Emekçiler ve tatil
Ömer Furkan Özdemir, emekçilerin dinlenme ve tatil hakkı üzerine yazdı.
Fotoğraf: Pixabay
Ömer Furkan ÖZDEMİR
Yaz mevsimi, normalleşme, kademeli normalleşme, “mekanların açılması”, aşılamanın “ilerlemesi”, “vakaların düşmesi”, “tatil” reklamları… Son günlerde iç içe geçen ve günlük hayatımızın da içine yerleşmeye başlayan bu açıklama ve adlandırmalar, “pandemi yorgunluğu”nda milyonlarca yurttaşın “Bir nefes alabilme” ihtiyacına seslendiği için karşılık bulabiliyor ve dinlenme/tatil hayallerimizi canlandırıyor.
Sağlık Bakanı, hemen her gün Twitter’dan paylaştığı ve “Bu güce güvenin” cümlesiyle bitirerek hükümetin yönetemediği pandemi sürecinde kaybettiği güveni bir tür yeniden kazanma umudu taşıdığı aşikar olan mesajlarıyla pandemide bir yandan sosyal destekten yoksun diğer yandan yasak ve kısıtlamalarla yorgun düşmüş yurttaşlara nefes alabilecekleri günlerin yakın olduğu müjdesini vermeye çalışıyor. Pandemi yönetimini eline yüzüne bulaştırmış ve sermayeye zeval gelmemesinden başka bir derdi olmadığını, halktan esirgenen sosyal destek paketleriyle itiraf eden bir hükümetin bakanının bu sözlerinin de boş laftan ileri gitmediğini günbegün yaşayarak görüyoruz. Cumhurbaşkanının “Süratle bir turizm atağı, bir turist atağı inşallah başlayacak” sözleri ise hükümetin önceliğinin, pandemide işsiz kalmak ile hasta olma riskiyle çalışmak ikilemine sıkıştırılan, ölümüne döndürülen çarklar arasında sıkışan emekçilerin hiç olmazsa bir nefes alabilmek için uygun fiyatla nitelikli tatil yapabilmeleri için gereken koşulları sağlamak olmadığını, aksine, bir ekonomik sektör olarak turizme ve yurt dışından gelecek turistlere umut bağlamış bir ekonomi-politikasından başka bir formülleri olmadığını gösteriyor.
Pandeminin her şeyden önce sınıfsal bir yüzü olduğunu gördüğümüz geride kalan 1.5 yılı aşkın bir sürede emekçilerin büyük çoğunluğu, çarkların dönmesi uğruna hastalıkla iç içe çalışmaya devam ettiler. Uzaktan/evden çalışan emekçiler, kendilerini, evlerin içerisini ele geçiren bir tür işyerleri simülasyonuyla çalışma süresinin sınırlarının neredeyse tamamen kaybolduğu bir çalışma rejiminin içerisinde buldular. Milyonlarca işçi ise sözde işten çıkarma yasağına rağmen fiilen işsiz kaldı. Emekçiler, sırtlarına yıkılan pandeminin yükü altında ezilirken, dinlenme ihtiyacı, “tatil” ise bir nefes ihtiyacı gibi orada duruyor.
İŞÇİ SINIFI VE DİNLENME HAKKI
Dinlenme hakkı… Durmaksızın çalıştırılan milyonlarca emekçinin en temel haklarından birisi. İşçi sınıfı ve emekçilerin 200 yılı aşkın bir süredir sürdürdükleri insanca yaşam ve çalışma koşulları mücadelesinin en önemli talebi kuşkusuz çalışma sürelerinin sınırlandırılmasıydı. Günlük çalışma sürelerinin 8 saatle sınırlandırılması talebi, son 40 yıla damgasını vuran neoliberalizmin saldırılarıyla yeniden güncelliğini koruyan bir talep olmakla birlikte (Ve aslında ekonomik potansiyel ve emeğin verimliliği açısından bugünün koşullarında 7 ve hatta 6 saat olarak savunulabilecekken) 20. yüzyılın en önemli kazanımlarından birisiydi. Bu talebin temel gerekçesi olan dinlenme hakkı (8 saat işgünü / 8 saat uyku / 8 saat canımız ne isterse), günlük periyodun yanı sıra ve onunla paralel olarak haftalık ve yıllık dinlenme (tatil) hakları olarak da işçilerin talepleri arasında yer aldı. Haftada 1 gün tatil hakkını tarihsel bir kazanım olarak elde eden (ve hatta bunu 1.5 ve 2 güne çıkarabilen) işçi sınıfı, 20. yüzyıl itibariyle, bugün yıllık izin olarak bildiğimiz yıllık tatil hakkını da elde etmişti. Dünyada günlük çalışma süresini 8 saatle sınırlayan ilk ülke olması ve zamanla 7 saate indirmesi, hafta tatilini 1967’de 2 güne çıkarması, 1 aylık yıllık izin süresi ve bu uygulamaların -dünya çapında ve özellikle kıta Avrupa’sındaki işçi sınıfı mücadelelerinin kazanımlarının karşılığı olan- 2. Dünya Savaşı sonrasında birçok Avrupa ülkesindeki sosyal politika uygulamalarının gelişimini de etkilemesi bakımından Sovyetler Birliği deneyimi, işçi sınıfının kazanımlarının zirvesi oldu. 20. yüzyıl sonlarıyla birlikte önce fiilen ve yasaların arkasından dolanarak hayata geçirilen ve ardından yasaların delinmesi ve değiştirilmesiyle kılıfı yaratılarak dayatılan esnekleşme ve esnek çalışma biçimleri, işçi sınıfının çalışma sürelerinin sınırlandırılması ve dinlenme haklarına dair bu tarihsel kazanımlarının gasbedilmesinin de önünü açtı. Günlük çalışma sürelerinin artması, hafta tatilinin -giderek yaygınlaşan bir şekilde- haftanın herhangi bir gününe denk getirilmesi ve yıllık izin hakkının fiilen kullanımının engellenmesi gibi uygulamaların yaygınlaşması şeklinde karşımıza çıkan tablo, her geçen yıl daha da ağırlaştı.
İŞÇİLER TATİL YAPAMIYOR
Hatırlanacaktır: Disk-Ar’ın 2017 yılında işçilerle görüşerek gerçekleştirdiği ve 2018 yılında açıkladığı “Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği” raporuna göre Türkiye’de her dört işçiden birisi hiç yıllık izin kullanmıyordu. Kayıt dışı çalıştırılan işçilerde bu oran her iki işçiden birisinin hiç yıllık izin kullanamaması, yani hiç tatil yapamadan çalışmaya devam etmek zorunda kalması olarak karşımıza çıkıyordu. Yıllık izin kullanabilen işçilerin ise nerdeyse yarısı (yüzde 42) yıllık izinlerini evde geçiriyorlardı. Araştırmaya göre yıllık izin kullanan işçilerin yalnızca 1/3’ü “tatil” yapabiliyordu. Ve geliyoruz en önemli sonuca: İşçiler bu sorunu “çalışma hayatının en önemli sorunu” olarak görmüyorlardı. Çünkü araştırmaya katılan işçilere göre en önemli sorunun düşük ücret ve işsizlik olduğunu gördüğümüzde, işçilerin deyim yerindeyse tatil gibi bir lüksleri olamıyordu. Böylece dinlenme hakkı gibi en temel işçi haklarından birisi, işçiler için ulaşılamaz bir hale gelmiş durumda. Bu araştırmanın üzerinden geçen 4 yıla, pandemi sürecinin emekçiler açısından yarattığı yoksulluk ve yorgunluğu da eklediğimizde bugün tatil hakkı hem acil bir ihtiyaç olarak oracıkta dururken hem de düşük ücretler ve yüksek fiyatlar makasıyla Kaf Dağı’nın ardı kadar uzak görünüyor. Şöyle ki bugün tatil beldelerindeki “en ucuz” otellerin (sadece oda) fiyatları ortalama 250-300 TL’den başlıyor. Konumuna göre deniz kıyısına ya da yeşil alanlara kilometrelerce uzaktaki bu otellerde evli ve 2 çocuğu olan asgari ücretli bir işçinin “tatil” yapabilmesi için pandemi sürecinde iş ve gelir kaybına uğramamış olması, yıllık izin kullanabilmesi (Pandemi sürecinde yüz binlerce işçiye özellikle “kısmi kapanma” dönemlerinde zorla yıllık izin kullandırıldığını biliyoruz) tatil beldesine gidiş-dönüş yol bedeli, yeme-içme ihtiyacı için bir bütçe ve bunların üzerine de konaklama bedelini “biriktirebilmiş” olması gerekiyor. Yani, yıllık iznini kullanabilen emekçiler için evde kalmak ve/veya (varsa) aile-akraba ziyaretleri dışında bir tatil seçeneği piyasanın insafına bırakılmış olarak gasbediliyor.
O halde bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olan tatil hakkımızı, insanca yaşanabilir bir gelir ve iş güvencesiyle birlikte ısrarla talep etmemiz gerekiyor. Emekçilerin sadece düşük ücretle ve daha fazla çalıştırılarak veya işsiz kalarak değil, dinlenme hakkının da elinden alındığı kölelik düzenine mahkum edilmeye çalışılarak pandeminin faturasını ödemeye zorlandığı bir ülke ve dünyada faturayı asıl sahiplerine, sermayeye ödettirebilmek için yüksek sesle ve birleşe birleşe haykırmak gerekiyor: Herkese güvenceli iş, insanca gelir ve tatil istiyoruz!