EMEP'in Göç Konferansı | 10 Yıldır Süregelen Durum: Savaş, Sınır, Hukuk -1
Emek Partisi düzenlediği Göç Konferansı "10 Yıldır Süregelen Durum: Savaş, Sınır, Hukuk" oturumu ile başladı.
Emek Partisi, 20 Haziran Dünya Mülteciler Gününde Suriye savaşının 10. yılında göçün dünü, bugünü ve yarınını Göç Konferansında gündem etti. Göç alanında çalışan akademisyenler, hukukçular, gazeteciler, sendikacılar ve Suriyeli mülteciler konferansta göç meselesi ve çözüm önerilerini ele aldı. "10 Yıldır Süregelen Durum: Savaş, Sınır, Hukuk" oturumunda söz alan konuşmacılar; Gazeteci Hediye Levent, Van Barosu Göç ve İltica Komisyonundan Av. Mahmut Kaçan, Emek Partisi MYK Üyesi İskender Bayhan ve Dr. Sibel Karadağ oldu.
ERCÜMENT AKDENİZ: GÖÇÜN KAYNAĞI DA POLİTİKTİR, ÇÖZÜMÜ DE POLİTİKTİR
Birleşmiş Milletler’in son verilerine göre, dünya üzerinde yaşayan mülteci sayısının 80 milyonu aştığını ve kaydı tutulmayan mültecilerin sayısının bundan çok daha fazla olduğunu belirten Ercüment Akdeniz, “Göç Krizi”, “Mülteci Krizi”… Bütün bu kavramlar empeyalizmin uydurmasıdır çünkü emperyalizm sürekli olarak göç üreten sistemdir" dedi.
Haziran ayında yapılan G7 ve NATO zirvelerine değinen Akdeniz, "Adı çağ yangını göçlerle anılan Afganistan’ın jandarmalığı Türkiye’ye bırakılıyor. NATO kararları, 2030’a kadar sürecek 'Soğuk Savaş' bölgesel çatışma ve iç savaşların habericisi. Bu çılgın gidişatı durduramazsak eğer yersizler, yurtsuzlar, mülteci kalabalıklar katlanarak artacak. Küresel iklimin kapitalistler eliyle tahribatı ve kuraklıklar durumu daha da ağırlaştıracak görünüyor. Açık ki göçün kaynağı da politiktir, çözümü de politiktir." diye konuştu.
Kapitalist ülkelerin geçici sözleşmelerle ucuz ve güvencesiz çalışacak göçmen istediklerini vurgulayan Akdeniz şöyle devam etti:
"Bu yeni bir eşiktir ve BM, 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’nin tümden rafa kaldırılmasıdır. AB Göç ve İltica Paktı göçmen adacıklar oluşturarak göçmen emeğini sınır dışında eğitmek, depolamak istiyor. Türkiye burjuvazisi ise bu plana çoktan fit oldu bile! Çalışma hayatında Türkiye Avrupa Birliği’nin Çin’i, Bangladeş’i olma yolunda hızla ilerliyor. Ekonomik kriz ve pandemi bu süreci hızlandırdı. Mülteci emeğinin sömürüsü patronların “can simidi” oldu. Türkiye Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği ne demişti, hatırlayalım: “Hükümete 500 bin Bangladeşli işçi siparişi verdik ama Suriye göçü başlayınca bundan vazgeçtik. Marmara Bölgesini krizden Suriyeli işçiler kurtardı.” Bu bir itiraftır. Ve ikinci örnek: Türkiye Damızlık Keçi ve Koyun Yetiştiricileri Biriliği hükümetten 100 bin Afgan çoban sipariş etti. Elbette bunların hepsi ucuz ve güvencesiz işçiler olacak."
EMEK ÖRGÜTLERİ, SENDİKALAR MUTLAKA KARŞI STRATEJİLER GELİŞTİMELİ
Sermaye sınıfının göçmen emeği sömürüsü ile birlikte mülteci işçileri yerli işçilerle rekabete zorlayarak işçi sınıfının kazanımlarının dibe doğru çektiğini belirten Akdeniz, "Bu stratejiye karşı emek örgütleri, sendikalar mutlaka karşı stratejiler geliştimeli Sendikalar derin uykusundan artık uyanmalıdır" dedi. 2 milyon mülteci işçiye karşılık kaydı bulunan Suriyeli işçi sayısının 35 bin civarında olduğunu ifade eden Akdeniz, "Çalışma hakkı patonların iznine ve referansına tabi (!). Bu uygulama prangalı köleliği akla getiriyor. Tarım işçileri ise daha feci durumda. Çünkü iş kanununda onların, 'muafiyet belgesi' karşılığında sigortasız çalıştırılması yasal hale getirildi. Akıl almaz bir durum ama gerçek! İş cinayetleri içinde mülteci işçi ölümleri hızla yukarı çıkıyor. Çünkü mülteci ve göçmen işçilerin ölüsü, dirisi kadar kazançlı! Hayatını kaybeden işçilerin kaydı olmadığı için kolayca iş cinayetinin üzeri örtbas ediliyor. Patronlar böylece tazminat ve cezadan da yırtmış oluyorlar. Devlet ise denetleyici rolünü oynamıyor." diye konuştu.
"DÜNYANIN BÜTÜN İŞÇİLERİ, EZİLEN HALKLAR VE MÜLTECİLER BİRLEŞİN" DİYORUZ
"Göçün kaynağı sınıfsal olduğu kadar çözümü de sınıfsaldır" diye sözlerini sürdüren Akdeniz, "Göçmen ve mülteci işçiler uluslararası işçi sınıfının bir parçasıdır. Dolayısıyla onlar Türkiye işçi sınıfının da bir parçasıdır. Kapitalist sömürüye, sınıfı bölen her türden ayrımcı, ırkçı, şoven yaklaşımlara karşı yerli ve mülteci işçilerin ortak hak mücadelesinde birleşmesi gerekiyor. Bunun için sendikalar, emek ve demokrasiyi savunan siyasi partiler kapılarını mültecilere açmalıdır. Emek Partisi olarak yaptığımız budur, çağrımız da budur." dedi.
"Göçmen ve mülteci emekçiler acınacak etkisiz nesneler değil, uluslararası mücadelenin bir parçası olarak dünyayı değiştirecek üretici öznelerdir" diyen Akdeniz, "2017 ve 2019 saya işçilerinin direnişi bunun en tipik örneğidir. 'Ümmet kardeşliği' aldatmacası hızla çözülürken fabrikalarda sınıf kardeşliğinin nüveleri doğmaktadır. Bu nedenle Türkiye’yi sadece 83 milyon vatandaş olarak değil 90 milyon insanın yaşadığı bir ülke olarak görmek ve buna göre emek politikaları geliştirmek gerekir. Mültecileri emek hareketinin bir parçası sayıyoruz. Dünyayı, göçmenlerin 'Sekizinci Kıta'sıyla birlikte değiştireceğimize inanıyoruz. Bunun içindir ki, 'Dünyanın Bütün İşçileri, Ezilen Halklar ve Mülteciler Birleşin!' diyoruz" diye seslendi.
HEDİYE LEVENT: G7 VE NATO ZİRVELERİNDEN SAVAŞIN BİTMEYECEĞİNİ ANLADIK
Gazeteci Hediye Levent'in konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
"10 yıl öncesinde Arap ayaklanması başladığında ekonomik kırılmalar yaşanmaya başlamıştı. O dönem Türkiye ile Suriye yakınlaşması söz konusuydu. Suriye'den göçler başlamıştı. Vekalet savaşı başladıktan kısa bir süre sonra da mülteciler tek tek kendi canlarını kurtarmaya çalışırken topluca mülteciler siyasi koz olarak piyasaya sürülmeye başladı maalesef"
"Avrupa Birliği ülkelerinin derin bir korkusu var mülteciler konusunda. Türkiye tampon bölge olarak konumlandırıldı"
"Vekalet savaşı başladı. Milyonlarca insanın evi başına yıkıldı. Kaç insanın öldüğünü hala bilmiyoruz. Sadece Suriye değil bölge değil. Savaş bitecek gibi görünmüyor. G7 ve NATO zirvelerinden de savaşın bitmeyeceğini anladık"
"Batı bloğunun Amerika başta olmak üzere yaptırımları o kadar ağır ki ilaç bulunmuyor. Bırakın et tüketmeyi bulgur bile bulamıyorlar. Savaş nedeniyle zenginleşen bir kesim var bir de diğerleri var. Hani vardır ya fakir orta halli, o ekonomik tabaka yok Suriye'de. Süper zengin ve süper fakir olarak adlandırabiliriz."
ORGANLARINI SATARAK GEÇMEYE ÇALIŞAN MÜLTECİLER VAR
"Hala Akdeniz'de organlarını satarak geçmeye çalışan insanlar var. NATO zirvesinden sonra insanı temel alan bu krizi hafifletecek adımlar atılır mı diye baktık bölgedeki gazeteciler olarak. Ne yazık ki öyle bir şey görünmüyor.
"Hala insani yardım paketlerinden bahsediliyor. Çeşitli ülkelerin bahsettiği. Ayçiçeği vs bir takım yiyecek kalemlerinden oluşan yeni paketler ortaya çıkıyor koca koca ülkelerden"
"Bu kadar göçe Türkiye de dünya da hazır değilmiş bunu da görmüş olduk. Organlarını satanlar, fuhuşa sürüklenen genç kadın genç erkeklerden bahsediliyor. Mafyalaşmadan bahsediliyor."
"Mülteci göçmenler hayatın içinde ve Türkiye'nin bir gerçeği, insanların alışması gerekiyor. Basın ve medyanın kendine çeki düzen vermesi gerekiyor. Türkiye gibi ülkelerde halkı provoke eden ifadeler kullanılabiliyor. İktidar için de oy deposuydu bir süre sonra oy kaybetmeye başladılar. Ekonomik kriz mi var, 'suçlu bunlar' gibi günah keçisi gibi kullandıkları bir sürece geçildi. Siyasi söylemlerin kontrol altınması lazım. Yasal düzenlemeler yapılması lazım"
AV. MAHMUT KAÇAN: SURİYELİ MÜLTECİLERİN ENTEGRASYONUYLA İLGİLİ YASAL DÜZENLEME MEVCUT DEĞİL
Konferans Van Barosu Göç ve İltica Komisyonundan Av. Mahmut Kaçan'ın konuşması ile devam etti. Mahmut Kaçan bir yanda batıda mevcut olan uluslararası korumanın Türkiye’deki mülteciler için uygulanmadığını, Türkiye’nin sınırlara ördüğü duvarları da AB’nin çeşitli fonlarla desteklediğini ifade etti. Uzun bir süre İçişleri Bakanlığı genelgesi ile yönetilen göç alanının 2014 yılında Yabancılar ve Uluslararası koruma Kanunu ile bir yasaya kavuştuğunu dile getiren Kaçan şunları söyledi:
“Özellikle yine bu alan o tarihe kadar ağırlıklı olarak Emniyet Müdürlükleri’nin Yabancılar Şube Müdürlükleri kanalı ile yönetiliyordu. Güvenlik bakış açısı ile yönetilen bir alandı. Yasanın çıkması ile birlikte İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kuruldu ve bu alan belirli ölçüde sivilleştirildi. Ancak yabancılar şubesinde görevli polisler Göç İdaresi’nde istihdam edilmeye başlandı. Bu kurumda istihdamla ilgili ciddi sorunlar var. Herhangi bir bölümden mezun olanlar herhangi bir kamu kurumunda istihdam edilir gibi buralarda istihdam edilmeye başlandı. Geçici Koruma Yönetmeliği ile birlikte misafir yerine geçici koruma altındaki mülteciler terimi kullanılmaya başlandı. Bu politik tercih. Uluslararası hukuktan kaynaklı kişilerin statüsünü tanımadığınız zaman haklarını kullanmasının önünde bariyer oluşturuyorsunuz. 10 yıl süre sonunda geçici koruma yönetmeliğinin de Suriye'den gelen vatansız mültecilerin özgürlüklerine erişim noktasında cevap olamadığı çok açık. Halen Suriyeli mültecilerin entegrasyonuyla ilgili yasal düzenleme mevcut değil."
TÜRKİYE'NİN SINIRA DUVAR ÖRMESİ AB TARAFINDAN DESTEKLENİYOR
Çözümün Birleşmiş Milletler Cenevre Sözleşmesi ile tanımlanan hakların uygulanması olduğunu dile getiren Kaçan, ancak BMMYK, Uluslararası göç örgütü gibi uluslararası kamuoyunun mültecilere jandarmalık etmesi konusunda Türkiye’yi teşvik ettiğini, Türkiye’nin mülteci politikası ile ilgili her alanda destekleyici açıklamalar yaptığını, İran sınırına yapılan duvarın AB tarafından desteklendiğini anlattı.
Ahmet Davutoğlu başbakanlığı döneminde uygulanan açık kapı politikasından bugün vazgeçildiğini dile getiren Kaçan, “Geldiğimiz nokta itibariyle bu politika ülkenin tüm sınırlarına duvar örülmesi noktasına geldi. Suriye'de bu duvar örüldü. Çok sınırlı sayıda belki geçişler çok az yapılabilmekte. Türkiye bu sınırı doğu sınırına örmeye başladı. Ağrıda bu duvar yapımı bitirildi. Bu yıl da Van'da bu duvar için ihaleler yapıldı. Çaldıran ilçesinde duvar örülmesine başlandı. Köylülerden aldığımız bilgilere göre temel kazılar başlamış durumda. Bu duvar Van İran sınırında da yapılacak. Sığınma hakkını ortadan kaldıran anlamsızlaştıran bir eylem olduğunu söylemek gerekir" dedi.
AB ülkelerinden gelen çeşitli delegasyon bilgilerine göre bu duvarların örülmesini Avrupa Birliği'nin çeşitli fonlarla desteklediğini dile getiren Kaçan, “Bu çok vahim. Başta Türkiye’nin iç dinamikleriyle ilgili eylem olduğunu görsek de AB desteğini görmek mümkün. Elimize ulaşan video görüntüleri var. Ağrı İran sınırından geçiş yapan sığınmacı grubunun duvar boyutunda merdivenler kullanarak giriş yaptığını görebiliyorsunuz. Duvar örülmesi bu geçişleri kesinlikle engellemez. Göçmen kaçakçılığı endüstriye dönüşmüş durumda. Risksiz cezasız kaldığı durumlarda bir şekilde geçirecek" diye konuştu.
Mültecilere yönelik uygulanan cezasızlık politikalarına dikkat çeken Kaçan şunları söyledi: “Geçtiğimiz yıl Van'daki batan tekneyle ilgili 61 insanın yürütülen davada 3 hafta önce bu davanın 2. duruşması görüldü. 7 kişi tutukluydu 6 kişi tahliye edildi. Kuvvetle bu kişi de tahliye edilecek. Katliam derecesinde bir kaza ama bağlantılı kişiler ellerini kollarını sağlayarak geziyor. Kuvvetle muhtemel bu kişiler bu işi yapmaya devam ediyorlar."
Kaçan konuşmasının devamında şunları ifade etti:
ÖLÜMCÜL ROTALARLA GÖÇ DEVAM EDİYOR
"Bu konuda belli ki hükümet ve yargı bunu bir suç olarak görmüyor. Göstermelik yargı sonrasında bu dosyalar kapatılıyor. Kamuoyu duyarlılığı da yok. İnsan haklarına maruz kalan bu ihlallere rağmen görünmez olan bir insan grubu var. Özellikle kış aylarında sınır hatlarında çok sayıda insan hayatlarını kaybediyor. Geçtiğimiz yıllara oranla bu sayı azalmış olabilir. Ancak yaz aylarında yine trafik kazalarında göçmen kaçakçılarının çeşitli ihlalleriyle birlikte çok sayıda insan ölümcül rotaları kullanarak göç etmeye devam ediyor."
AFGANİSTAN'DAN KİTLESEL BİR GÖÇ BEKLİYORUZ
"Taliban Afganistan arası barış görüşmeleri var. Uluslararası basının Van’la ilgili ilgisi var. Onlarla yaptığım görüşmelerden edindiğim izlenim. Yoğun göç akımları olabilir. Barış görüşmeleri nihayete ererse özellikle Taliban’la problemi olan insanların göç etmeye başlayacağı. Bir anda bu kadar yoğun gazeteci ziyareti buna yorumlanabilir. Buna da dikkat çekmek gerekir. Duvar örülüyor ama yakında kitlesel bir göç akını bekleyebiliriz."
"Diğer bir husus göçmen mültecilerin hak ihlalleriyle ilgili cezasızlık politikasından bahsetmek gerekir. İranlı mülteci kadının, GGM’de çalışan güvenlik görevlileri tarafından tecavüz edildi. Tesadüfen öğrendik. Özellikle sanıkların verdiği beyanlardan bu olayların sıklıkla yapıldığı… Soruşturmalara takipsizlik verildi. 2 görevli yargılanıyor. Temmuz ayında karar duruşması olacak. İhlalleri zaman zaman takip ediyorz. Sınır hatlarında geri itmelerin olduğunu haber alıyoruz. Aradan geçen 10 yılda bu ihlaller hız kesmedi. Kısmen uluslararası yasadan söz etsek de uygulanmadığını söyleyebiliriz. Personelin insan hakları temelinde eğitim almamış duyarlılığı olmayan kesimden seçildiğini söylemek gerekir."
DR. SİBEL KARADAĞ: ŞİDDETLENEN SAVAŞ İKLİMİ KÜRESEL ÇAPTA BİR SAVAŞ ENDÜSTRİSİNİ ZİRVEYE ÇIKARDI
Midilli adasında 3 sene boyunca ara kurtarma botlarında gönüllü olarak bulunduğunu ve Ege Denizinde yaşananların tanığı olduğunu belirten Dr. Sibel Karadağ ise "Önce bir olgunun adını iyi koymakla başlıyor çözüm. 1970'lerin sonuna doğru önemli siyasal kültürel dönüşümler yaşandı. 2. Dünya Savaşı sonrası bağımsız devletin sayısı giderek artıyordu. Avrupa sömürgelerini bir bir kaybediyordu. O dönem Birleşmiş Milletler kuruldu. Bugün BM kuruluşları da o dönem yerle bir olmuş. 2. Dünya Savaşı sonrası sosyal devlet politikaları ile şekillenmekte. Bütün bu düzen 80'lerle birlikte çok ciddi bir dönüşüm yaşadı. BM kuruluşlarının bütün işlevleri değişecek. 3. Dünya ülkeleri bu küresel pazara entegre olabilmek için peyder pey borçlandırılacak. Yine eş zamanlı bütün devletlerin kamusal harcamaları kısılacak. Hemen hemen her şey özelleşecek. İktisadi dönüşüm bir tarafı. 80-90’ların moda cümlesi küreselleşme.. İnsanların malların sermayenin hareketliliği"
"80'LERLE BİRLİKTE CİDDİ BİR DÖNÜŞÜM YAŞANDI"
"1945 sonrası komünizm hayaletinin tetiklediği batıda sosyal devlet uygulamaları yaşanıyordu. Ama küresel, güneyde de sömürge karşıtı hareketlerle bağımsız devletlerin sayısı artıyordu. 1945 sonrası BM kurulmuş, Cenevre sözleşmesi imzalanmış. Bağımsızlık kazanan devletlerle birlikte BM üye sayısı çoğalmakta ve BM kuruluşları yerle bir olmuş, BM kuruluşları sosyal devlet politikaları ile şekillenmekte.
Tüm bu düzen 80’lerle birlikte ciddi bir dönüşüm yaşadı. BM kuruluşlarının rejim modelleri değişti. Sosyal güvenlik alan daralmaya başladı ve her şey özelleşti. Bu küresel iktsadi dönüşüm beraberinde siyasal sonuçlar doğurdu? Küreselleşmenin övgü ile karşılaştığı dönem bu. İnsanların, malların fikirlerin ve sermayenin hareketliliği”
"Bu övgü ile karşılanan küreselleşmenin küresel doğu ve güney için adı sömürgeciliğin yeni formları olacak. Bir yandan çok uluslu şirketler en ucuz işçi gücünü buralardan elde etmeye başlayacaklar. Eş zamanlı olarak da demokrasi götürme amacı güden askeri müdahaleler bu coğrafyayı tarumar edecek. Bir yandan da yeni bir insani yardım, acil müdahale, kriz gibi disturlarla savaş ve çatışmanın yapısal eşitsizlik ve arka planını sorgulamamıza engel oluyor. Sosyal olguyu tarihselleştirmeden bütün bu tahribatın sonucunu siyasal alanda bir kriz ve yardım söylemine hapsediyor."
"Uluslararası kuruluşların faaliyet alanı ve bütçesinin o dönemde zirveye ulaşması tesadüf değil. Bu tahribatın en büyük sonucu yerinden edilmiş milyonlarca insan. Milyonlarca insanın yollara dökülmesi yine kriz söylemi ile karşılandı. Sanki o coğrafyaya özgü bir insanlık krizi gibi söylendi ve tüm siyasal söylem bunun üzerinden şekillendi. 2015’ten bu yana AB tarafından kullanılan mülteci krizi söylemi de bunun başat örneklerinden bir tanesi."
"Hiç beklenmedik bir kriz, acil olağanüstü durumda ne yapılır? Güvenlikçi politikalar hızlanır, kamuoyunda meşrulaştırılır. Artık küresel düzeyde işlev göre sınır ve güvenlik şirketleri olacak. 40 yıldır portresini çizmeye çalıştığım fotoğrafta şiddetlenen savaş iklimi küresel çapta bir savaş endüstrisini zirveye çıkarmıştı. Ancak buna milyonlarca kitlesel göçün eklenmesi ile birlikte sınır güvelik şirketleri eklendi. Özellikle 2001 sonrası konsolide olan güvenlik politikası, bariyerler, duvarlar, tel örgüleri… Binlerce kişinin sığındığı mülteci kampları inşa edildi. Mülteci kamplarının toplama kamplarından sadece bir farkı var. O da zorla çalıştırmaya tabi olmama."
"GERİ GÖNDERME MERKEZLERİ VE KAMPLARIN İNŞAASI İÇİN DEVASA BİR SERMAYE DÖNÜYOR"
"Benzer koşulları bedenleri hayvansılaştırılarak, değersizleştirilerek hukuki alanın dışına itilerek sonsuz belirsizlikte yaşamaya mahkum ediliyorlar ama zorla çalıştırılmıyorlar. Sadece bekliyorlar. Bunun iktisadi olarak kime faydası var? İki cevabı var. Biri kampların kendisi gelir sağlıyor. Bütün bu göç yönetimi çok aktörlü bir altyapı ile yürütülüyor. Geri gönderme merkezleri ve kampların inşaası için devasa bir sermaye dönüyor. Milyonlarca göçmeni yollarda durdurmak için de sınır kontrol mkanizmaları geliştiriliyor. Sorunun birinci cevabı bu. İkinci cevabı ise göçmenin hapsedilmesinden değil, onun hareketinden faydalanma. Bu sınır güvenlik şirketleri gibi batı menşeili değil, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde görülüyor"
"Giderek ekonomileri çökmekte olan bu ülkeler için en ucuz işçi gücü bu göçmen emeği. Bunun hukuksal altyapısı nasıl örülüyor? Küresel batı ve kuzeyle küresel güney ve doğu arasında ciddi farklılıklar var. Küresel kuzey ve batı için hukuksal düzeyde vatandaşlık kategorileri çok azdır. Vatandaş vardır, mültecilik statüsü vardır, sığınmacı vardır, göçmen vardır. Ama küresel güneyde her gün yeni bir kategori türer. Mültecilik zaten defacto olarak yoktur. Ona benzeyen ama onun gibi de olmayan girit, muğlak yeni türetilmiş vatandaşlık kategorileri vardır. Türkiye’de geçici koruma, ikincil koruma, şartlı mülteci, insani ikamet, uluslararası koruma başvurusu yapıp bekleyeni vardır. Bunu saydıkça sayarız. Mülteci statüsü olmayan onlarca kategori var. Bu durum gelişmekte olan devletler için bu büyük kitleyi yönetmek adına kolaylık sağlar. Bu muğlak ve girift kategoriler sayesinde emeğine daha kolay el koyarsınız. Bu geniş kitleyi farklı imtiyaz gruplara bölerek legal hiyerarşiler yaratırsınız. Geçici korumadaki Suriyeli ile belgesiz, pasaportsoz Afgan aynı koşullarda yaşamaz. Ancak beynelmilel fotoğrafta Türkiye kendine has örnek değil. Bu çok daha küresel çapta bir olgu. Ancak Türkiye bu olguyu dış politikada araçsallaştırmada diğer ükelere öncü olabilecek bir örnek."
POLİTİK ÖZNE OLARAK GÖRÜLMEYEN, METALAŞTIRILAN DÜNYANIN EN BÜYÜK KİTLESİ
"21’inci yüzyılın en büyük siyasal iktisadi ve toplumsal olgusu göç. Göç ettikleri her coğrafyanın en alt tabakasını oluşturan, yükselen sağ siyasetin onların üzerinden güç kazandığı. Tam da bu sebeple insan dışlaştırılıp emekleri sömürülebilen, sınırlarda ölen, hukusal alana hiçbir şekilde dahil edilmeyen ve politik özne olarak görülmeyen, metalaştırılan dünyanın en büyük kitlesi. Siyasal alandan dışlanmaları şu demek; Ya sivil toplumun yardım alanına hapsedilen dezavantajlı gruplar olacaklar ya sefil hallerine acıyıp merhamet göstereceğimiz insanlar olarak kalacaklar, ya da zaten öfkemizi yönelttiğimiz düşmanlar olarak kalacaklar. Herkes onlarla birlikte konuşuyor ama kimse onlarla ve onlarla birlikte konuşmuyor. Herkesin onlar hakkında sözü var ama onların kendi sözünü söyleyecekleri bir masa yok. Bu etkinlik o anlamda da önemli. Çünkü mülteciyi hesaba katmayan hiçbir özgürlük tahayyülünün 21’inci yüzyıl dünyasında bir geçerliliği yok. Bunu anlamakta bir hayli geciktik. Umarım daha fazla gecikmeyiz."
İSKENDER BAYHAN: BU MÜCADELE ANTİ EMPERYALİST BİR MÜCADELE OLMALI
Konferans Emek Partisi MYK Üyesi İskender Bayhan'ın konuşmasıyla devam ediyor.
"2007 yılını geleneksel dış politikasından kopuş olarak değerlendirebiliriz. Bölgede proaktif dış politika, lider ülke gibi kavramlarla yeni dönemin başlangıcına girildi. Bu kavramlar bu coğrafyadan yeniden paylaşımdan pay kapma demektir."
"2015'te Rusya'nın askeri müdahalesi başladı. 2015 dönemecinde Türkiye için ABD atından düşme gündeme gelmiştir. Türkiye 2015'ten sonra bugüne kadar bölgedeki çeşitli güç merkezleri arasındaki çelişki ve çatışmalardan yararlanarak manevralarını sürdürme politikası izlemiştir. Tek adam yönetimi bugün açısından balıklama bir siyaset izlemektedir. Buradan pay kapma yolu izlemektedir."
"Bu nüfus mücadelesinin bedelini bu coğrafyanın Türk, Kürt, Arap ezilen halklarının ödemesini durdurabilmek çok güçtür. Türkiye işçi sınıfının durumu açısından bakarsak coğrafyamızda işçi sınıfı mücadelesi açısından çok iç açıcı değildir. Neden öyledir? Türkiye işçi sınıfı 2011 yılında başlayan göç ile düşünürsek Türk ve Kürt proleteryasından oluşan çok uluslu karakteri daha da büyümüştür. Bu süreci kaldıracak sendikal ve politik örgütlenme açısından durum iç açıcı değil. Enternasyonal bilinçle sürece müdahale edebilmeleri açısından sebatkar bir çaba içerisinde olmak zorundayız. Coğrafya kader olmasa bile yarınlarımız buna bağlıdır."
İŞÇİ SINIFI BİLİNCİNİ İLERLETMEMİZ ŞART
"Halka karşı suç işleyenler hariç herkese oturum izni tanınmalı. Yine ikamet, barınma, çalışma izni, sosyal güvence hakkı tanınması bizim için olduğu kadar onlar açısından da önemli. İşçi sınıfı bilincini ilerletmemiz şart. Kamu hizmetlerinden yararlanmasını sağlamak zorundayız."
"Fabrikada birlikte çalıştığı mahallede yaşadığı mülteciyi kendi kötü çalışma koşullarından sorumlu tutmasının ne kadar mantıksız olduğunu göstermek zorundayız. Ne onların gelmesinde ne ucuz iş gücü olarak kullanılmasında onların bir sorumluluğu var. Bizim için basit gözüken ama onlar açısından karmaşık görünen bunun sorumlusu yerli sermaye temsilcileri Erdoğan hükümeti olmak üzere Türkiyeli kapitalistlerdir. Yani 3 bin lira maaş verdi da almadı değildir o emekçi. Ortak bilinci geliştirecek çaba içerisinde olmak zorundayız. Akıntıya karşı kürek çekmek olsa da büyük bir çaba sarfetmek durumundayız. Bu mücadelenin emperyalizme karşı anti emperyalizm karakter taşıdığı enternasyonal bir mücadeleyi ağırlıkta tutmalıyız."
Soru cevap ile devam eden ilk oturum sona erdi. Göç Konferansı, "Sermaye Kıskacında Mülteci İşçiler ve Çalışma Koşulları" başlığıyla ve "Bir Arada Yaşam Neden Sağlanmalı, Nasıl Sağlanacak" başlığıyla devam etti. (İstanbul/EVRENSEL)