EMEP'in Göç Konferansı: Sermaye kıskacında mülteci işçiler ve çalışma koşulları-2
Emek Partisi'nin düzenlediği Göç Konferansının ikinci oturumu "Sermaye kıskacında mülteci işçiler ve çalışma koşulları" başlığıyla devam etti.
Emek Partisi, 20 Haziran Dünya Mülteciler Gününde Suriye savaşının 10. yılında göçün dünü, bugünü ve yarınını Göç Konferansında gündem etti. Göç alanında çalışan akademisyenler, hukukçular, gazeteciler, sendikacılar ve Suriyeli mülteciler konferansta göç meselesi ve çözüm önerilerini ele aldı. Göç Konferansı "Sermaye kıskacında mülteci işçiler ve çalışma koşulları" oturumu ile devam etti.
Prof. Dr. Nilgün Ongan'ın modaretörlüğünde konuşmacılar; Prof. Dr. Kuvvet Lordoğlu, Prof. Dr. Saniye Dedeoğlu, DİSK Yönetim Kurulu Üyesi, Mülteci İşçiler Daire Başkanı Seyit Aslan, Adana'dan Suriyeli Saya işçisi ve Avukat Tugay Bek oldu.
LORDOĞLU: MÜLTECİLERİN EŞİT HAKLARA SAHİP OLMASI GEREKİR
Prof. Dr. Kuvvet Lordoğlu'nun konuşmasından satırbaşları:
"Türkiye'deki mülteci ve göçmenleri iki gruba ayırabiliriz; düzenli ve düzensiz göçmen diye. Düzenli göçmen belirli izin alarak gelen, çalışma iznine sahip göçmenler. Rakam açısından 150 bin civarından yabancının çalışma iznine sahip olduğunu görüyoruz. Çalışma iznine sahip olanların ne kadar az olduğunu görüyoruz."
"Türkiye'deki yabancıların çalışmaları hakkındaki kanun, iki noktada ayrımcılık yapmaktadır. Birincisi; izin alarak Türk vatandaşlığından ayrılan kişilerin sahip olduğu çalışma hakkı. Eski Türk vatandaşlarının lehine bir ayrım vardır. İkinci ayrım; Türk soylu kavramıdır"
"Düzensiz çalışanlar kimler? Kağıtsız göçmelerin sayınının çok sayıda olduğunu biliyoruz. Çalışma hayatına girme eğilimde 2.5 milyon Suriyeli göçmeler var. Afgan göçmenler hem çok çalıştıkları hem de kayıt dışı çalıştıkları için tarım ve inşaat gibi kayıtsız çalışmaya elverişli alanları tercih ediyor. Bu arkadaşların çok olumsuz koşullarda çalıştığını söyleyebiliriz.
"Tekstil sektöründe yapılan bir araştırmada 4 grup ücret ortaya çıkıyor. Türk erkek işçi en yukarda, türk kadın işçi ikinci sırada, Suriyeli erkek ve Suriyeli kadın işçi diye bir ayrım var. Son olarak 5. grupta Suriyeli çocuklar yer alıyor."
"İşyerlerinde çalışan Türk işçilerin şoven, ırkçı tutumlarından da bahsetmek gerekiyor."
"Türkiye'de çalışanların ev hizmetlerinde çalışan kadınların, çok büyük oranda izinsiz ve olumsuz koşullarda çalıştığını vurgulamak istiyorum."
"Bu noktada neler yapılmalı? Bir iki başlık halinde toparlarsak, Suriyeli göçmelerin en fazla bulunduğu il İstanbul. Büyük illerde çalışan işçilerin durumu, küçük illere oranla daha yidir. İllere göre göçmeler için düzenleme yapılmalı. Eşit ve sosyal katılımın sağlanması gerekir yani eşit haklara sahip olması gerekiyor. Ayrımcı politikalardan vazgeçilmeli. Göçmelerin çalışma izni alabilmesi için asgari ücretin bir buçuk katı kadar asgari ücret ödemesi gerek.
"Vatandaşlık için ırk temelli gibi tanımlamalar kaldırmalı ve harçların azaltılması gerekiyor. Çifte vatadandaşlık uygulaması, seçim hakkı ve Türkçe öğrenmesinin önü açılmalı. Türkiye’ye gelmek zorunda kalan mülteciler ekonomik ve sosyal haklarını terk etmiştir. Bu grupların birleşmesi için vicdan temelli değil hak temelli olmalıdır."
SANİYE DEDEOĞLU: GELENEKSEL ÇALIŞMA GÖÇMEN İŞÇİLERE AKTARILDI
Prof Dr. Saniye Dedeoğlu'nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Göçmen kadınların iş gücü piyasasına eklenmesi nasıl bir sosyal değişime işaret ediyor. Bu arz küresel bir eğilimle gelişiyor. Daha fazla kadın bağımsız hareket ediyor ve aktör olarak kadınlar göçmen piyasasına giriyor. En iyi örnek tarım ve ev işi emek sektörü.
"2015 yılından beri tarım işçiliği çalıştım ve buraya bakarken 2016’dan sonra göçmenleri görmemek zor. Daha önce geleneksel olarak yapılan çalışmanın göçmen işçilere aktarıldığını görüyoruz."
"Genç bir yaş aralığında çalışan bir iş gücü profili var. Adana bölgesinde mevsimlik tarım işçiliği yapan kadınların büyük bir bölümü okur yazar değil"
"Ataerkillik içinde biçimlenen bir kadın işçi profili var. Mevsimlik tarım işçisi olmasının ardında yatan kadın sayısının fazla olması. Kadınların zorunlu olarak katıldığı bir durum söz konusu. Çok uzun saatler ve az ücretler ödeniyor, güvencesiz işleri barındıran bir iş. Kadınların göçle birlikte işçileştiği ve tarımsal üretimin çok öenmli bir bölümünün kadınlar tarafından yapıldığını görüyoruz."
ÇADIR TAŞINACAK, YEMEK YAPILACAK, BİR DİZİ EMEK FAALİYETİ KADININ ÜZERİNE YÜKLENİYOR
"Tarım iş gücünün büyük bir bölümü de 17 yaş altı çocuklardan oluşuyor ve kız çocuklar çok yüksek. Çocuk kim dediğimizde, ‘çocuğun yaşı yok’ algısı var. Çocuk tarlaya gittiğinde çocuk olmaktan çıkıyor. Kadın emeği sadece tarlada değil ama hanenin başka bir mekana aktarılmasında da başka bir anlam ifade ediyor. Çadır taşınacak, yemek yapılacak, bir dizi emek faaliyeti kadının üzerine dayanıyor. Kadınlar işi yapıyor erkekler o işin emeğine el koyuyor. Evin reisinden işvere doğru bir zincir."
"Ev içi emeğe de daha fazla vakit harcıyor. Kadınların emekleri ve bedenleri üzerine artan bir durum var. Ücretli çalışma koşulları da kadınları daha fazla ataerlik hem de daha fazla kapitalist düzeninin içine atıyor"
SEYİT ASLAN: MÜLTECİ İŞÇİLER İKİ KAT SÖMÜRÜLÜYOR
DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve Mülteci İşçiler Daire Başkanı Seyit Aslan'ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
"Bugün mültecilerin sorunlarını savaşlardan bağımsız ele almamak lazım. Emevi Camii'nde namaz kılacağız sözleri mülteci işçilerin yaşadığı problemlerin nasıl açığa çıktığını gösteriyor. Bugün ister mülteci diyelim ister göçmen ister geçici koruma diyelim. Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın Türkiye işçi sınıfının bir parçasını olduğunu görmemiz lazım.
"Mültecilere çalışma izni vermeyerek daha ağır çalışma koşulları dayatıyor. Sermayeye hiçbir maliyeti söz konusu değil. Mülteci işçilerin sadece karın tokluğuna çalıştırıldığı gerçeğini görmemiz gerekir. Sendikaların ve işçi sınıfının bu konu ile ilgili daha radikal kararlar alması gerekir. Türkiye işçi sınıfı da yüksek oranda sömürülüyor ama mülteci işçiler iki kat daha ağır koşullarda çalıştırılıyor. Sermaye de bunun devam ettirilmesi gerektiğini söylüyor."
"Antep’te halı sektöründe yan sektörde çalışanların tamamı mülteci işçiler. Halı sanayinin son iki yılda çok ciddi karlar elde etmelerinde bu sömürü yatıyor."
"İş cinayetlerinde yaptırım da söz konusu değil. Hem çalışma koşullları, güvencesizlik gibi bir çok sorunla karşı karşıya kalıyorlar. Sendikalarda mülteci işçilerin iş gücünü ucuzlattığı yönünde kanaatlere sahipler. Bu ciddi problemli bir mesele olarak da karşımıza çıkıyor. Mülteci işçilerin problemlerine bir çok sorun ekleyebiliriz ama ülkedeki emek örgütlerinin ve sendikaların görevlerini yerine getirmeleri gerektiğine inanıyorum."
"AYRIM YAPMADAN SÜRESİZ OTURMA İZNİ VERİLMELİ"
"Bizim demokrasi güçlerinin Türkiye’deki tüm mültecilere oturma izni verilmesi konusunda bir kampanya başlatması gerektiğini düşünüyorum. Devlet burada yaşayan bütün insanlara ayrım yapmadan süresiz oturma izni vermelidir. Çalışma izinlerini bir an önce çıkarıp kayıt altına alınmasını ve ücret güvencesinin sağlanması konusunda sigortalı olması konusunda bir kampanya başlatmak gerekir. En başta emek örgütlerinin böyle bir kampanya içerisinde yer alması gerekir.
"Bir diğer mesele sendikaların kendi iç organizasyonlarında mültecilerin de kendini ifade etmelerini sağlayacak düzenlemeler yapılması gerekir. Komisyonlar ve benzeri şeylerin olması için de çalışmak gerekir. Yayınlarını onların dilinde yapmaları, sendikalarda özel istihdam yaratmaları gerekir. Bunlar Türkiyeli işçilerle mülteci işçilerin birbirini anlamasına yardımcı olacaktır. Aynı zamanda hem iş yeri temsilcilerini ve kadroları da bu konuda eğitmek gerekir. İktidarların, sermayenin politikalarının da anlatılması konusunda eğitimler yapılması gerekir."
"Sonuç olarak mülteci işçilerle Türkiyeli işçilerin birlikte mücadelesine de tanık oluyoruz. Saya işçilerinin bazı alanlarda tekstil, Esenyurt'ta gıda alanında ağır çalışma koşullarına ücretlerinin gasbedilmesine karşı ortak mücadele zemininin geliştiğini de görüyoruz. Bugün yapmamız gereken mülteci işçilerle birlikte sömürü düzenine karşı ortak mücadele araçlarını da yaratmak gerekir. Sendikalar bu konuda somut adımlar atmalı."
"Yerel yönetimleri de bu konuda denetimler yapmaya teşvik etmeliyiz. İstanbul başta Türkiye’nin her tarafında mülteci aileler yaşıyor. İşyerlerine hayatlarını sürdürmek zorunda kalıyorlar. İşverenler onları çalıştırıyorsa barınma sorunlarını da çözmeleri gerekiyor. Bu konuda yerel yönetimlerin, devletin ve sendikaların adımlar atması gerekiyor."
SAYA İŞÇİSİ AHMET: SURİYELİLİLER GREVE KATILMAKTA KORKUYORDU, SINIR DIŞI EDİLİR MİYİM DİYE
Adana'dan Suriyeli saya işçisi Ahmet'te konuşmasında şunları dile getirdi:
"İlk önce bir mülteci demeyelim. Gerçekten mülteci değiliz mülteci olsak böyle karşılık almazdık. Mülteci gözüyle değil emekçi gözüyle bakmak lazım. Orada bir ayrım yapılmaması gerekiyor. Saya işçisi olarak başka sektörde de gördük, tekstilde inşaatta olsun. Türkiye’ye gelip işimizi elimizden aldılar algısı vardı. Ufak bir kavgadan sınır dışı olabilirim. Sınır dışı olmasam elimden olacağım."
"Saya işçisi olarak grev yapalım Türkiyeli Suriyeli Arap gözüyle bakmaması gerektiğini anlatmak istedik. Bu grev bize büyük bir fırsat sağladı diyebilirim. Suriyelililer greve katılmakta korkuyordu. Sınır dışı edilir miyim diye. Bizim oradaki hükümet büyük bir korku biriktirmiş. Burayı da Suriye gibi sanıyorlardı. Buranın Suriye olmadığını anlatmamız gerektiğini düşünüyorum. Suriyeliler işimizi elimizden aldıyı geçtik. Grev yapmadan önce İzmir'de Suriyelileri istemiyoruz diye eylem yaptılar. Bizim grevden sonra öyle bir söylem duymadım. Neden? Bizim grevden sonra anladılar. Onlar da kullanıldığını anladı."
GEÇİNME VE SINIR DIŞI EDİLME KORKUSU VAR
"Bunu aşmamız gerekiyor artık. Bu korku gerçekten büyük bir sıkıntı. Bu korkuyu ikiye bölmek istiyorum. Bir geçindirme korkusu iki sınır dışı korkusu. Hapis değil bu. Hapise girer çıkarsın. Ama sınır dışı başka."
"Çalışma izin belgesi. Faydalanabiliyoruz ama nasıl. Öyle kurallar koymuşlar ki bize imkansız neyse öyle kurallar koymuşlar. İşveren sigortalı yapmıyorum. 'Yaparım ama senin maaşından keserim' diyor. Ben de istemem zaten zor geçiniyorum nasıl isteyeyim ben sigortayı. Bu grevden sonra oldu tabi sigorta isteme talebi. Gözler açıldı diyebilim. Korkudan hiçbir şey göremiyorduk. Sadece Evrensel vardı grevde. Herhangi bir sendika yoktu. DİSK, Türk-İş veya herhangi bir sendika yoktu. Sendikalar da korkuyor bu konuya yaklaşmaya. FOX’ta da çıktık."
"O zamanlar 3 bin TL’yi 3 bin TL para vermen lazım bir de işverenin kefil olması gerekiyor. Öyle bir patron da bulamıyoruz. Sigorta yok. Bir inşaatta çalışan çocuk üzerine bir şey düşüyor ölüyor. Suriye'den yeni gelmiş. Abisine bir miktar para vermişler. Şikayet de edememiş. Bir kaskı bile yoktu. Geçtiği yerden üzerine düşüyor. Öyle bir korku var. Şikayet edersem beni sınır dışı edebilirler."
AVUKAT TUGAY BEK: NEFRET SUÇLARI YAŞANIYOR
Avukat Tugay Bek'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Suriyeliler pek çok nefret suçlarına maruz kalıyor. Bunlardan Ali El Hemdan davasını takip eden bir grup avukatız. Bir dizi nefret suçları gerçekleşiyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla başka ülke vatandaşı olmak arasında cezai fark yok. Mevzuatta düzenlenmiş değil ancak pratikte bunun böyle olmadığını görüyoruz. Ali El Hemdan davası önemli. Ali El Hemdan davası dışındaki davalar aktif takip edilen davalar değil. Hemdan 2020 Nisan ayında pandemi tedbirlerinin ilk uygulandığı tarihlerde polis tarafından öldürülüyor. Kendisi de konfeksiyon işçisi. 20 yaş altındakilerin çalışma belgeleri yoksa sokağa çıkmaları yasaklanmıştı. Hemdan 18 yaşında durdurulduğunda ceza uygulanacağını düşünerek uzaklaşmak istiyor. Bir polis memuru da takip ederek hedef gözeterek kalbinden tek kurşunla kendisini vuruyor. Ali Hemdan’ı öldüren polis memuru ayağının kaydığını, kovalarken peşinden gittiğini, istemeden ölümüne sebebiyet verdiği gibi bir savunma yapmıştı. Güvenlik kameralarına bizatihi el konulması yargılama sürecini etkiledi. Ali El Hemdan’ın yüzünü polis memuruna döndüğünü ancak 20 metre mesafeden vurduğunu soğuk kanlı bir şekilde hemdana gittiği bu görüntülerden anlaşıldı."
CUMHURBAŞKANININ TELEFONUYLA AİLE TÜRK VATANDAŞLIĞINA GEÇİRİLDİ
"Türkiye’de bir ilk olarak bir aile 20 kişilik bir aile telefonla cumhurbaşkanının telefon talimatıyla Türk vatandaşlığına geçişi sağlandı. Ali El Hemdan’ın babası duruşmaya geldi. Şikayetçi olduğunu davayı takip etmek istediğini biz avukatları kabul ettiğini beyan etti. Sonrasında ailenin bize vekalet vermekten çekindiğini gördük. Aile Adana Valiliği ve Emniyeti tarafından tehditlere maruz kalmış ve korkutulmuş. Ek olarak İdlib bölgesinden ÖSO adında orada savaşan grupların liderlerinden olduğu bu davanın takip edilmemesi hususunda tehdit edildiğini dolaylı olarak öğrenmiş durumdayız. 4. duruşma oldu, aile gelemiyor. Biz avukatların müdahillik talebi reddediliyor. Müdafilik sırası tamamen boş kaldı. Burada müşteki müdahil yokken mahkeme yargılama yaptı. Burada adil yargılanmanın neticelenmesini beklemiyoruz."
"Şuna tanık olduk zaten ikili hukuk uygulanıyor. Kamu görevlileri ile vatandaşlara muhaliflere ayrı hukuk uygulanıyor. Ali El Hemdan şunu gösterdi Suriyelere de ayrı bir hukuk uygulanıyor. Bir telefonla vatandaşlığa geçirilmesi.. Bunu yapanın bu davayı takip edecek olursa TC devleti tarafından bir anda hakları elinden alınırsa Suriye'ye bırakılabilir. Organize bir şekilde başından itibaren. Ali El Hemdan'ı ölüren polis memuru Fatih Karaca'nın korunduğunu kollandığını görüyoruz. Daha ifadesi alınmadan Valilikten yapılan açıklamada ayağının kaydığı söylendi"
"Hemdan’ın tişörtü polis laboratuvarına gönderiliyor. Kurşun deliği üzerinde yaptığı incelemede kurşunun sekerek geldiği yönünde rapora yansıyor. Tişört üzerinden yapılan inceleme ile kriminal bilim açısından da sabit olmasına rağmen Karaca'nın kazayla ölüme sebebiyet vermesi yönünde rapor verilmiş durumda. Raporu düzenleyen laboratuvar görevlilieri müfettişlere ifade vermek zorunda kaldı. Memurlar mesleki bilgi tecrübe çerçevesinde bu raporu hazırladık diyor. Tişört üzerinden bu kanıya varmak teknik olarak mümkün değil."
"Örneğin 10 Ekim davalarında avukatlar müdahil avukat olarak davalara dahil oldular. Ancak Ali El Hemdan davasında bu yapılamadı. Avukatların davaya dahil olması engellendi. Ancak biz bu davayı takip edeceğiz."
Göç Konferansının "10 Yıldır Süregelen Durum: Savaş, Sınır, Hukuk" başlıklı ilk oturumunda konuşmacılar; Gazeteci Hediye Levent, Van Barosu Göç ve İltica Komisyonundan Av. Mahmut Kaçan, Emek Partisi MYK Üyesi İskender Bayhan ve Dr. Sibel Karadağ oldu. İzlemek için tıklayın.
Göç Konferansı, "Bir Arada Yaşam Neden Sağlanmalı, Nasıl Sağlanacak" başlığıyla devam edecek. (İstanbul/EVRENSEL)
KONFERANS PROGRAMI