesi var. Milli Emniyet’ten Ali Ertekin adlı bir fail bulunuyor, eski bir astsubay, beş yıl ceza alıyor onu da yatmıyor çıkıyor. Örtbas ediliyor. Demokrat Parti dönemi de önemli bir özel harp faaliyetine sahne oluyor. 6-7 Eylül var, Atatürk’ün evine bomba konularak başlatılan provokasyon var ki bu medyanın “aparat” olduğu ilk vaka diyebiliriz. Gökşin Sipahioğlu’nun ciddi bir rolü var. 27 Mayıs’tan sonra bir takım polis müdürlerinin mafyayla, yeraltı dünyasıyla, kadın tüccarlarıyla iş tuttuğu, bakanların, valilerin, polis müdürlerinin yeraltını haraca bağladığı, pasaport verilen eroin kaçakçıları ortaya dökülüyor. Berbat bir tablo.

Kıbrıs’ta 1957-58’lerde başlayan, Rum tarafında EOKA (Kıbrıs Mücadelesi Silahlı Örgütü) var, burada TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) var. Özel Harp Dairesi komutanı Sabri Yirmibeşoğlu Kıbrıs’ta camilere bomba konduğunu itiraf etti. Ama camilere bombayı TMT’nin koyduğunu söyledikleri için öldürülen iki gazeteci var Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan. Hala failleri meçhul.

1970’li yıllarda bu özel harp konsepti Kıbrıs’taki stajını Türkiye’ye taşıdı diyebiliriz. 1969’da Taylan Özgür’ün İstanbul’da öldürülmesi bir başlangıç noktası. Hala faili meçhul. Taylan Özgür’ü hep bir polis öldürdü diye biliniyor sonra emekli kurmay yarbay Talat Turhan çıkıyor ve 95’te diyor ki, “öldüren bir üst teğmendi, şimdi de üst düzey bir general.” Soruyorlar kim bu general? “Söyleyemem” diyor. “Hasan Fehmi Güneş’e verdim dosyayı” diyor, Güneş yalanlıyor bunu. Sonra ağız değiştiriyor Talat Turhan. Turhan için kontrgerillayı ilk açığa çıkartan isim diye söyleniyor, hayır. Ankara’da Barış Gazetesi bu talimatnameyi belki dünyada duyuran ilk yayın. Gazete sahibinin yeğeni trafik kazası gibi görünen şüpheli bir olayda hayatını kaybediyor.

12 EYLÜL’Ü HAZIRLAYAN SÜREÇ

Nasıl açığa çıkıyor?

Seferberlik Tetkik Kurulu adının açığa çıkışı Eylül 1966’ta gazeteci İlhami Soysal’ın dövülmesiyle oluyor. Genelkurmay Başkanı Cemal Tural, sert bir adam, eşi alışveriş yapacak diye Ankara’daki İzmir caddesi trafiğe kapatılıyor. İlhami Soysal bunu eleştiriyor “ne münasebet” diye. Soysal’ı dört kişi arabayla kaçırıyorlar, öldüresiye dövülüyor. Arabanın plakasından dövenlere ulaşılıyor. Birinin Raci Tetik olduğu anlaşılıyor. Tetik, daha sonra Mamak’ın komutanı olarak karşımıza çıkacak. Adı konmasa da kontrgerillanın açığa çıkışı bu olaydır.

Bugünü hazırlayan 1 Mayıs 1977’de Taksim’deki katliamdır. Ardından olaylar zinciri başlıyor, faili meçhul cinayetler ve katliamlar, Çorum ve Maraş katliamları ve birçok aydının, yazarın, gazetecinin öldürülmesi. Bunlar 12 Eylül’ü hazırlıyor. Kenan Evren ve arkadaşları üstüne oturuyor. Burada  önemli bir nokta var. Evet silahlı eylem yapan sağ ve sol gruplar var, Ülkücüler var ama özel harp dairesinden subayların eğittiği 25-30 kadar seçkin ülkücüden oluşan bir çekirdek ekip var. Bu ekip bütün cinayetlerde ve katliamlarda var. Maraş katliamında piyango bayii gibi şehre gönderilmişler mesela. Abdullah Çatlı, Muhsin Yazıcıoğlu, Haluk Kırcı, Ünal Osmanağaoğlu, 12 Eylül bu silahlı eylemlerle provakatif biçimde hazırlanıyor.

Peki o özel ekip ne oluyor?

Kimisi yurtdışına çıkıyor, kimisi çeşitli davalardan aranıyor, tutuklanan az. Hepsi de devletin şefkatine mazhar olup gizli servislerin çeşitli bölümleriyle işbirliği yapıyorlar. O özel ekip 1990’lara kadar korunuyor. Emniyet tarafında Çatlı’yı, Kırcı’yı görüyoruz belki ama öbür tarafta Müfit Sement var, Yahya Efe var. 1990’larda Güneydoğu’daki çatışmalarda da gayrinizami harp var, Cem Ersever, Yeşil diye bilinen Albay Arif Doğan var, Veli Küçük var…

BULGAR İSTİHBARATI TÜRK BABALARI KONTROL EDİYOR

Devlet aparatı olarak mafyanın kullanımı için ne kadar geriye gidebiliriz?

1970’lere kadar gidebiliriz. İlk büyük mafya soruşturması Mart 1 adıyla yapılıyor ve 30-40 kadar babayı içeri alıyor devlet. Akil Çıbıkçı diye bir kaçakçı var, MİT tarafından korunuyor, onun itirafları var. Mehmet Eren’in 70-80 sayfa itirafları var, Bulgar gizli servisiyle çalışıyor, 1958 yılından itibaren Bulgarlar adına Cenevre’de, İtalya’da paravan şirketler kuruluyor. Bulgarların İlim Yayma Cemiyeti’ne para ve silah verdiğini söylüyor o zaman. Zaten bu işlerin başlangıcı da biraz böyle. Kabaca şu var, Bulgar istihbaratı Türk babaları kontrol ediyor. Sofya’daki lüks bir otelde düzenli babalar toplantıları yapılıyor. Bu ülke güvenliği için bir tehdit oluşturuyor, MİT de bir karşı operasyon yapıyor, babalara pasaport veriliyor, kaçakçılığın, suç faaliyetinin önü açılıyor. Bu manzarada yozlaşmış bir devlet yapısı var. Polis müdürü Şükrü Balcı’nın marifetleri 1970 Mart’ındaki bu operasyonda ortaya çıkıyor ama işkencelerde, sola karşı operasyonlarda da var. Paşalar “Bu adam komünizmle de mücadele ediyor, bunun yolsuzluğunu ortaya koyarsak, bu iş zarar görür” diye kapatılıyor olay. Balcı’nın İstanbul polisinde rüşveti organize hale getiren isimlerden biri olduğu iddia ediliyor. Ve 1980’lerde ASALA operasyonundan sonra bu ilişkiler sürüyor, mesela Çakıcı, 1982-83 gibi MİT tarafından istihdam ediliyor. 1998’de yakalanana kadar 35 ayrı kalem suçla suçlanacak MİT’le çalıştığı dönemde. Faaliyet deniyor, ne yapacaktı sorulması lazım. Bütün bunlar 1987’de MİT Raporu ile ortaya dökülüyor.

İstanbul Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçakçılık Şube Müdürlüğü eski Müdürü Adil Serdar Saçan tarafından 1998’de mafya operasyonu yapılıyor. Peker de tutuklanıyor ama çok ceza almadan çıkıyor. 1998 yılı kavşak noktalarından biri mi?

1998’de Organize Suçlar Yasası hazırlanıyor, büyük mafya operasyonları var. Aslında bu 1996’da Susurluk’ta ortaya çıkanlara kamuoyu tepkisine devletin yanıtı. Asıl kavşak noktası 1996 yılı. MİT raporu var Ağustos’ta, ‘95’te başlayan yeraltı dünyasındaki çatışmaların üzerine devletin “ben PKK’nın finans kaynaklarını kurutuyorum” bahanesiyle giriştiği bir operasyon var Kürtlere yönelik. Ki bu insanların bir kısmı kaçakçılığıyla bilenen insanlardır, ama bir kısmının gerçekten ilgisi yok. Ama aynı ekip öldürmüş, aynı silahlarla belki. Bu çatışma önce 1996 Eylül’ünde MİT raporuyla ortaya çıkıyor sonra Susurluk’taki kaza oluyor. Kaza, raporu doğruladığı için bu kadar büyüdü. En önemlisi araçta bulunan tabanca özel harekatçılara verilen ve kaybolan silahlardan biri, Abdullah Çatlı var aranıyor, yanında polis müdürü var, yani bir gladyo tablosu. Avrupa da dahil, hiç bu kadar net fotoğraf vermemişti gladyo. 

GAYRİ NİZAMİ HARP USULLERİ DEVLETE NÜFUZ EDİYOR

Çakıcı, Ağustos 1998'de Fransa'da yakalanarak Türkiye'ye getirilmişti. Çakıcı ve Peker'in yanı sıra Erol Evcil gibi "cinayete azmettirmek, ihaleye fesat karıştırmak" suçlarından aranan birçok isim o dönem tutuklanarak cezaevine giriyor. 18 Nisan 1999'daki seçimlerinin ardından DSP lideri Bülent Ecevit'in başkanlığında MHP ve ANAP'la birlikte kurulan koalisyon hükümeti, Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'nu çıkarıyor ve Kanun 30 Temmuz 1999'da yürürlüğe giriyor. Ancak AKP, 5 Mayıs 2007'de kanunu yürürlükten kaldırıyor. Neden?

Yeni TCK’nın yürürlüğe girmesi gerekçesiyle kaldırılıyor ama TCK o yasanın yerini tutmuyor. Bir de 1998’de Alaattin Çakıcı’nın ANAP’lı politikacıların bilgisi dahilinde Türkbank ihalesine müdahale ettiği ses kayıtlarıyla ortaya çıkıyor. Mesut Yılmaz hükümeti düşüyor ve Mesut Yılmaz’ın siyasi hayatı bitiriliyor. Giderayak Susurluk’ta yaşananlara kamuoyu tepkisine bir yanıt olarak hazırlanıyor bu yasa, böyle bir atmosfer. AKP, yeni TCK’ya atıf yaparak yasayı kaldırıyor ama asla etkili olmadı.

Mafyayla ilişkilerin ortaya çıkması üzerine hükümet düşürülüyor peki bugün daha gelişmiş, büyümüş, grift hale gelmiş ilişkiler ortalığa saçılıyorken bırakalım iktidarın düşmesini, neden hakiminden sermaye sahiplerine, bakanlardan bürokratlarına sahip çıkılıyor ve korunuyor? Erdoğan denildiği gibi nasıl bir adım atacağına karar veremiyor mu, yoksa partisi içindeki çatışma ve çözülmeleri durdurmak için mi bu pozisyonu alıyor?

Siyasi analiz yapmak benim işim değil açıkçası. Ama şunu söyleyebilirim, burada neden hala bu figürler var? Alaattin Çakıcı mesela, ‘98’e kadar bir ilişki kurmuş istihbarat örgütüyle, bunu kötüye de kullanmış, neden devam ediyorlar? Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın Çakıcı’nın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit etmesine seyirci kalması, örtülü desteği siyasi intihar aslında. Belki bu ülkede tarih hemen  tekerrür etmiyor ama eninde sonunda ediyor işte. Bu ilişki nasıl ki Mesut Yılmaz’ın siyasi kariyerini bitirmişse başkalarının da bitirir. Devletin şiddet tekeli vardır, meşruluğu polisler, askerler eliyle yürütür. Bu tekel iktidar sahiplerinin lehine de yorumlanabilir. Ama bu figürlerle hareket etmek, devletin meşru şiddet tekelinin o meşruiyetini ortadan kaldırır. Devletten hukuku çıkarırsanız geriye çete kalır. Peker’le, Çakıcı ile ne yapıyor devlet? Bu soruya anlamlı bir cevap gerekiyor. Benim cevabım, gayri nizami harp yöntemlerinin devletin içine nüfuz etmesi, devletin kabuğu içinde büyüyen bir yer tutması. Yargı bağımsızlığının ortadan kalktığı, medyanın ele geçirildiği, haber alma hakkının ortadan kaldırıldığı, denetim mekanizmalarının olmadığı yerde, nasıl kanser hücresi belli koşullarda yayılırsa bunun gibi bir durum söz konusu. Bir de cezasızlık var, Susurluk, 15-16 tane skandallar paketiydi, doğru dürüst bir ceza verilmedi kimseye. Kamyon şoförüne verdiler vere vere! Burada Peker de, Çakıcı da klasik mafya unsurları değiller, her ikisi de devletle hareket eden, büyüyen, güç kazanan isimler.

Peker’i bu noktaya getiren olaylar 2018 yılın sonunda Sezgin Baran Korkmaz’ın Whyndham Oteli, bu Tayyare Apartmanları olarak bilinen yeri ele geçirmeye çalışmasıyla başlıyor. Oteli işleten Recep Keskin, Çakıcı’nın desteğini alıyor, Peker ise Korkmaz’la birlikte. Sonra aralarında uzlaşma oluyor ama Çakıcı hapisten çıkarılıyor ve Peker’in yerine ikame ediliyor.                                  

PEKER İADE EDİLSİN DİYE 70 MİLYON DOLARLIK İNDİRİM YAPILMIŞ

Sürekli yer değiştiren Peker, sosyal medya hesabından yine yer değiştirmek zorunda kaldığını ve videoların ilan ettiği günlerde yayımlayamayabileceğini söyledi. Peker’e “yer değiştir” diyen güç odaklarına dair nasıl bir okumanız var?

Peker’i Karadağ’dan itibaren dürtükleyen, kaçmasını sağlayan ya da kaçmasına yönelik baskıyı oluşturan güç, kanımca devlete hükmeden bakanlardan biridir. Soylu değil anladığımız kadarıyla. Sedat Peker yok edileceğini daha Karadağ’da görüyor. Fas’tan iade edilsin diye SİHA verildiğini söylüyor. Gerçekten de Nisan ayında Fas’a SİHA veriliyor ve 70 milyon dolar kadar indirim yapılıyor. İki soru önemli, Peker neden bu kadar kıymetli? Yanıtını Peker biliyor muhtemelen. Onu oradan oynatan güç de biliyor. İkincisi de Peker’i bu noktayı getiren güç bunu “beceriksizce” mi yaptı, yoksa bütün bu saydıklarımızın dışında olup bitenleri öngören başka bir güç mü var?

Sedat Peker’in güncel, sıcak bilgileri videolarında, sosyal medya hesaplarında kullanmasına bakılırsa, bilgi akışının devam ettiği görülüyor.

Sedat Peker bir organize suç lideriyse evet dediğiniz tuhaf. Bürokratlar, devlet memurları bir suç örgütü liderine yardım ediyor. Fakat Peker bu değil de başka birisiyle ise? Ben başından beri Peker’in bir devlet unsuru olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. 

Nitekim bunu Süleyman Soylu da söyledi.

“Gayrinizami harp aparatı” dedi, bu çök önemli bir itiraftı. Çok üzerinde durulmadı, Peker de “niye bunu bana söyledin” demedi. Karşılığında Kutlu Adalı ve Uğur Mumcu cinayetlerinden söz etti. Adalı cinayetindeki gelişmeleri biliyoruz, Mumcu’da çok daha sarsıcı olacaktır. Bu bilgi akışı bugüne kadar bütün bu soruşturmalarda gözüken bir şey, polislerle, birtakım askerlerle içli dışlıysanız ortak bir dil, bir iletişim başlıyor. Bu organik bir bağ haline geliyor. Devlet memurları sadece para ya da çıkar değil, bir tür güç alışverişinde de bulunuyorlar.

FETÖ BORSASI, ORGANİZE SUÇ FAALİYETLERİNİN BİR KILIFI OLDU

Peker ifşa ve itiraflarıyla 20 yıl sonra Türkiye bir yandan aynı isimlerle yeniden karşılaşıyor. Bunlara yeni isimler ekleniyor suç dünyasından, siyasetten, bürokrasiden, büyük sermayeden. Zira rant büyüdükçe çark da büyüyor. Peki, bu genişleme ve yayılmada Türk tipi başkanlığa geçişin etkisi için ne söylersiniz?

Daha önce tek adam rejimi olduğu için kağıt üstünde birtakım etkileri olabilir ama çok fazla değiştiğini düşünmüyorum. Özellikle 2007’den başlayarak Fehullahçılar üzerinden estirilen operasyonlarla, komplolarla bu güç perçinlendi zaten. Aynı güç 2012 yılında bumerang gibi döndü, MİT müsteşarının kapısına dayandılar ama değişen bir şey olmadı. Yalnız 15 Temmuz sonrası başlayan FETÖ argümanı önemli bir katalizör oldu. FETÖ Borsası diye genel bir başlık altında açıkladığımız şey, organize suç faaliyetlerinin kılıfı oldu. İlginç bir örnek, üstünde pek durulmuyor ama Eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hurşit Tolon dolandırıldı. Hem de “Hesabından FETÖ’ye para yatırılmış” diyen dolandırıcılar tarafından. Ceza hukuku profesörlerini bile dolandırdılar bu yöntemle. Ama böyle kudretli bir generali, emekli de olsa nasıl dolandırdılar? Bir generali bu denli korkutacak tek şey kendi yarattığı canavar olabilir. Bu açıdan çok önemli bir olay. Bodrum’daki Paramount Hotel’de olup bitenler. 100 küsur milyon dolar değerinde bir otel sahte çeklerle vs. gasp edilmiş. Bu çapta bu büyüklükte kaç otel var Türkiye’de? Sahipleri kendilerini savunabilecek kişiler ama olmamış, burada başka bir irade, başka bir güç var. Rahatsız edici yerlere varan, belli ki yargıda da, poliste de uzantısı olan bir güç. Biryandan da bu gücün medya ayağı var. Sezgin Baran Korkmaz için güzellemeler yazan yandaşı, muhalifi gazeteciler var.

SOYLU’NUN BİR SAAT BİLE BAKANLIKTA KALMAMASI GEREKİYOR

Özellikle iktidar medyasında ve ulusalcı çevrelerde “Erdoğan kuşatma altında, hedef Erdoğan” propagandası yapılıyor. Sizce Erdoğan’ın haberinin olmaması mümkün mü?

Olamaz. “Erdoğan kuşatılıyor” diyenlere şunu sormak lazım, neden Türkiye’de pek çok şey bir kişinin iki dudağı arasında? Erdoğan iyi çevresi kötüyse, o çevre farklı güç odakları mı? Erdoğan’a rağmen bu işleri yapabilecek güç odakları mı? MHP var en fazla, o da iktidar ortağı. Onun da gücü Süleyman Soylu, Abdülhamit Gül, buralarla sınırlı. Siyasetin iyi kötü gelenekleri var, bu kadar açık suçlama altında kalan Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’nda kalmaması gerekiyor. Kendi altındaki polislerin ayaklandığını görüyoruz. Mesele Peker mi? Hayır çünkü Soylu, içişleri bakanlığını üç kişiyle yönetiyor. Burada bir çatışma olmaması imkansız zaten. Hele bu kadar yıpranmış bir isim. Belki Sedat Peker doğru söylemiyor, iftira atıyor. Bilmiyoruz ama soruşturmanın selameti açısından görevden alınması bir devlet geleneğiydi, olmadı. Bunun sonuçları da olacaktır.

Neden alınmıyor?

Süleyman Soylu Milli Görüş’ten gelen biri değil, farklı bir ekibi var, farklı bir ajandası, yol haritası var, MHP’nin güçlü bir desteği var Soylu’ya. Hepsini bir kenara bırakın, başkanlık seçiminde en az 3-4 puan alabilecek bir isim. O puanları da kimden alacağı belli. Yanına Davutoğlu’nu ekleyin, Babacan’ı ekleyin, baya bir parçalanıyor o zaman. Soylu’yu görevden alırsanız bu riski de alırsınız. Diğer yandan, güvenlik bürokrasisine hakim bir İçişleri Bakanından söz ediyoruz. Kendisi söylüyor zaten “bizim bildiklerimiz” diye. Şu anda iktidarın söylemine karşı Peker’in söylemi var. Hem siyaset bilimi hem sol siyasal literatür bu olayı kapitalizmin bir veçhesi, mafya vs. gibi açıklıyor ama ben bu açıklamanın artık yetersiz kaldığını düşünüyorum. Suçun kamuda bu denli içselleşmesini ve toplumda karşılık bulmasını yeni bir bakışla, yeni kavramlarla analiz etmek gerekli. 

Nasıl bir bakış açısı?

Klasik büyük burjuvazi devletle birlikte onlar da mafyayla birlikte, kapitalizmin yeniden üretimi için suç da işliyorlar, ağaç da kesiyorlar, adam da öldürüyorlar şemasının ötesinde bir durum. Hakkari’den uyuşturucu gönderen adam İstanbul’a vardığında şükür namazı kılıyor. Toplumda aileleriyle birlikte en az 500 bin kişi suç ekonomisinin içinde ama daha büyük bir kesim de bu ilişkilere, bu figürlere saygı duyuyor. Öte yandan organize suç bir yerel siyaset biçimi olarak da görülebilir. Bir suç organizasyonuna katılıyor ve ondan ücret, kar, faiz ya da rant üzerinden çalınanı katmerli olarak geri alıyor. Refah, saygı ve güç elde ediyor. Meksika’da da Kolombiya’da da var bu model, Türkiye’de de. En tehlikelisi Sedat Peker bir rol model oluyor. Çok zor değil bu işlerin çözümü ama birkaç ayağı var. 

Nedir o ayaklar?

Yargı bağımsızlığı, siyasetin finansmanının şeffaflığı, bağımsız medya ve ifade özgürlüğü. Gazeteciye dokunulduğunda dokunan eli kıracak bir hukuk düzeni.

Millet İttifakı’nın meseleyi sandığa, seçime havale etmesiyle ilgili görüşünüz ne? Bu tutumun, meselenin bahsettiğiniz halk iradesini arkaya alarak çözümünün önünü tıkadığı yorumlarına ne dersiniz?

Doğru. Çünkü muhalefet partileri bu sistemin bir parçası. Bu çürümüşlük ona da dokunuyor. KRT’de çalışan gazeteci Çağdaş Ulus’u işten attılar. Niye? Hadi Özışık kardeşler Ataşehir, Bakırköy ve Maltepe belediyelerinden neden para alıyor? Süleyman Soylu ile aracılık mı yapıyor?​” diye sorduğu için.

BİR KIVILCIMA BAKIYOR HER ŞEY

Siyasetten bürokrasiye, emniyetten orduya, sermayeden Ağar, Çakıcı, Eken Peker gibi aktörlere, güç odaklarının birbiriyle kavgasında, çatışmaların finalini mi izliyoruz, yoksa yeni mi başlıyor?

Peker’in açıklamaları yargı ve güvenlik bürokrasisinde bir şeyleri harekete geçirirse bu başlangıç olabilir. Alternatif medyada, sosyal medyada ayağa kalmış bir kamuoyu var. Cesaret var artık. Bununla tamamlandığında final değil de, başlangıç olacak. Peker’in 30-40 video yapabilecek bilgiye sahip olduğunu düşünüyorum. Önemli olan ama bunun davalara dönüşmesi. Erdoğan Soylu’ya sahip çıkıyor, soruşturmaların önünü tıkıyor, yargı harekete geçmiyor fakat bakın bir yerden kopuyor. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Peker’in tweetlerini engelledi. Fakat bugün yargıladığı adamın bürosunda parti yaparken videosu yayınlandı. Peker değil, CHP milletvekili yayınladı. O hakimin orada kalmaması gerekir. O düştüğünde, diğeri düştüğünde tuğlalar eksildiğinde duvar yıkılmaya başlayacak. Çok iyimser bulunabilir ama Türkiye de Gezi var, daha önce 1908 İkinci Meşruiyet var. Böyle baktığınızda Türkiye belli bir birikime, belli bir geleneğe, belli bir eğitime sahip. Bir damar var. Tamam çok dip noktalardayız ama o kadar da değil, bir kıvılcıma bakıyor her şey.

ÖNCEKİ HABER

Yılın ilk dört ayında 298 bin kişi borcundan dolayı yasal takibe düştü

SONRAKİ HABER

CHP’li Nazlıaka Şenyaşar ailesini ziyaret etti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa