18 Haziran 2021 04:51

İran rejiminin seçimi: Bu seçimde adaylar yok, rejimi onarma çabası var

Rejimin uygun gördüğü 4 “aday” seçime giriyor. Bunlara aday demek bile yanlış. İran rejimi gerekli gördüğü iç bütünleşmeyi oluşturmak için kendi seçimini tek adaya yönelik yaptı: İbrahim Reisi.

Fotoğraf: Fatemeh Bahrami/AA

Paylaş

E. Ava
İstanbul

İran İslam Cumhuriyeti’nde bugün cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleştiriliyor. Rejimin tercih ettiği adayın tüm rakiplerini ortadan kaldırma davranışı, öze geri dönme ve mevcut çatlakları onarma çabasına dayanıyor. 500’ün üzerinde başvurudan geriye rejimin uygun gördüğü 4 “aday” seçime giriyor. Bunlara aday demek bile yanlış. İran rejimi gerekli gördüğü iç bütünleşmeyi oluşturmak için kendi seçimini tek adaya yönelik yaptı diyebiliriz: İbrahim Reisi.

Bu nedenle, Güç Bloku (Bizim Usulcüler dediğimiz, burada Muhafazakarlar olarak adlandırılan blok) içindeki son seçim operasyonları, büyüyen hegemonya krizine yanıt olarak uzun vadeli bir süreçtir ve beklenmedik bir olay olarak görülmemelidir.

İslam Cumhuriyeti’nin krizlerle kuşatıldığı bu durumda, uyum ve entegrasyon ihtiyacı nedeniyle, nükleer müzakereler sonucunda ABD ile olası yeni anlaşmalar da bu konuda savunma siperidir desek yanılmış olmayız.

İçeride halkın yükselen öfkesine karşı rejimin, örneğin aralık 2019 ve kasım 2017’de ülke çapındaki protestolarda sokakların ve meydanların yollarını tekrar bulan halkı ağır baskıyla ve binlerce ölümle bastırmaya çalışması yeni bir mekanizma değildi. Ancak medyaya yansımayan yönü her gün işçilerin, emekçilerin, memurların, öğretmenlerin, öğrencilerin protestolarının her ilde devam ettiğiydi.

Yedi Tepe şeker kamışı işçileri yıllardır sürdürdükleri mücadeleyi geçtiğimiz ay kazandılar örneğin. Çok sayıda tutuklu ve ölüm bile Yedi Tepe işçilerinin direnişine set olamadı ve fabrika özelleştirilemedi. İşte tam bu süreç rejimin eski bütünlük ihtiyacını arttırdı ve hükümet çatlaklarına onarım yolları aranmaya başladı.

HEGEMONYA KRİZİ

Son kırk yıldır, “İslam Cumhuriyeti” adı, siyasi analistler için kriz türlerinin kombinasyonu olarak ilişkilendirildi. Böylece hayatı boyunca, rejim, karşılaştığı krizlerin türüne, kapsamına, doğasına ve ciddiyetine göre gerektiğinde net bir şekilde ayrıştı ve birleşti diyebiliriz.

İran rejiminin krizini, siyasi sisteminin çürümesi ve işlevsizliğinden kaynaklanan ve onun siyasi ve sosyal istikrarını ve dengesini bozabilecek iç istikrarsızlık olarak ele alabiliriz. Bu çürümüşlüğün etkenleri içinde, halkın rolü, ülkenin Ortadoğu’daki konumu ve ABD’deki tutum değişiklikleri belirli çizelgeler oluşturuyor.

Yapısal bir kriz olarak hegemonya krizi, İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ikizi olmuştur, öyle ki, 13 Şubat 1979’dan 20 Haziran 1981’e kadar olan ilk 2.5 yıl boyunca İslam Cumhuriyeti’nin içinde yer alanların bir kısmının tamamen ihraç edilmesine veya ortadan kaldırılmasına yol açmıştır. Ve bir sonraki aşamada, İran Devrimi’nin önemli isimlerinden Hüseyin Ali Muntazeri’nin görevden alınmasıyla birlikte (88-89 toplu idamlarına itiraz ettikten sonra istifaya mecbur bırakıldı ve 6 yıl ev hapsine mahkum edildi) ve Humeyni’nin ölümünden sonra liderliğe kadar uyum ve tekdüzelik hedeflendi ve öyle devam etti diyebiliriz.

İlk döneminde bile muazzam bir halk devrimi potansiyeline sahip olan İslam Cumhuriyeti’nin kurucusunun varlığı, dış burjuvazi dahil olmak üzere iktidar blokunun çeşitli hizipleri arasındaki çatışmalar için geniş bir fırsat sunuyordu. Bu süreçte din adamlarına, imamlara, Devrim Muhafızlarına ve güvenlik güçlerine hizipçilik için meydan verilmedi. Irak’la savaşı da, bitmesine 1 yıl kala, sistemde bir iç bütünleşme unsuru olarak etkili oldu.

Ancak Humeyni’nin 1989’da ölümü bu çelişkilerin sonraki yıllarda alevlenmesinde etkili oldu, İslam Cumhuriyeti’nin iktidar blokunda ideolojik hegemonyayı yeniden kurmaktan mahrum kaldığı söylenebilir. Bu boşluk, “İslam Cumhuriyeti”nin fraksiyonları ve çeteleri arasındaki çatışmanın kalıcı bir kriz şeklini almasının nedenlerinden biriydi.

İktidarın artık tahakküm altındaki toplumun farklı kesimlerini karşı karşıya getiremediğini söyleyebiliriz. Yaygın ve kanla bastırılan protestolarda toplumun farklı kesimleri arasındaki açık dayanışmada bu bariz görülmektedir. 200 kent, çok çeşitli kültürel, etnik ve dini protestoların yanı sıra uzun grevler zincirine, sendikal ve siyasi protestolara ve işçileri örgütlemek için yorulmak bilmeyen çabalarına tanık oldu. Baskı karşısında yeraltı birliklerinin kurulması toplumun büyük bir bölümünün sürekli politik atmosferin ve mücadelenin içinde olduğunu gösterir.

BUGÜNE GELİRKEN

Gelelim bu 40 yılda, göstermelik düzenlenen seçimlerden çıkan bazı güç çatlaklarının oluşmasına ve yeninden birleşme çabalarına…

İslam Cumhuriyeti’nin 40 yıllık yönetim deneyimi, Velayet-i Fakih (Özetle siyasi otoritenin dini liderde olması) rejiminin, güç bloku içindeki çatışmaları, rakip grupları ortadan kaldırmak, ekonomik ve siyasi pay vererek ortaklık yapmak ve nihayet rejimle uyumlu hale getirmek çabasını gösteriyor.

İslam Cumhuriyeti zaten iki tarihsel aşamada genişleme çizgisini kabul etmek zorunda kalmıştı, bunlardan ilki olan 1997’de Muhammed Hatami’nin iktidara gelmesi ciddi bir iktidar bölünmesine yol açtı.

Bu çatlak ve genişlemenin halk ayaklanmaları üzerindeki etkisi öğrenci protestoları ve hizipler arasındaki iç savaşlar olarak ortaya çıktı ve doruk noktasındayken 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mahmud Ahmedinejad, bu durumu onarma görevini aldı. İlk adımda başarılı olmasına ve rakip hizbi devirmesine rağmen, ikinci dönem yine iktidar blokunda temelde yeni çatlaklar yaratıldı.

2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde rejimin Batı ile nükleer bir anlaşmaya varmak için nükleer programından geri adım atması ve Hatami, Hasan Ruhani ve Haşimi Rafsancani’nin, yani reformistlerin öne çıktığı bir süreçten bahsedebiliriz. 

Ancak Ruhani’nin cumhurbaşkanlığının ikinci dönemi, özellikle Donald Trump’ın seçilmesinin getirdiği jeopolitik değişikliklerin etkisi altında rejim içindeki çatışmaları o kadar yoğunlaştırdı ki, bu kez Hamaney ve diğer rejim liderleri, restorasyon isteklerini gizlemediler.

TRUMP DÖNEMİ

Donald Trump’ın halkın içinde destek bulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bir Yedi Tepe işçisi, “İran rejimini baskı altına alan her güç işimize yarayacaktır. Trump’ın politik yararcılıkla bunu yaptığı aşikar ama bu bizim işimize yaradı. İran rejiminin zayıflaması bizim birleşmemize ve yeniden sokağa çıkmamıza zemin sağladı. Biz ambargo altında eğilmeyi bile kabul ediyoruz yeter ki rejim çıkmaz sokakta sıkışsın ve bizim de kendi işimize bakmamıza ve örgütlenmemize fırsat doğsun” diyordu.

İslam Cumhuriyeti’nin şu anki içler acısı durumda istediği şey, nükleer yaptırımların anlamlı bir şekilde kaldırılması ve petrolün serbest satışı yoluyla parasallaştırılmasıdır. Ancak ABD liderliğindeki Batı daha fazlasını istiyor; füze projelerinin iptali, bölgesel müdahalenin sonu, terörist gruplara desteğin çekilmesi. İslam Cumhuriyeti’nin kendi iç çatışmalarını daha da alevlendirecek bir tür dışa açıklık ve temel stratejilerde değişim politikası benimsemek gerekiyor.

Bunun için de rejim tüm çatlakları ortadan kaldırarak sadece Usulcüler üzerinden seçim sürecini yürüttü. İbrahim Reisi, rejimin önemli isimlerinden ve 1988 politik idamlarının imzacılarından biri. Reisi hakkında reformistler tarafından olumlu yazıların yazılması, çatlakları kökünden sökme politikasının yeniden başladığının göstergesidir.

"REJİME OY YOK"

Tüm bu sürece karşı halk kesimleri, çeşitli kampanyalar ve protestolar düzenleyerek “İran rejimine oy yok” diyerek sesini duyurmaya çalışıyor. Yoksulluğun had safhada yaşandığı, kovid-19 salgınının en çok can aldığı ülkelerden biri olan İran’da halkın, rejimi meşru bulmadığını ve seçilmiş kişiye oy vermeyeceğini gösterme mücadelesi dünya medyasında ne kadar yer aldı tartışılır ancak İran içinde dev kampanyalara yol açtı diyebiliriz.

Örneğin üniversitelilerin kampanyaları, işçilerin fabrikalarda yürüttükleri kampanya, kadın hareketinin yürüttüğü boykot kampanyaları oldukça güçlü ilerliyor.

Ancak en çarpıcı kampanya, çocukları İran rejiminin cezaevlerinde olan; çocukları idam edilerek, işkenceyle veya sokakta yaşam hakları ellerinden alınanların anneleri yürütüyor. 1992 senesinden bu yana anneler, “Oy mürekkebi, çocuğumun kanı” kampanyasını güçlü bir şekilde örgütlüyorlar.

Sonuç olarak, İran rejiminin meşru olmadığını, seçimin halk tarafından kabul edilmediğini ve tek yolun İran rejiminin devrilmesi olduğunun bu süreçte daha görünür olduğunu söylememiz mümkün.

ÖNCEKİ HABER

Adalet Bakanı Gül: Kim hangi belgeyi verecekse adliyelerin kapısı açıktır

SONRAKİ HABER

İzmir’deki HDP binasına saldırı nedeniyle Kobanê Davası yarına ertelendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa