EMEP'in Göç Konferansı: "Bir Arada Yaşam Neden Sağlanmalı, Nasıl Sağlanacak?" -3
Emek Partisi düzenlediği Göç Konferansının üçüncü oturumu "Bir Arada Yaşam Neden Sağlanmalı, Nasıl Sağlanacak" başlığıyla devam etti.
Emek Partisi, 20 Haziran Dünya Mülteciler Gününde Suriye savaşının 10. yılında göçün dünü, bugünü ve yarınını Göç Konferansında gündem etti. Göç alanında çalışan akademisyenler, hukukçular, gazeteciler, sendikacılar ve Suriyeli mülteciler konferansta göç meselesi ve çözüm önerilerini ele aldı. Göç Konferasının üçüncü oturumu "Bir Arada Yaşam Neden Sağlanmalı, Nasıl Sağlanacak" başlığıyla devam etti.
Gülçin Karabağ'ın modaretörlüğünde oturumda söz alan konuşmacılar, Prof. Dr. Murat Erdoğan, Prof. Dr. Nur Banu Kavaklı, Prof. Dr. Ayhan Kaya, Kadın Mülteci İşçi, İzmir Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği Başkanı Muhammet Salih Ali oldu.
MURAT ERDOĞAN: “SURİYELİLER TÜRKİYE'DE KENDİ YAŞAMLARINI İNŞAA ETTİLER”
Gelişmiş ülkelerde göçmen ihtiyacı önemli bir konu olmasına rağmen göçmenlerin de önemli bir sorun haline geldiğini dile getiren Prof. Dr. Murat Erdoğan, mültecilerin ise daha yoksul ülkelerde yaşadıklarını, uluslararası toplumun ise bağış yapar gibi belirli sayıda bir mülteciyi aldığını söyledi. Geçen senenin rakamlarına göre 40 bin yerleştirme gerçekleştiğini dile getiren Erdoğan, nitelikli göçmen alımı yapan gelişmiş ükelerin mültecileri 3’üncü dünya ülkelerinde tutmaya çalıştığını söyledi.
Bugünlerde sosyal demokratlar tarafından yönetilen Danimarka’nın mülteciler konusunda ırkçı bir çizgiye savrulabildiğini ifade eden Erdoğan, “Burada yaşayan Suriyelilerin ikametlerini uzatmayacağız, çünkü ülkelerinde yaşayabileceği yerler var diyorlar” dedi. Danimarka’nın göçmen aldığını ama sıfır mülteci politikası uyguladığını dile getiren Erdoğan, “Gelişmiş ülkelerde mülteciler sosyal huzuru bozacak bir şey olarak görülüyor. Türkiye olarak 10 yılda tecrübemiz var” diye konuştu.
Başlangıçta Suriye'nin Esad’ın yarın öbür gün gideceğinin öngörüldüğünü dile getiren Erdoğan, “2013 sonrasında Türkiye devletinin istemeyerek aldığı bir karar oldu. Kamplarda yer kalmayınca Suriyelilere ‘Başınızın çaresine bakın’ dendi. Onlar da başlarının çaresine baktılar. Türkiye’nin çeşitli yerlerine dağıldılar. O da yetmedi Avrupa’ya gittiler. 2014-2016 arasında 1,2 milyon mülteci Türkiye üzerinden Yunanistan’a, oradan Avrupa’ya ulaştı. Bunların yarısı Suriyeli. Gerisi Türkiye’de kendi yaşamlarını inşaa etmeye başladılar” dedi.
Suriyelilerin yüze 70’inin geri dönmeyi düşünmediğini ifade eden Erdoğan, “Bizde iktidar ‘Esat giderse çözülecek’ muhalefet, ‘Esat’la öpüşürsek sorun çözülecek’ gibi çok kolaycı bir yaklaşım içerisindeler. Ama sosyolojik gerçeklik başka bir şey söylüyor” diye konuştu.
Göç idaresinin son rakamlarına göre geçici koruma altındaki Suriyeli sayısının 3,7 milyon civarında olduğunu söyleyen Erdoğan, “Türkiye’de son günlerde Türkiye’ye olağanüstü bir geçiş var. İran sınırından başta Afganlar olmak üzere yoğun bir geçiş var. ABD’nin çekilmesi ile birlikte süreç daha da hızlanacak gibi görünüyor. Türkiye’nin bunu hesap etmesi lazım. Bunları bir araya getirdiğimizde 6 milyon civarında yabancı olduğunu biliyoruz. Yaklaşık 1,5 milyonu düzensiz göçmen kategorisinde ve bunun nereye evrileceğini bilmiyoruz. Ama bunun toplumun huzurunu etkileyeceği belli” dedi.
Uyum politikalarının hayata geçirilmesi gerektiğini söyleyen Erdoğan, Suriyeliler arasında koşullardan kaynaklı bir milliyetçilik gelişebileceğini belirterek “Tam da bu partinin yoğunlaştığı emek konusuna dikkat etmemiz gerekiyor. Geçici koruma ile gidemez, statüyü düşünmemiz lazım” dedi.
AYHAN KAYA: ENTEGRASYON PAKTINDA GÖNÜLLÜ GERİ DÖNÜŞ VURGUSU VAR
Prof. Dr. Ayhan Kaya, Avrupadaki uyum politikaları üzerine bir sunum yaptı. Kaya, AB göç ve iltica paktına değinerek "11 Eylül 2001'den bu yana bugünkü AB göç ve iltica paktı da göz önünde bulundurulduğunda pek bir şey değişmediğini görüyoruz. 2011 olaylarının ardından AB'de göç olayı güvenlikleştirildi. Ulusal, toplumsal güvenliğe bir tehdit olarak algılandı. Son yıllarda Arap baharı ve ardından Suriye olaylarıyla birlikte mülteci konusu daha fazla gündeme gelmeye başladı. Ama Avrupada'ki siyasi partiler aynı hat üzerinden giderek konuyu değerlendirdi. Nitelikli olan insanlara ister mülteci göçmen olsun kapılarını açmaya devam ediyor, ama nitelikli olmayana kapılarını kapatıyor. Özellikle en son göç ve iltica paktında entegrasyon paktı yerine daha çok gönüllü geri dönüşün altının çizildiğini görüyoruz.. Türkiye'deki söylemle de çok paralel giden bir söyle. Türkiye’de siyasal söylem geri dönüşün altını çizerken ama uyum ya da entegrasyon gibi konulara referans yapılmadığını hatırlayalım” dedi.
TOPLUMSALIN PARÇALANDIĞI BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ
Pandemi’nin mültecilerle birlikte çok sayıda vatandaşı da yoksullaştırdığını ifade eden Kaya, ırkçılık, yabancı düşmanlığının yoksullukla bağlantılı olduğunu belirterek “Kaldı ki son dönemde belirli bir dönemde 2001 yerel seçimlerinin ardından Türkiye’de arap karşıtı duyguların giderek arttığını söylemek gerekiyor ve bu beni kişisel olarak kaygılandırıyor. Geleceğe buradan bakmak, yeniden bir arada olma koşullarını düşünmek gerekli. Toplumsalın parçalandığı bir ülkede yaşıyoruz. Toplumsalın parçalanması yalnızca Suriye’den Afrika’dan gelenlerlealakalı bir durum değil bizimle alakalı bir durum. Polarizasyonun kutuplaşmanın yaşandığı bir ülkede yapmamız gerek geleceğe bakmak. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda siyasal söylemlerde geçmişe bakıldı. Osmanlıcı bir takım perspektifin dile geldiğini gördük. Bu bugünün Türkiyesini inşa etmek için uygun görünmüyor bana. Yeniden, gelecek perspektifine sarılan, umut barındıran hikayelerin olduğu bir takım söylemler geliştirmek gerekiyor” diye vurguladı.
Bir arada yaşamın yerelde başlayıp yerelde biten bir konu olduğunu dile getiren Kaya, “Basit inisiyatiflerle insanların bir araya geldiği, birbirleri ile etkileşime girdikleri ortamlar yaratabildiğimiz ölçüde, konuştuğumuz ölçüde yerelde bunun mümkün olabildiğini görüyoruz” dedi.
BANU KAVAKLI, SAHADAKİ GÖZLEMLERİNİ AKTARDI
Sahadaki gözlemlerini aktaran Prof. Dr. Nur Banu Kavaklı, şunları aktardı:
"Özel olarak Suriyelileri düşünecek olursak homojen bir grup değil. Pek çok farklı ayrışma olduğu gibi Suriyeliler içinde de daha korunmasız gruplar var; kadınlar ve çocuklar bunun başında geliyor. Farklı mahallelerde ayrımcılığa önyargıya maruz kalmanın o uyumu tatmanın nasıl farklılaştığını anlatacağım. Esenler'de Bağcılar'da Haseki'de yaptığım ev görüşmelerinde daha fazla yalnızlaşma izolasyon varken Tarlabaşı daha farklı bir deneyim sunuyordu. Tarlabaşın'da ayrımcılığın şiddetli bir şekilde yaşanmadığını gördüm. Yerelin önemi, STK’lerin önemine bağlayacağım bu durumu. Acaba Tarlabaşı daha fazla ötekinin bir araya geldiği ve o yüzden acaba ötekiyle daha uyum içinde yaşadığı bir yer mi diye. Bunu sağlayanın aslında bir sivil toplum kuruluşu Tarlabaşı Toplum Merkezi ve SGGD ASAM olduğunu gördüğünü gördük. Orada çocuklar okul sonrası faaliyetlere katılıyor sosyalleşiyorlar ve bu ötekileşmenin önüne geçen bir unsur haline gelmişti."
"İKİ SENEDİR MİSAFİRE PİŞİRDİĞİM İLK KAHVE" DEMİŞTİ
"Haseki'de Esenler'de Bağcılar'da özellikle bakım yükümlülükleri sebebiyle eve bağımlı kadınlardan dinlediğim 'yapayalnız yaşıyoruz'du. Beklentiler o kadar düşürülmüş ki Hasekili kadın, '2 senedir burada oturuyorum sağolsun komşularım çok iyi insanlar görünce selam veriyorlar' diyor. Ev ziyaretine gittiğimizde 'iki senedir bu benim misafire ilk kahve pişirmem oldu' dedi."
EVDE BAKIM YÜKÜ OLAN KADINLAR PARÇA BAŞI İŞİ YAPMAK ZORUNDA KALIYOR
"Çok ciddi bir emek sömürüsü var. Kayıtdışı çalışmanın hem Türkiye ekonomisini nasıl kurtardığını hem Suriyelileri nasıl mağdur ettiğini biliyoruz. Bir yandan da istihdam piyasasına hiçbir şekilde dahil olamayan bir nüfus var. Kadınlar burada ekstra savunmasız hale geliyor. Hasta bakımı, ev bakımı, çocuk bakımı onların üzerinde. Bir kreş imkanı olsa hem istihdama katılmayı kolaylaştıracak. Çünkü ailede sadece annenin bulunduğu haneler de var. Onlar ise parça başı iş yapmak durumunda kalıyor, çünkü evde bakım yükü var."
"Kent yaşamına dahil olamama var. Tarlabaşı Dolapdere'de yaşayan ailelerden bana 4 seneden beridir İstanbul'da yaşıyorum denizi görmedim diyen olmuştu. Camileri görmek istiyorum demişti biri."
"Kadınlara hele de daha eve bağlı olmak bağlamında yerel yönetimlerin kimi hizmetler sağlayabileceğini düşünüyorum. Kreş olabilir, bakım hizmeti olabilir veya çeşitli kenti de içeren sosyalleşme faaliyetleri olabilir. Türkiye'deki hayatın nasıl olduğunu kente dair nasıl bir mental harita oluştuğunu öğrenmeye çalışmıştım. İlk başta polis merkezleri daha sonra göç idaresi haline geldi burası, daha sonra hastane, çocukları eğitim görüyorsa okul, varsa akrabalarından oluşan bir ağ söz konusuydu. Bunun dışına çıkılmıyor."
EĞİTİME ERİŞİM ENGELLENMİŞ DURUMDA
"Basit müdahalelerle hayatı kolaylaştıracak yöntemler olabilir. Bu çevirmen olabilir. Özellikle Türkmenler 'Biz birbirimize çevirmen olarak yardımcı oluyoruz' demişti."
"Suriyeliler ve Türkiyeliler arasında yalan, yanlış eksik bilgilerin dolaşması da çok büyük sorun. Buradan eğitime bağlamak istiyorum. Geçici koruma statüsündeki ailelerin çocukları, devlet okullarında eğitim alabiliyorlar, geçici eğitim merkezleri kapatıldı. Doğrudan MEB dahilindeki eğitime geçiliyor. Fakat özellikle Suriyeli nüfusun yoğun olduğu yerlerde -İstanbul'u kastetmiyorum- Kilis'te, Antep'te sınıf mevcutlarının zaten yoğun olması, Suriyeli nüfusun da yoğun olması nedeniyle böyle bir hakkı olmamasına rağmen idarecilerin kayıt almak için ek belgeler talep ettiğine dair bilgi var. Yani eğitime erişim engellenmiş."
MUHAMMET SALİH ALİ: YANGINDAN, BOMBADAN CANINI KURTARMAK İÇİN NEREYE KAÇACAK?
22 senedir İzmir'de yaşadığını belirten İzmir Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği Başkanı Muhammet Salih Ali derneğin kurulma sürecini ve Suriyeli mültecilerin yaşadıklarını anlattı:
"2011’den beri, Suriye’de ne oldu? Arab Baharı başladıktan sonra Suriye’de de savaş çıktı. Suriye, Türkiye’ye komşudur. 900 km var aramızda. Olaylardan sonra yangından kaçan bombalardan kaçan güvenlik için can kurtarmak için nereye kaçacak? Tabiki komşu olarak Türkiyeye gelecek. Türkiye en güvenli yerdi aldı. 2011 Mart'tan beri gelenler bir kısmı Türkiye'ye sanki misafir olarak geldiğini zannetti. Bütün tahminler Suriye'de 6 ay 10 ay 1 sene her şey bitecek. Hakikaten bitmişti. Rejim bitmişti. Herkes geri dönmek istiyordu. Ama maalesef bütün tahminler boş, yanlış çıktı. Rejimi kurtarmak için güçler müdahale etti. İran, Rusya ve onlarla bağlı silahlı örgütler bu rejimi kurtardı. ama nasıl kurtardı, bir harabe kaldı, Biliyorsunuz halep'te İdlip’te ne olduğunu biliyorsunuz. Gelenler artık can güvenliği için Türkiye'ye kaçtılar."
"Üç günde Kobane'den 300 bin kişi sınırı geçti. İzmir'de 2015-2016’da sokakta bile yer kalmadı. Neden? İzmir Avrupa kapısı oldu. Tehlikeli bir yol seçtiler, Ege Denizi Akdeniz baya can aldı. Çünkü Türkiye öyle bir yüke tahammül etmedi. Suriyeden yangından kaçtılar ama burada kötü bir yaşama, zor bir durumda kaçmak istiyorlar. Avrupa'ya kaçmak istediler. Sayısını bilmiyorum kaç kurban verdik denizde ama büyük bir sayı denizde kurban verdik. 10 sene oldu 10 senede felaket seneler geçti. Bir kısmı kaldı, bir kısmı iş buldu, bir kısmı yerleşti, bir kısmı sakinleşti."
ZOR DURUMDA UCUZA, FAZLA SAAT ÇALIŞTILAR, MECBUR KALDILAR
"İlk günden bugüne çok fark var. Bugün Suriyeli kendi ülkesine ortak oldu diye düşünüyor. İşler de rekabet oldu. Suriyeliler zor durumda çalıştılar, mecbur kaldılar, ucuz çalıştılar, daha fazla saat işte çalıştılar ama mecbur kaldılar. Eksiği vardı, neydi? Dil bilmiyordu. Patron, atölye 'sen anlamıyorsun" diyor. Bu boşluğu doldurmak için ucuz ve fazla zaman çalışmak gerekiyor. Her yerde oluyor."
YÜZDE 80'İ ALTYAPI VE CAN GÜVENLİĞİ OLURSA GERİ DÖNER
"2011'den beri dernek kurduk, nasıl yardımcı oluruz, nasıl bir köprü olabiliriz diye. Tabiki çok zor. Yetmiyor. İnanın çok aileler aç yattılar. Bir sene bir buçuk sene önce bu pandemi baya zorlaştı. Bir atasözü var Arapça'da 'önceden yük ağırdı ama yokuş geldi, yükten sonra yokuş geldi. Bu pandemi hakikaten bir yokuş yarattı. Yüzde 50'den fazla atölyeler, işverenler, merdiven altında çalışanlar da bile işler baya azaldı. Sokakta karton toplayanların da işi azaldı. Başka da iş yoktur. Böbreğini satmak için teklif ediyor. Geri dönmek isteyen sayısı baya azaldı. Ben mülteci olarak şunu söylüyorum, bu saate bile kadar Suriyelilerin yüzde 80'i eğer Suriye'de bir altyapı, güvenlik olursa, can güvenliği olursa geri dönecek. Arazi sahibidir, çiftçilikle geçinir Suriyeliler, topraktan koparmak kolay değildir."
"Bizim sosyal uyum ve entegrasyona ihtiyacımız var. Sosyal uyum ve entegrasyon olmazsa nefret artabilir"
ADİLE: PAZARDA, OKULDA, İŞTE ZORLUK ÇEKİYORUZ
Mülteci bir kadın olarak gündelik yaşamda karşılaştığı zorluklardan bahseden Adile ise “Pazara gidiyorsun zorluk çekiyorsun, okula gidiyorsun zorluk çekiyorsun. İşte de yine zorluk çekiyorsun. 100 alıyorsan 50’sini veriyorlar. Çocuklar da zorlandı. Kaçak çalışıyorlar. Sigorta yok, izinsiz çalışıyorlar” dedi. En büyük oğlu çalışırken küçük çocuklarının okuduklarını anlatan Adile, “Okulda zorlanıyorlar. Türkçeleri iyi ama insanlardan dolayı zorlandılar. Yazmayı okumayı çözüyorlar ama insanları çözemiyorlar. ‘Sen Suriyelisin’ diye dışlıyorlar. Çocuklar da üzülüyor. Biz de işlerde zorlanıyoruz. Dışarı çıkamıyoruz. Çalışamıyorum artık bıktık hakaretlerden. Korka korka yaşıyoruz Türkiye’de. Suriye’de tek bir kişi bizi vuruyordu. Burada herkes vuruyor bizi. Hakaretten başka bir şey yok. Bizim için o hakaret daha kötü” dedi.
İlk geldiğinde evlerde çalıştığını dile getiren Adile, “Baktım idare etmiyor dışarı çıktım. Dışarıda da anlaşamadım. Hakaretlerine dayanamadım. Birkaç defa gittim ondan sonra çalışamadım. Halep’te yaşıyordum. Hepsi Suriye’de doğdu, 9 çocuğum var. Burada çocuklarım büyüdü. En küçükleri neredeyse doğduklarından beri Türkiye’de. Çocuğu komşular dövüyorlar. Oturuyorum. Çocuğu savunamıyorum. Bu memlekette boyun eğeceğiz ezilmeye mahkumuz. Her türlü eziliyoruz. İşlerden yana, insanlardan yana. Yoksulluğu, açlığı bir tarafa bıraktık. En çok milletin lafından korkuyorum” diye konuştu.
İNSANLAR BİRAZ VİCDANLI OLSUN
Mültecilere bodrumları, ahırları daire diye kiraya verdiklerini dile getiren Adile, “Deprem olursa Suriyeli nolacak ölürse ölsün. Burada günde bir defa ölüyoruz. Açlığı yoksulluğu bir tarafa bırak insanlardan çok hakaret duyuyoruz. İnsanlar biraz vicdanlı olsun. Keyfimizden buraya gelmedik. İşyerimiz evimiz vardı. Çocuklarımdan korktum da buraya geldim. Toprağımda ölmem daha iyiydi burada ezilmekten boyun eğmekten. En azından orada bir defa ölüyorsun bitiyor. Markete korka korka gidiyorum. Çocuklarım Arapça konuşamazlar. Utanıyorlar. Korkuyor mı? Bilmiyorum artık. Korku içinde yaşıyorlar” dedi.
Küçük çocuklarının Suriye’yi hiç bilmediğini anlatan Adile, “Büyükler dönmek istiyor ama küçükler buraya alıştı. Burada büyüdüler. Haberlerde bakıyorlar savaş var. ‘Ölmeye mi dönelim?’ diyorlar. Ben de aslında düşünüyorum. Memleket diye bir şey yoktur. Memleketi 4’e böldüler. Buraya geldi insan ticareti yapıyorlar” diye konuştu.
ÇOCUĞUM EZİLİYOR SAVUNAMIYORUM
Çocuklarının Türkiye vatandaşı olmayı çok istediğini dile getiren Adile, şunları söyledi: “Sanıyorlar ki o kimliği olunca geneldeki insanlar gibi olacaklar. Ama yine Suriyeli olacaklar. Kimliği korkudan istiyorlar.Çünkü okumak istiyorlar. En azından okula gideyim ki ayrımcılığa uğramayım diye düşünüyorlar ama onları da alsalar yine aynı şekilde ayrımcılık yapacaklar. İnsanlık istiyoruz başka bir şey istemiyoruz. Hakkımı savunamıyorum. Bir kimliği alıp onunla mı savunacağım. Savunamam. Çocuğum eziliyor onu savunamıyorum. Kimlik mi beni savunacak?"
Kapanış konuşmasında yeniden söz alan Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz "Yolun başındayız. Önemli bir kilometre taşı bu. Daha da genişleterek, büyüterek ilerlemek istiyoruz. Sadece bir gün olarak düşünmüyoruz. Haziran ve Temmuz'da panellere devam edeceğiz. Aşılamada belli seviyeye gelirsek yüz yüze yapmak istiyoruz. Siz değerli hocalarımızı, işçi bölgelerine götürmek istiyoruz. İşçilerle, mültecilerle sizleri buluşturmak istiyoruz. Bu karşılıklı öğrenme olacaktır" diye konuştu. (İstanbul/EVRENSEL)