Sözleşme sonrası TPI'daki süreç: Sendika sessiz işçi endişeli
Onayları alınmadan sözleşme imzalanmasına tepki gösteren TPI Composite işçileri, 10 işçinin işten çıkarılmasıyla işten atılma endişesi yaşıyor.
TPI Composite işçileri | Fotoğraf: Turan Kara/Evrensel
Turan KARA
İzmir
28 Mayıs akşamüstü İzmir Sasalı köyünün 1 kilometre ilerisinde kurulu TPI Composite fabrikası önünde yaklaşık 500 işçi toplanmış, Petrol-İş Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Salih Akduman’ı dinliyordu. Bir sandalye üzerine çıkıp konuşan Akduman, patronun masaya oturmayan ve dediğim dedik çaldığım düdük tutumundan sızlanıyor, pandemiye rağmen yapılan eylemlerden dolayı kendileri hakkında şikayetçi olmasına sitem ediyordu.
Grev kararının asılacağı ilan edilen eylemde, patronun grev yasaklarına güvendiğini dile getiren Akduman, “Grevi yasaklatırız diyor şirket avukatı. Yasaklanırsa yasaklansın ne olmuş, hayat devam ediyor, dünyanın sonu değil, sen nasıl bakacaksın bu işçinin yüzüne onu söyle” derken karşısında 500 işçi tek bir ağızdan “Hak, hukuk, adalet Petrol-İş’e emanet!” diye bağırıyordu.
İŞÇİLERDEN SENDİKAYA TEPKİ
Beş gün sonra işçiler bir gece vardiya amirinden sözleşmenin imzalandığını öğrendi. Sonra da sendikacıların Ankara’da olduklarını. Sabaha kadar işçilere hiçbir açıklama yapılmadı. Sabah şube başkanı gösterişli bir mahcubiyetle açıklama yaparken, “Boyun eğmek zorunda kaldık” deyince, çıktığı kürsüden indirdiler, başkan fabrikadan ayrılmak zorunda kaldı.
Üstünden günler geçmesine rağmen Petrol-İş Genel Merkezi ölülere özgü bir sessizlikle ne TPI işçilerine ne de 40 bin üyesine, o gece neden imzalamak zorunda olduklarını, sendikaya neden ve kimin zorla boyun eğdirdiğini, bu duruma karşı mücadele etmemeyi ve teslim olmayı yeğlediğiyle ilgili bir açıklama gereği duyuyor ve tepkisizliğini koruyor.
İşçiler, oldubitti ile bitirilmesini protesto ettikleri sözleşme sonrası fabrikalarda Akduman’ın patrona seslendiği gibi “Hayat devam ediyor.” Ama şirket yöneticilerinin, sendikacıların ve işçilerin hayatı farklı şekillerde...
İSTENMEYEN BİR SENDİKA YÖNETİMİ VE PATRON BASKISI
Sürecin asıl aktörü olan 4 bin işçinin hayatı eskisine oranla değişmeyen yanlarıyla sürüyor. Adeta Başkan Yardımcısı Salih Akduman’ı tasdik edercesine değişmeyen şeylerin başında ekonomik durum ve sosyal yaşamındaki kısıtlı imkanlar geliyor. Ayrıca idarecilerin baskısı, güvencesizlik de sürüyor. Değişen en büyük şey ise artık kolay kolay güvenebilecekleri bir sendika yönetiminin olmaması...
Bir işçi, “İşyerinde arkadaşların bir kısmı arada temsilciliğe uğrayarak birikmiş alacağını hesaplamak istiyor ya da kahve almaya uğruyor. Sendikanın yarı yolda bırakması ve sırtını işçilere dönmesi hâlâ sindirilebilmiş değil ve kolay da sindirilecek gibi görünmüyor. Elimizde bir tek olanak seçimler kaldı. İstifa diye onurlu bir kurum yok burada. Seçime kadar yine bir yolunu bulur mu belli olmaz, karşısındakileri işten attırma tehlikesi var artık. Bir gece yarısı işçiye sormadan imza atıyorsan artık işverenle anlaşmışsındır, ötesi var mı” diyor.
İŞÇİLER İŞSİZ KALMA ENDİŞESİYLE ÇALIŞIYOR
İşçiler şirketin bir kıyım yapacağından endişe ediyor. Üretim aşamalarında kimi hallerde iki haftalık ya da uzun duruşlar da tetikliyor bu kaygıyı ve işsiz kalma endişesi ile çalışıyor. Bu durum şirketin otoritesini arttırıyor.
Şirketin asıl sahibi Amerikalı Steve Lockard’ın ziyareti sonrasında sendika temsilcilerinin de katıldığı disiplin kurulu toplantısı yapıldı. Bu toplantı sonrası bir açıklama yapılmadığı için kimse net sayı bilmese de içlerinde şubeye muhalif olduğu için Petrol-İş Genel Merkez tarafından şube yöneticiliğinden alınan ve sendikacılığı bittiği için işyerine dönen işçinin de olduğu 10 civarında işçi çıkarıldı.
Bir işçi bu durumu şöyle yorumluyor: “Orhan Zengin protestoların sorumlusu olarak muhalefeti gösterdi sürekli. Onlardan da biri işten çıkarıldı, diğeri de başka bir yere gönderildi, yani muhalifler egale edildi. Bu demektir ki sendika ile işveren artık dost. Uzun zamandır istediği şeyi aldı yönetim.”
İşçilerin bir kısmı açıkçası sendikanın yapabileceklerinden daha çok korkuyor. Şayet hâlâ mücadele isteği olduğunu söylüyorsa Petrol-İş için bu durumun kötü olduğunu söylemeye gerek yok. Bir TÜPRAŞ işçisinin verdiği örnekten bahsetmek gerekirse, TÜPRAŞ’ta yaşanan yüksek hakem hezimeti öncesinde şirketin yaptığı ankette, işçiler içinde işyerine aidiyet oranının yüzde 17’den yüzde 19’a çıkması da ancak böyle açıklanabilir.
SÖZLEŞMEDE EKONOMİK DURUMUN BELİRSİZLİĞİ
Sözleşme ve ekonomik duruma gelince, sendika ücret hesaplama tablosundan sonra mesaj atarak imza altına alınan sözleşmeyi işçilere iletti. İletilen sözleşmede banka promosyonu konusu “Promosyon alınması durumunda” diye ifade edilirken işçiler bu hakkın meçhul duruma düştüğünü ya da bir fırsatını bulurlarsa ellerinden alınacağı kaygısıyla okudu. Halihazırda üç senelik periyotta 2 bin 800 lira toplu para olarak aldıklarını söyleyen işçiler, bunu bile az bulurken bundan da olmak gibi bir riskle karşılaştıklarını söylüyor.
Bir başka belirsiz konu ise ücret zammı maddesi. İkinci yıl için enflasyon artı 3 puan artış yetersiz bulunuyor zaten. Ama ücret artışı maddesinde “Sıfır yıllık bir işçi yüzde 22 net ücret artışı alır” derken bu “Kıdem yılına göre değişiklik göstererek yüzde 26.8 oranında saat ücretine zam” anlamı oluşturuyor. Kıdem yılına göre ne şekilde hesaplanacağı ise belirtilmemiş.
"BASKI OLDUYSA NEDEN TEPKİ GÖSTERİLMİYOR"
Hayal kırıklığı adeta bir kara bulut gibi başında dolaşan şube başkanı ve yardımcısı hem işyerinde iradesi hiçe sayılan işçilerin ağır protestolarından hem de tüm Petrol-İş camiasına yayılan görüntülerden sonra oluşan itibar kaybını kendini ziyarete gelen genel merkez yöneticileri ve diğer şubelerden dostlarıyla toparlamaya çalışıyor. Üstünden 15 gün geçmesine rağmen şube başkanı gibi genel merkez de yaşananlara dair açıklama yapmadı.
TÜPRAŞ hezimetinde olduğu gibi sendika genel merkezi kendi arasında konuşurken iddia ettikleri “Bakanlık baskısı, grev yasağı ve yüksek hakem ile tehdit edilmeleri” konusunda kamuoyuna tek bir kelime etmedi. Kimi işçiler, “Eğer bahsettikleri gibi gece yarısı bakanlık yetkilisinin sözleşmeyi bitirmeye çalışması gibi bir durum varsa bu hukuksuz durum neden protesto edilmiyor?” diye soruyor. “Karşı çıktıkları bir şey yok ki, hepsi kazandı biz kaybettik. Devlet deyince de kimse tartışmıyor, bu da onların işine gelen başka bir nokta” diyor bir işçi.
Büyük bir sessizlikle olayı açığa kavuşturmak yerine kapatmaya ve bu durumu dedikodu şeklinde “kendi içlerinde” konuşmaya devam edecekler gibi görünüyor. Genel merkez yöneticilerini yakından tanıyan TÜPRAŞ işçileri bu durumu genel merkezin “itibar ve gösteriş düşüklüğüne” bağlıyor.
Sonuç olarak bu tablo, haksızlık olarak anlatılan olayın geçiştirileceğine, işçilerin bir kez daha sahipsiz kaldığına ve hakkının savunulmayacağına işaret ediyor. Sendika temsilcilerine gelince onların hayatı bir işçinin gözüyle şu şekilde devam ediyor: “İlk günlerdeki yüksek sesli istifa talepleri bastırıldı, herkes daha sakin. Temsilciler üzerindeki işçilerin adeta abluka şeklinde kurduğu baskı azalmış, temsilcilik odası ıssız ve işçiler tarafından protesto biçiminde terk edilmiş ve şubeyi savunanlar yalnız bırakılmış durumda.”
ŞİRKET ÜRETİM ARTIŞI VE ATILIM PLANLIYOR
Mayıs ayında şirket CEO’luğundan yönetim kurulu başkanlığına geçen Steve Lockard Türiye’ye geldi. İzmir’e de gelerek fabrikayı gezdi. Lockard’ın gelişi de TOBB’nin çağrısı da aynı zamana denk geldi. TOBB yeşil enerji sözleşmesinin imzalanmasını ve rüzgar ve alternatif enerji kaynakları konusunda teşvik edilmek istediklerini belirtti. Bu, TPI ve onun iştirakleri Vestas, Nordex, Enerchon gibi enerji tekellerinin imtiyazlarla ülke içinde daha da yayılması ve Türkiye’nin ekonomi ve sanayisini daha fazla işgal edeceği bir seviyeye çıkacağının, bağımlılık oranının da artacağının göstergesi.
Türkiye’de TPI, nisan ayının ilk yarısında fabrikaları yaklaşık yüzde 50 üretim kapasitesiyle işletti. Küresel tedarik zincirinde kesintiler nedeniyle aksamalar oldu. Türkiye’deki fabrikalarda da ana malzeme olan reçine sıkıntısı yaşadı, bunun sonucunda duruşlar oluştu. İşçiler reçine değiştirerek sıkıntıyı aşmaya çalıştıklarını ifade ediyor.
Şirket 2020’de uluslararası üretiminde hem ham madde tedarikinde yaşanan sıkıntı hem de hükümet kısıtlamalarından etkilenen çalışma sürelerindeki kesintiler ile üretimin planlanandan geride kalmasına yol açtığını savunuyor. Bu geride kalma en az iki hafta olarak tarif edilse de kapanmanın hafiflemesiyle şirketin bu eksikliği kapatmaya çalışacağı öngörülüyor. Tüm iş kollarında çalışma saatlerini uzatma, yoğunluğu artırma gibi esnek çalışma yöntemleri ile telafi etme hayata geçmesi şaşırtıcı olmayacak.
TPI pandemi döneminde ham madde tedarikinde kovid-19’un etkisiyle sıkıntı yaşadı. Bunun başında Ekvador’daki kapanmayla oluşan, türbin kanatlarının da ana maddesi olan balsa ağacı ihracatında yaşanan sıkıntı geldi. Ekvador, kovid-19’un sürmesiyle “Ana malzeme tedarikinde sıkıntı devam edecek” diyor.
Ayrıca TPI’nın ikinci çeyrekteki işletme sermayesi, Türkiye’deki satış kaybından önemli ölçüde etkileneceği, bunun da Amerika Iowa ve Meksika’daki fabrikaların stok artmaması için durması demek olacağı belirtiliyor. Ama bunlar bir krizin işareti sayılmaz. Çünkü bunlarla birlikte 2020’deki rüzgar enerjisi kurulumlarındaki azalma 2021’e yayılacak gibi bile görünse talep gücü korunuyor ve şirket gerçekten iyimserliğini sürdürüyor.
Önemli olan başka bir şey de TPI Composites, bu kapanma ve düşük yoğunluklu çalışma süresini yeniden yapılanma ile geçirdi. Kovid-19’dan sonra küresel bir yeşil toparlanma çağrısında bulunan şirket, uluslararası enerji tekellerinin oluşturduğu GWEC (Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi) tarafından başlatılan ve Türkiye’de TOBB tarafından “Yeşil mutabakat” diye anlatılan, “Yeşil Geri Kazanım Üzerine Küresel Rüzgar Endüstrisi Beyanı”nı açıklayarak EMEA ve Asya’da lobi faaliyetlerine de başladı.
Beyannamede, kovid-19 krizinin ardından küresel ekonomik toparlanmada rüzgar enerjisinin rolü vurgulanarak, sürdürülebilir bir ekonomik toparlanma için harekete geçirilmesi gereken temel politika eylemlerine rüzgar enerjisi konarak yaygınlaştırılması için yapılması gerekenler anlatılıyor.