13 Aralık 2012 16:04

Kuşatırken kuşatılan ülke!

İhsan Çaralan

Zorla indirilen Suriye uçağında AKP Hükümetinin havası, “Biz gerekirse gökte uçan kuşlardan bile hesap sorarız.”, “Bize dokunan bu bölgede, bir ucunda Rusya bile olsa adım atamaz” biçimindeydi.

İkincisi, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın 4 Aralık 2012 günü Erbil’e giden uçağına Irak Hükümetinin iniş izni vermemesi ve uçağın Erbil yerine Kayseri’ye inmek zorunda kalması ise Türkiye için tam bir aşağılanma durumuydu.

Her ne kadar Enerji Bakanı işi, “Iraklı bakanla Boğazda çay kahve içer işleri yoluna koyarız” pişkinliğine kadar götürdüyse de ortaya çıkan skandalı gözlerden saklayamadılar. Çünkü, ne Osmanlı ne cumhuriyet döneminde bir bakan, bir ülkeye giderken yarı yoldan döndürülmüştü. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Enerji Bakanı 37 ülkeden bakanların firmaların temsilcilerin katıldığı “Petrol ve Gaz Konferansı”na katılmak için Erbil’e gitmek için yola çıkıyor ama yarı yoldan geri dönmek zorunda kalıyordu.

Hem de bu aşağılanma durumu, kürsüye çıkan her yetkilinin; “Biz, bölgenin lider gücüyüz”, ”Biz bölgenin model ülkesiyiz”, “Biz elbette atalarımızın at sırtında gittiği her ülkeye bugün de gideceğiz” içerikli nutuklar haykırdığı bir dönemde yaşandı! *

YANLIŞ HESAPLAR BAĞDAT’TAN MI DÖNÜYOR?

Enerji Bakanı Yıldız’ın uçağının Erbil’e inişine izin verilmemesi elbette bir skandal, elbette büyük ve ilginç bir soru işareti ama bunlardan daha büyük bir ilginçlik ise aylardır Irak Hükümetine, “Irak yönetimi Sünni Arap halka zulmediyor” diye ağzına ne gelirse söyleyen, “... hesabını sorarız”, “... göz yummayız!” tehditleriyle tamamlanan açıklamalar yapan “Irak’ta, mezhepçilik ve petrol yüzünden iç savaş çıkacak” diye kehanetler öne sürerek Irak’ın bölünmesine çanak tutma anlamı çıkarılacak iddialar ortaya atan Başbakan Erdoğan ve Davutoğlu’dan ya da diğer zevattan “Bu nasıl olur, bunu bize nasıl yaparlar?​” gibi bir serzeniş bile duymadık.

Bu skandalvari olayın hemen arkasından, Irak Başbakanı Nuri el Maliki, psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş olmanın özgüveniyle, Hürriyet’te  yayımlanan uzun röportajında, “Türkiye’ye dostluk eli uzattığını” ilan etti. Bunu yaparken de Tarık el Haşimi’nin korunup kollanmasından, barındırılmasından Davutoğlu’nun Kerkük’e yaptığı “baskın ziyaret”e, Türkiye’nin Irak’taki Sünnileri desteklemesine kadar tüm anlaşmazlık noktalarını da sırladı. Bu eleştirilere de o ‘herkese ağzının payını veren’ üslubuyla konuşan Başbakan ve bakarından hiç bir yanıt gelmedi. Ve o günden beri de (10 gün oldu) Irak’a karşı hükmet cenahından bir “kem söz” işitilmedi.

Böyle olunca ister istemez; “Hükümet bugüne kadar izlediği yolun çıkmaz olduğunu anladı da yeni bir politika mı oluşturuyor; yanlış hesap Bağdat’tan mı dönüyor?​” sorusu büyüyen bir “yanıta” dönüştü.

AVA GİDEN AV MI OLUYOR?

Bu sessizliği nasıl yorumlayacağız?

Gerçekten AKP Hükümeti bir çıkmaz yola girdiğini fark etmiş de bundan dönüş manevrası mı yapmaktadır yoksa aynı yolda yeni ve daha güçlü girişimler yapma hesabı içinde midir; bunu yakın gelecekte daha açık göreceğiz. Ancak şu bir gerçek ki, Irak - Türkiye ilişkilerinin böyle sertleşmesi; Suriye ve İran’a yönelik Batı emperyalizmi kuşatması ve bu emperyalist planda Türkiye’ye biçilen rol Türkiye’yi son derece kritik bir noktaya taşımış bulunmaktadır.

Türkiye’ye patriot bataryaları yerleştirilmesini, tıpkı Kürecik “Füze kalkanı radarı” üssü gibi İran, sadece Suriye’ye yönelik değil kendisine yönelik de algılamaktadır. Bunu da İranlı yetkililer çeşitli vesilelerle açıkça ifade ettiler, ediyorlar.

Bu yüzden de Türkiye NATO’ya, Batıya daha çok yaklaşıp Batı emperyalizminin öncü gücü olarak davrandığı ölçüde İran’la ilişkiler gerilip bir krize dönüşme etkenleri daha da yükselmektedir.

Ve dahası ABD’nin İran’a yönelik ambargosunda diğer ülkelere verdiği süre de dolmaktadır ve Türkiye İran’dan petrol ve doğalgaz alımını durdurmakla yüz yüzedir.

Dolayısıyla İran’a yönelik Amerikan ambargosu İran’dan çok Türkiye’yi vuran bir silaha dönüşmüştür.

Ve Türkiye’nin Irak’la ilişkileri gerilirken Kürt Federe Devletiyle petrol alışverişini doğrudan yapması da Türkiye’nin Irak’la ilişkilerinde, “Sünni muhalefete destek” yanında ikinci bir gerilim unsur olarak yükselmesine yol açmıştır.

Türkiye ile Irak Hükümeti arasındaki gerilim, bir biçimde Irak’ın içine de yansımış, Kürt Federe Devleti ile merkezi hükmet arasındaki krizi daha da büyütmüş, Kürt güçleriyle Irak Hükümeti özel kuvvetleri elleri tetikte karşılıklı olarak mevziye girmiş bekleyen bir pozisyona girmişlerdir.

Bunun anlamı ise Türkiye’nin Irak’la olan doğalgaz ve petrol alımında da istikrarlı olmaktan çıkmasıdır. Yani enerji tedariki bakımından Türkiye, İran’la olduğu gibi Irak’tan aldığı petrol ve doğalgaz için de istikrarsız bir döneme girmiştir.

İKİNCİ UÇAK VAKASI: RUSYA’NIN HAMLESİ!

10 Ekim 2012’de Moskova-Şam seferi yapan bir Suriye uçağı Ankara Esenboğa Havalimanı’na zorunlu iniş yaptırıldı. İddia, uçakta,"Sivil uçuşlarda bildirim yapılması gerekip de olması meşru olan unsurlar dışında unsurlar olduğu" biçimindeydi. Ve Suriye ile zaten çok sert olan karşılıklı masaların yanında, Rusya’yla da karşılıklı sert açıklamalar yapıldı. Ama bir süre sonra tartışmalar yatıştı ve “Sorunu Putin geldiğinde enine boyuna konucağız” diyen yetkililer Putin’in gelişinin iki aya yakın bir süre ertelenmesiyle işi tavsattılar ve uçak konusu görüşmelerin tıkanmasıyla önlendi.

Ancak uçakla başlayan sert tartışma bazı gerçekleri göstermiş ya da bazı gerçeklerin hükmet tarafından dikkate alınmaya başladığı bir döneme denk gelmiş olmalı ki, Putin’in Türkiye ziyareti herhalde Rusya’nın son yıllarda yaptığı en büyük miktarlı ekonomik anlaşmalar hamlesi olarak gerçekleşti.

Başka bir söyleyişle ikinci uçak vakası ve Rusya ile Türkiye’nin doğrudan karşı karşıya gelmeleri, AKP Hükümetinin dış politikasının meyvelerini vermeye başladığı bir döneme denk geldi. Bu yüzden de Rusya ile yapılan 11 anlaşmayla Türkiye-Rusya arasındaki 30-35 milyar dolayındaki ticaret hacminin 100 milyar dolara varması amaçlanırken, Rusya’ya bir kaç ay önce kimsenin verileceğini beklemediği, “imtiyaz” düzeyinde tavizler verildi.

Örneğin, Türkiye’nin içinde yer almadığı, Nabucco’nun alternatifi olan Güney Akım’ın Türkiye’ye de bağlanacağını Enerji Bakanı Taner Yıldız açıkladı. İkincisi ise 30 miyar dolara varacak bir yatırım olan Akkuyu Nükleer Santrali ile ilgili Rusya’nın “vergi indirimleri” talebinin Türkiye tarafından kabul edildiği açıklandı. Rusya’ya tanınan bu önemli imtiyazların yanı sıra Rusya’dan “serbest doğalgaz alımı” anlaşması da bu vesileyle yapıldı.

Böylece Rusya, milyarlarca dolarlık bir ticaretle kendini eskisine göre çok daha avantajlı hale getirirken Türkiye’ye ise, Putin’in, “Biz Esad rejiminin avukatı değiliz” demesiyle, “Rusya Türkiye’nin Suriye politikasına yaklaştı” avunması kaldı.

Çünkü, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin yeni Osmanlıcı ve Amerikancı politikasının bir sonucu olarak, Irak ve İran’la enerji ithalat güvenliği ortadan kalkınca enerji bakımından Rusya’ya bağımlılığın yüzde 60’lardan 80’lere doğru tırmanması, Türkiye’yi Rusya’nın ekonomik her dayatmasın kabul etme çizgisine itmiştir.

GÜNEYDEN DOĞUYA TAM BİR KUŞATILMIŞLIK!

Irak ve İran’la ilişkilerdeki gerilimin sıcak odağı olan Suriye-Türkiye ilişkileri tartışmasız bir biçimde bütün bir güney sınırı boyunca her tür ekonomik faaliyeti engelleyen bir düzeyde seyretmektedir.

Kıbrıs’ın İsrail ve büyük Batılı petrol firmalarıyla Doğu Adeniz’de petrol aramasına girişmesi ve Türkiye’nin bölgeye girmesini yasaklanması, Akdeniz’in “zengin olduğu söylenen” petrol ve doğalgaz rezervlerinden pay alma konusunda Türkiye’nin dışlandığını göstermektedir. Ve Türkiye’nin bu konudaki tehditkar açıklamaları sadece kendisini daha zora sokmaktadır.

ABD ve Batı İran’a müdahale için bölgeyi silahlandırıp, Suriye ve İran’a müttefik olacak güçlere karşı bölge ülkelerini yeniden saflarını belirmeye zorlarken, Türkiye, “komşularla sıfır sorun” diye çıktığı yolda Suriye, Irak ve İran gibi enerji bakımından sıkı bağları olan, “sınır güvenliği” bakımından da son derece önemli komşularıyla çatışmalı bir sürece girerek, dünyanın bir dünya savaşını bile göze aldığı “enerji güvenliğini” tamamen ve kendi eliyle tehlikeye atmıştır. Ve şimdi güney ve doğusu düşman ülkelerle çevrili, enerji ihtiyacını tamamen Batı emperyalizmin çıkarları uğruna her an karşı karşıya gelebileceği Rusya’nın eline terk etmiş bir ülke haline gelmiştir.

Türkiye’nin Batı komşuları Yunanistan ve Bulgaristan’la ilişkileri ise olsa da olur olamasa da çizgisindedir!

ENERJİ VE SINIR GÜVENLİĞİNDE KRİZE DOĞRU!

Bir adım sonra Batı emperyalizminin “Rusya’yı güneyden kuşatma” planının bölgesel gücü durumuna gelecek Türkiye, şimdi gerçeğin kelime anlamıyla “dört tarafından kuşatılmış bir ülke” haline gelmiştir. Bu yüzden Irak Hükümetinin Enerji Bakanının uçağını Erbil’e indirmemesi, var olan tablonun çizgilerini netleştiren bir vakaya dönüşürken, Esenboğa’ya indirilen Suriye uçağı üstünden yapılan tartışmalar ise Rusya’nın Türkiye’nin elini kolunu bağlamada bir hamle daha yapmasıyla ”tatlıya bağlanmış” görünmektedir. Ancak bu “tatlıya bağlama”, Batının İran’ı sonra da Rusya’yı kuşatma stratejisinin bölgedeki baş aktörü rolünü üslenmiş “Türkiye’nin başına çuval geçirilmesi” ile nitelenebilecek bir “tatlıya bağlama”dır!

Kısacası Türkiye, Batı emperyalizminin bölgesel gücü olma ve yeni Osmanlıcı hayallerle süslenmiş dış politikasıyla; Kürt sorununu çözmeme ısrarıyla birleşen bölge ülkeleriyle çatışmaya dayanan iç-dış politikasıyla Batının İran’ı Rusya’yı kuşatma planının “baş aktörü” olurken kendisinin kuşatıldığını görmeyen bir ülke olarak tarihe geçeceği bir hatta girmiştir. Bunun ilk sonucu olarak; enerji güvenliği bakımından bölgedeki rakibi, yakın gelecekte ön önemli düşmanı olacağı Rusya’ya teslim olmak olurken başlıca kara sınırlarını da tamamen güvensiz hale getirmeyi, hatta belirsizleştirmeyi başarmış bulunmaktadır!

Bu, siyasi bakımdan kuşatılmışlık ve sınır güvenliğinin kalkması, ekonomik bakımdan ise enerji güvenliğinin bir krize doğru hızla yol alması demektir.

* Dün, Financial Times’ta yayımlanan habere göre, Kuzey Irak’ta petrol ve doğal gaz sektörüne yatırım yapmayı amaçlayan Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki anlaşma son aşamasına geldi. Ancak Irak yönetimi ve ABD bu anlaşmaya karşı ve Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın uçağının geri döndürülmesinin nedeni de bu.

Evrensel'i Takip Et