Burjuvazinin salyaları canlı hayatını boğuyor
"Doğayla-insanın arasındaki uyumu bozan ve her geçen gün canlı hayatını daha fazla öldüren o büyük uru toplumsal yaşamımızdan söküp atmak şart."
![Burjuvazinin salyaları canlı hayatını boğuyor](https://www.evrensel.net/upload/dosya/187717.jpg)
İzmit | Fotoğraf: DHA
İskender BAYHAN
Yükseköğretim Kurulunun (YÖK) bilimcileri, Marmara Denizi’ni bitirip, Karadeniz’e doğru yol aldığı söylenen deniz salyası istilası konusunda suçluyu bulmuşlar. “denizlerimizdeki müsilaj sorununa yönelik akademik çalışmaların değerlendirme toplantısı” yapmışlar ve uzun süren bilimsel tartışmaların ardından “İnsanın yüzünden oldu” diye bildiri yayımlamışlar. Sonradan toplantının ve bildirinin haberini YÖK’ün sitesinde “burjuvazinin maskeli süvarileri” gibi dizildikleri bir fotoğrafla birlikte yayımlamışlar.
Bildirinin ilk paragrafında şu cümleler yer alıyor: “Denizler birçok canlı için mükemmel bir ekosistem olmasının yanında insanlık için en kaliteli gıda temin ambarları olarak bilinirler. Taşıdığı ekolojik ve ekonomik önem nedeni ile deniz kaynaklarının bilinçli kullanımı ve sürdürülebilirliğinin sağlanması büyük önem taşımaktadır. İnsan kaynaklı tehditlerin yoğunluğu ve dağılımı şu anda insanlık tarihinde görülmemiş seviyelere ulaşmış durumdadır.”
Bu paragraftaki tespit, neden-sonuç ilişkisi ve verilen hükme damgasını vuran muhakeme sistemi çok tanıdık bir muhakeme sisteminin ifadesi. Toplumsal yaşam içerisinde karşılaştığımız birçok temel soruna ilişkin, sorunun nereden kaynaklandığı, öznesinin kim olduğu ve nasıl çözüleceği gibi sorulara verilen yanıtlarda sık sık çıkar karşımıza. Düşük ücretler, geçim derdi, sağlık, eğitim, ülke yönetimi, çete-mafya vb. birçok konunun sorgulanması sürecinde yüz yüze geliriz bu muhakeme sistemiyle. Ve bu sistem genel olarak şöyle işler; sorun çok önemli ve büyük, çözümü insanlığın geleceği için çok değerli, çünkü nedeni insanlardır ve çözüm içinde eğitim şarttır. YÖK’ün bilimcileri deniz salyası konusunda da aynı muhakeme sistemiyle çıkıyorlar karşımıza. Bu muhakeme sistemi özü itibariyle burjuvazinin yaşanan toplumsal kötülükler konusunda kendini kurtarma-aklama tutumunun bir sonucudur.
Maalesef YÖK’ün bilimcileriyle, canlılar aleminin, memeliler ailesinin, homo türünün, sapiens cinsinden olduğumuz için zorunlu ortak yanlarımız var. Ama bu, onların deniz salyası istilası konusunda bütün insanları suçlayan muhakemelerine katılma zorunluluğunu da beraberinde getirmiyor.
DOĞAYLA İNSANIN UYUMUNUN BOZULMASI
İnsanın ve toplumların tarihi serüveni içerisinde doğa ile insanın uyumlu, yapıcı ve ilerletici ilişkisinin bozulmasının başlangıcı üzerine çok şeyler söylendi ve söyleniyor. Milyonlarca yıl önce ayaklarımızın üzerine kalkmamız, yüz binlerce yıl önce ateşi bulmamız ve on binlerce yıl önce alet yapmaya başlamamız gibi dönemeçleri esas alan değerlendirmeler var. Elbette bu dönemeçler doğa-insan ilişkisinde oldukça önemli aşamalar. Ancak bu aşamaların hiç birisinin aradaki uyumlu-ilerletici bağı bozan bir rol oynadığını söyleyemeyiz.
Bozulmanın temelinde yatan nesnel koşulların başlangıcı esas olarak insanın ihtiyacından fazlasını üretmeye başladığı zamanlara dayanır. Ne zaman ki insan toplulukları ihtiyacından fazlasını üretecek araçlara sahip oldu ve toplumun bir avuç azınlığı o araçlara ve ürünlere el koyma ayrıcalığını ele geçirdi, işte o zaman doğa ile insan arasında ki uyumun bozulmasının ilk adımları da atılmış oldu. Zorunlu ihtiyaçlarını birlikte üretip, birlikte tüketmeye dayanan insan topluluklarının iç ilişkilerinin de bozulması anlamına gelen bu süreç o zamandan sonra hep iç içe ilerledi.
Bütün bunlar bugünkü verilere göre günümüzden 5-7 bin yıl öncesi zamanlarda yaşanmaya başladı ve günümüze kadar da daha fazla bozularak, kötüleşerek geldi.
Önce köle sahibi insanlar, sonra senyör insanlar büyük servetlere sahip olmak için köle ve yarı köle insanların emek gücünü sömürerek doğadan hep fazlasını-daha fazlasını istediler. İmparatorlar, krallar, dükler, kontlar, padişahlar, beyler, paşalar vb. vb.
Doğayla-insan arasındaki uyumun bozulmasında yıkıcılığıyla kendinden öncesine rahmet okutan bir dönem var ki o dönem 17. yüzyılın başından günümüze kadar gelir. Bu dönemin egemen aktörü burjuva insan ve onun ait olduğu burjuva sınıftır. Bu insan sınıfının yaklaşık bir asrı geçen zamandan beri, yani kapitalizmin tekelci aşamaya geçtiğinden bu yana doğa-insan ilişkilerinde ki yıkıcılığı ise arşa varmıştır.
İnsan cinsinin bu sınıfı tarih sahnesine çıktığından bu yana doğaya baktığında insanı, toprağı, bitkiyi, hayvanı, suyu, okyanusu, denizi, ayı, yıldızı aklınıza gelecek ne varsa her şeyi paraya tahvil etmek için kâr, rant, faiz olarak gören bir karaktere sahiptir. Bir başka ifade ile bu özellikler, onun doğaya ve insana baktığında, sınıfsal varlığının ayrılmaz bir parçası olarak dışa vuran salyalarıdır.
Bu kısa özet; YÖK bilimcilerinin deniz salyası üzerinden doğa-insan ilişkisinin bugününe ve tarihsel serüvenine baktığında nedense kör olup görmediği ya da göremediği, onun için de dönüp “bütün insanlar suçlu-eğitim de şart” diye yuvarladığı tablonun arkasındaki gerçeği gösteren “küçük” ayrıntıları içermektedir.
MARMARA DENİZİ’NDE YÜZEYE VURAN SALYA
Şimdi bu özetin ışığında Marmara Denizi ve bölgesinin sanayi ve kentleşme yapısına temel açılardan yakından bakalım ve denizin yüzeyine vuran salyanın sahiplerini görmeye çalışalım.
İstanbul’un 1980 yılındaki nüfusunun o yıllarda Türkiye’nin toplam nüfusuna oranı yüzde 7 civarında. Türkiye haritasını gözünüzün önüne getirin ve düşünün; bugün ülkenin toplam nüfusunun neredeyse 4’te birine yakın bölümü boğazın iki dudağından oluşan 5 bin 313 kilometrekarelik bir yüz ölçümüne sıkışmış durumda. Marmara Denizi etrafında bulunan 6 ilin nüfusu ise ülkenin toplam nüfusunun 3’te birinden fazla.
Türkiye’nin sanayi sektörünün toplam varlığının yaklaşık yüzde 60’ı da Marmara Bölgesi’nde bulunuyor. Gökdelenler temelinde bir kent yapılanmasının merkezini başta İstanbul olmak üzere yine bu bölge oluşturuyor.
Peki mantıksızlığı, akıl dışılığı bu kadar açık olan çarpık kentleşme ve sanayileşmenin sorumlusu kim? Buna engel olmayan ve dahası hâlâ başta Kanal İstanbul olmak üzere çılgın projeler peşinde kim ya da kimler koşuyor?
Şimdi de bu çok özet verilerin oluşturduğu güncel tabloya bakarak soralım, Marmara Denizi’nin yüzeyine vuran salyaların sorumlusu, suçlusu bu bölgede yaşayan insanlar ve çözüm de onların eğitimi mi. Tam da bu nokta da çarpıcı bir veriyi daha hatırlatalım. Ülkenin eğitim düzeyi en yüksek nüfusunun yaşadığı bölgelerin başında Marmara Bölgesi geliyor. YÖK bilimcileri açısından ne yaman çelişki değil mi?
Burjuvazinin, onun devlet ve hükümetlerinin onlarca yıldır aşırı kâr, faiz ve ranta dayalı anarşist üretim ve plansız büyüme politikalarının saçtığı salyaların suçunu bütün insanlara yıkmaktan daha saçma ne olabilir ki?
Bu politikalara dur demeden bir çözümün olmayacağı, çözüm diye öne sürülen makyaj çalışmalarının ilerde daha büyük problemler olarak karşımıza yeni salya yığınları çıkaracağı gerçeği ise Marmara Denizi’nin yakın tarih öyküsünden çıkan acı bir gerçek ne yazık ki.
Deniz yüzeyine vuran müsilaj, burjuvazinin salyalarıdır ve deniz insanlarının binlerce metreküpünü çıkarıp sıkması yetmez. Sadece bu çalışmalarla yetinerek salyaların hayatı boğmasının önüne geçilemez.
Doğayla-insanın arasındaki uyumu bozan ve her geçen gün canlı hayatını daha fazla öldüren o büyük uru toplumsal yaşamımızdan söküp atmak şart.
Evrensel'i Takip Et