13 Haziran 2021 00:58

Yeşiller iktidara doğru: Ne kadar yük atarsan o kadar yükselirsin!

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta: Almanya'da Yeşiller'in iktidar yürüyüşü, Fransa'da sendikaların mücadele takvimi ve İngiltere'de Johnson hükümetinin uluslararası yardımları kesme kararı var.

Birlik 90/Yeşiller logosu

Paylaş

Almanya’da bu yıl süper seçim yılı: Çeşitli eyaletlerdeki eyalet parlamentosu seçimleri sonrası eylül ayında Federal Meclis seçimleri yapılacak. Seçimlerin yükselen yıldızı Yeşiller partisi. ’80’li yıllarda savaş karşıtı, göçmen dostu, kadın erkek eşitliği ve yurttaşlık hakları temelinde ve bu konuda var olan hareketlerin desteğiyle kurulan parti şimdi burjuvazinin güvendiği parti hale geldi. Bunu prensiplerinden adım adım vazgeçerek gerçekleştirdi. Süddeutsche Zeitung’tan Heribert Prantl, Yeşiller’in yükselişini balon yolculuğuna benzetiyor: Ne kadar yük atarsan o kadar yükselirsin!

Fransa’dan çevirdiğimiz yazı haziran ayı boyunca yaşanacak mücadeleleri konu ediyor. Genel İş Konfederasyonu -CGT’nin merkezi yayın organı Ensemble’da yayımlanan yazı, hükümetin sosyal gerileme tasarılarına karşı mücadelelerin kısmi kimi başarılar elde ettiğini ve mücadelenin daha da ilerlemesinin önemine vurgu yapıyor.

İngiltere’nin G7’ye liderlik ettiği ve dünya lideri ülkelerden biri olduğunu iddia etmeye devam ettiği bir dönemde uluslararası yardım harcamalarını kesme planından vazgeçmeyen Boris Johnson, hem kendi partisi hem de ilerici parti ve kurumlar tarafından eleştiriliyor. Yine parlamento ve yasalara karşı duyarsızlığını gösteren hükümetin özellikle salgın sürecinde atacağı bu adımın dünya çapında yoksul ülkelerde etkisinin yıkıcı olacağı belirtiliyor.

 

 

ALMANYA’DA YEŞİLLERİN YÜKSELİŞİ: ESKİ İDEALLER ARTIK SADECE YÜK

Heribert PRANTL
Süddeutsche Zeitung

Balon yolculuklarında yükselme, sürekli yük atarak gerçekleşir. Almanya “Die Grünen”/Yeşiller partisi bu prensibi kopyaladı. Yük ata ata inanılmaz yüksekliğe erişti. Balon yeşil, üzerinde iklim korunması yazıyor ve yükseliyor da yükseliyor. Eylül ayındaki Federal Meclis seçimlerinde bugünkü tahminler gerçekleşirse, bir sonraki mecliste eskisi gibi 67 değil iki yüz Yeşil milletvekili olacak.

Yük atılması 22 yıl önce başladı. Yeşiller, pasifizmlerine veda ettiklerinde Alman Silahlı Kuvvetlerinin Kosova savaşında konuşlandırılmasını kabul ettiklerinde Yeşillerin Fischer’i, Schröder-SPD ile kırmızı-yeşil federal hükümeti kurmuşlardı. Yeşillerin meşhur sloganı silahsız barış yaratmak artık yüktü ve balondan atıldı. Bombardımanı savunanlar gerçeği görüp hayallerden uzak bir politikadan söz ettiler. Bugünün gerçeği, iki parti liderinden biri olan Robert Habeck’in Ukrayna’ya silah sağlanması çağrısında bulunması. Kırk yıldan fazla bir süre önce Yeşiller Partisinin beşiğinde duran barış hareketinin artık partide yeri yok.

Son zamanlarda sivil haklar aktivistleri, insan hakları ve sığınmacı grupları, doğrudan demokrasinin dostları, eleştirel polislerden nükleer savaşa karşı doktorlara ve genetik eleştirmenlere kadar birçok küçük sivil toplum örgütü için durum böyle. Onların sorunları Yeşil Parti liderliğinin sorunu değil. Temel haklar, hukukun üstünlüğü, demokrasi -bunlar hâlâ yeşil tabanda bir rol oynuyor, ancak Yeşil Başbakan Adayı Habeck ve Annalena Baerbock için değil; seçim programı taslağında bu sorunları bulmak için büyüteç kullanmak gerekiyor. Parti liderliği, “mülteci koruması” gibi bir sözün seçmenleri ürkütebileceğinden korkuyor.

Balon yolculuğunda, atılan balast su ve kumdan oluşur. Yeşiller söz konusu olduğunda, önceki temel talepler ve uzun süredir devam eden temel kaygılar atılıyor. Yeşillerin çok geç farkına varmaları mümkündür, çünkü iklim savunusu her şeyi gölgede bırakıyor, ancak balast değil, prensip  atıyorlar. SPD bunu Hartz IV ile yaptığında ve sosyal adaleti bir kenara attığında yükselişe geçmedi düşmeye başladı.

Yeşiller yönetimini işçi sorunları ilgilendirmiyor. Yeşiller yönetiminin karbondioksit emisyonunun azaltılmasına bağlı olabilecek fiyat yükselmelerine karşı yoksulun yanında yer alan bir konsepti yok. Yeşiller yönetimi orta tabakanın partisi olma konusunda iddialı. Yeşiller yönetimi gösteri hakkıyla ilgilenmiyor. Varsa yoksa iklim korunması, iklim bir korunsun tüm sorunlar çözülür!

Yeşiller partisinin dört kuruluş hikayesi, dört kökü var(dı): Birincisi, ekoloji, ikincisi, pasifizm, üçüncüsü, sivil haklar, dördüncüsü, kadın hareketi. İki kök bodur ve solmuş, diğer ikisi canlı - ekoloji ve eşitlik. Başka bir şey yok. Büyük iktidar partisi olmak isteyen bir parti için bu yeterli mi? Kapsamlı bir demokrasi ve hukuk politikası onlar için bir rol oynuyor mu, iç güvenlik politikası hangi rolü oynuyor? Yoksa “İklim için savaşan her yerde başarır!” sloganı partinin ana sloganı mı oldu?

Yeşiller şimdi büyüyor, sık sık söylenir, vahşi yılları ne kadar geride bırakırlarsa ne kadar unuttururlarsa o kadar başarılı olurlar. Ancak bir partinin karakterini klasik iç politika belirler. Almanya’yı 35 yıldır Yeşiller yönetiyor. Bu süre zarfında hiçbir yere içişleri bakanı atamadılar. Yeşillerin liberallik konularında rekabet ettiği FDP burada kesinlikle önde: Hans-Dietrich Genscher federal hükümette liberal bir içişleri bakanıydı, Werner Maihofer ve Gerhart Baum da liberal bir içişleri bakanıydı, Burkhard Hirsch aynı zamanda çok liberal bir içişleri bakanıydı.

Ve Yeşiller? Seçim program taslağında entegrasyon konusunu Federal İçişleri Bakanlığından almak ve bunun yerine sosyal uyum için ayrı bir bakanlık kurmak istediklerini beyan ediyorlar. Bu, sorumluluktan ve günlük güvenlik politikasının zorluklarından yeşil bir kaçıştır sadece. Bu konuları genel iç ve güvenlik politikasından ayıramazsınız, bir bütündür.

(Çeviren: Semra Çelik)

 

 

MÜCADELENİN İLK BAHARI

Nawel BECHLIKHA
Ensemble/Başyazı

Karışık bir dönem yaşıyoruz. Buna rağmen birçok sektörde mücadeleler devam ediyor: Sağlık, enerji, kamu hizmeti, postane, sanayi… Bu sektörlerdeki sendikalar, yürütülen mücadelelere bağlı olarak CGT’nin kampanya taleplerini öne çıkartabildiler: Ücretler, istihdam, haftalık 32 saat, kamu hizmetinde yüzde 10, sosyal koruma… Bu kriz hiçbir zaman olmadığı kadar bu sorunlar için mücadele etmenin aciliyetini ve CGT’nin de bu talepler için mücadeleyi ilerletmeye hazır olduğunu ortaya koydu. Ve bu mücadelelerin ilk baharında gerçek bir sosyal gerileme anlamına gelen birçok “reform”a karşı mücadeleler de devam ediyor ve zaferler elde ediliyor. Bu sosyal gerilemeler içinde tüm sendikaların mücadele ettiği işsizlik ödentisi “reformu”nun altını çizebiliriz. Mücadele daha bitmiş de değil. Sendikalar, kamuoyunun çoğunluğun desteğini alarak, ortak bir cephe içinde meseleyi Danıştaya taşıdı. Global Güvenlik Yasası’na karşı önemli mücadele örneği de verebiliriz, zira bundan dolayı Anayasa Mahkemesi bu yasayı kısmen de olsa engelledi, özellikle de (polisleri videoya çekmeyi yasaklayan) eski 24. maddesi ve gösteriler esnasında polislerin kamera için drone kullanmasını yasallaştıran maddeler iptal edildi.

Paris Komünü’nün yıl dönümünde bu mücadeleler sendikal çevreleri aşarak geniş kesimi bir araya getiriyor ve “eski dünya”yı aşma ve yeni sosyal ilerlemeleri kazanma konusunda kararlılığı da ortaya koyuyor. Bu çerçevede haziran ayı boyunca birçok mücadele günü belirlendi: 12’sinde özgürlük için ve aşırı sağın düşüncelerine karşı eylem günü, 15’inde kamu hizmetini savunma ve 22’sinde sektörler arası mücadelelerin birleşmesi hedefiyle mücadele ve eylem günü. Bu eylem günlerinde alanlarda buluşalım ve mücadelenin ilk baharına en geniş kesimle katılalım.

(Çeviren: Nihat Polat)

 

 

JOHNSON HÜKÜMETİ RÜŞVETÇİ OLDUĞU KADAR ACIMASIZ DA

Terina HINA
Counterfire

Boris Johnson erken yaşlardan itibaren kral olmak istedi. Belki de bu, parlamenter demokrasiyi hor görmesini açıklıyor. 2019’da Brexit’e giden yolda parlamentoyu yasa dışı bir şekilde görevini yapamaz kılmaya çalışmıştı ve şimdi de milletvekillerinin uluslararası yardım kesintileri konusunda anlamlı bir oy kullanması gerektiğine açıkça inanan Avam Kamarası (parlamentonun alt kanadı) başkanına meydan okuyor.

Hükümet, 2019 manifesto taahhüdünün bir parçası olan yardım harcamalarını GSYİH’nın yüzde 0.7’sinde tutma sözüne ve bu kanunda yazılı olmasına rağmen, yardım bütçesini 4 milyar sterlin azaltmayı planlıyor.

Dünyanın en fakir ülkelerinden bazılarında bu, küresel salgınla başa çıkmakta zorlandıkları bir zamanda yıkıcı kesintilere dönüşecek. Mülteciler susuz kalacak, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetle mücadele eden projeler ve cinsel sağlık ile halk sağlığı programları kapatılacak ve savaşın harap ettiği Yemen’de insani yardımın yüzde 56 oranında kesildiği görülecek.

Save the Children (Çocukları Koruyun) çocuk vakfına göre, kesintiler yetersiz beslenme programlarının yüzde 80 gibi şaşırtıcı bir oranda kesilmesiyle sonuçlanacak ve on binlerce çocuğu aç ve açlık riskiyle karşı karşıya bırakacak. Hayır kurumları, yardım kesintilerinin en yoksul ve en savunmasız olanları en çok etkileyen “ölümcül bir güç” olacağını iddia etti. Sonuç olarak yüz binlerce önlenebilir ölüm olacak.

Britanya’nın Küresel Güney’i yoksullaştırmadaki tarihi rolü, yurt dışında devam eden feci askeri müdahaleleri ve Boris Johnson’ın aşı patentinden muafiyet umutlarını engellemekteki kararlılığı göz önüne alındığında, zaten yetersiz olan dış yardım bütçesini kesmek aşırı bir karardır. Daha da önemlisi, kesintiler yoluyla tasarruf edilecek para miktarı, hükümetin geçen yıl tehlikeli sözleşmelerle Muhafazakar partinin arkadaşlarına verdiği milyarlarla karşılaştırıldığında çok küçük.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde milletvekilleri mutlu değiller ve her zamanki sadık Muhafazakarlar bile kesintileri “ahlaki açıdan yıkıcı” olarak nitelendiriyor. Muhafazakar Parti Milletvekili ve Brexit Eski Bakanı David Davis “yıkıcı” olarak nitelendirirken eski Muhafazakar Parti Uluslararası Kalkınma Sekreteri Andrew Mitchell, Johnson’ın eylemlerinin hem “Etik olmayan hem de yasa dışı” olduğunu iddia ederek darbeye karşı direniyor. Eski Başbakan Theresa May de önerileri kınayanlar arasında.

Avam Kamarası Başkanı Sir Lindsay Hoyle, kesintilerden hükümeti U-dönüşüne zorlayacak bir değişikliği engellemek için parlamento kurallarını kullanmıştı. Ancak, yasal kararının ardından Meclis Başkanı, hükümete karşı, Muhafazakar isyancılarını acil bir tartışma için başvurmaya teşvik ettiği öfkeli bir saldırı yayımladı. Yaptılar ve tartışma salı öğleden sonra gerçekleşti. Hoyle, hükümetin milletvekillerine konuyla ilgili bağlayıcı bir oy fırsatı vermesini beklediğini de açıkça belirtti. Ne de olsa hükümetin kesintileri önermesinin üzerinden 6 ay geçti ve şimdi anlamlı bir tartışmanın yapılması aciliyet olarak görülüyor.

Ancak acil durum tartışması başlamadan kısa bir süre önce Downing Street, oylamaya izin verme niyetlerinin olmadığını açıkça belirtti. 80 sandalyeli çoğunluğa sahip bir hükümet için utanç verici derecede büyük bir farkla kaybedecekleri bir oylama.

Bunun yerine, Parlamento üç saat boyunca genellikle sadık Muhafazakar milletvekillerinin önemli sayıda kendi hükümetlerine saldırdığına tanık oldu. Ancak seyahat yönünü değiştirme olanağı yoktu. Theresa May, kesintilerin “Dünyanın en yoksulları üzerinde yıkıcı bir etkisi olacağını” modern köleliği sona erdirmek için küresel fonu ve İngiltere’nin uluslararası toplumdaki konumunu baltalayacağını söyleyerek tartışmaya öncülük etti.

Bu tartışmanın G7 zirvesi öncesinde yer alması derinden utanç vericiydi, İngiltere’nin emsalleri arasında tek olması daha da göz alıcı: Fransa yüzde 0.7 BM hedefini benimsiyor, Almanya bunu aşmaya hazırlanıyor ve ABD yardım harcamalarında 14 milyar dolarlık bir artış istiyor. Küresel bir salgın sürecinde yardım harcamalarını kısma zamanının geldiğini düşünenler yalnızca Boris Johnson ve Maliye Bakanı Rishi Sunak iktidarı altındaki Birleşik Krallık’tır. İşte küresel Britanya.

İsyancılar çabalarından vazgeçmiş değiller. Yasal bir meydan okumayı düşünüyorlar, bir Lordlar Kamarası (parlamentonun üst kanadı) müdahalesini düşünüyorlar ve ABD başkanını G7 zirvesi sırasında Johnson’a baskı yapmaya teşvik ettiler. ABD kongresinin bir dizi kıdemli Demokrat üyesi de Başkan’dan İngiltere’yi tekrar düşünmeye teşvik etmesini istiyor.

Parlamentonun söz sahibi olması için yapılan çağrılar daha da yükselecek ve aklı başında her hükümet bunu dinleyecektir. Andrew Mitchell, “Yürütme meclise karşı sorumludur... ve bu, yürütmenin Kral I. Charles ya da Boris Johnson tarafından yürütülüp yürütülmediğine bakılmaksızın, her koşulda geçerlidir” demiştir. Kral Charles’ın zorla öğrendiği gibi, parlamentoyu görmezden gelmenin bir bedeli var ve 80 sandalyeli bir çoğunluk bile yeterli koruma sağlamaz.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

CHP'li Mehmet Güzelmansur: İcra dosyası 1 yılda 1,8 milyon arttı

SONRAKİ HABER

İşçi sınıfının görünmeyenleri çocuk işçiler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa