İstanbul Sözleşmesi mücadeleyle kazanıldı mücadeleyle uygulatılacak
Bundan sonra da okuduğumuz üniversiteye,liseye, çalıştığımız atölyeye çağrılar yaparak,elimizden ne geliyorsa yazarak, çizerek, bağırarak her arkadaşımızı bu mücadelenin bir parçası yapmak zorundayız.
Fotoğraf: Meltem Akyol/Evrensel
Zehra ÖZÖCAL
İstanbul
Geçtiğimiz günlerde bakan Soylu bakanlığı döneminde kadına yönelik faili meçhullerin bitirildiğini iddia etmişti. Akrabalık ve kimi diğer ilişkiler yoluyla kadınların hayatına doğrudan dahil olan faillerin, azmettiricilerin, şiddetin açığa çıkması için tüm koşulları gün gün örgütleyenlerin kim olduğuna tanık olan kadınlar açısından failler o kadar da meçhul değil. Ancak elbette Soylu’nun işaret ettiği anlam, yok sayma ve üstünü örtme, görmezden gelme, halkın taleplerini ve yaşam alanını tanımamaya dayalı politikaların mevziisinden kendisini kuruyor. Bu anlam, tek adamın kabinesinin bir diğer bakanı Yanık’ın “tolere edilebilir seviyelerde” betimlemesinin içine sığdırmaya çalıştığı cinsel ve psikolojik şiddetin, her alanda tırmanan eşitsizliğin fıtrata dayalı olağanlaştırılmasını ifade ediyor.
19 Haziran’da gerçekleşen kadın mitingi, örgütlenme sürecinden alandaki birlikteliğe kadar sorumlular ve faillerden hesap sorma, İstanbul Sözleşmesi’nin feshiyle sorun ve taleplerin yekten görünmez kılınmasına imkân tanımama tutumunu gösteriyordu.
Gencinden yaşlısına hemen her kadının kendine vakit ayırabilmesi, örneğin anneyle aynı “kader”i paylaşan bir kız çocuğunun ev işlerinin önemli bir kısmını paylaşması olmaksızın vaktini kendi tasarrufu ile kullanabilmesi, hele ki işçi-emekçi kadınların belki bir izin gününde ev içi emeğin boyunduruğundan iki saatliğine de olsa sıyrılıp dışarı çıkması, belki şehrin merkezine gidip kendisi için bir şeyler yapması o kadar da kolay şeyler değil. Bu sebeple 19 Haziran günü Maltepe’de olan tüm kadınların bin bir zorlukla mücadele ederek o alana geldikleri unutulmamalı.
GENÇ KADINLARIN TAHAMMÜLÜ YOK
Genç kadınların olabildiğince çok dövizle, kortejlerinde şarkı ve türkülerle, miting alanında özgürce dans etmelerle, kız kardeşleriyle bir arada olmanın sağladığı güvenle, her şeye rağmen; hava şartlarına, emniyetin mitingi son ana kadar engelleme çabalarına, iki gün önce Deniz Poyraz’ın katledilmesine ve “Sokaklarda olmayın, provokasyonlara gelmeyin” telkinlerine rağmen sokağa çıkmanın yarattığı özgüvene sahip olduklarından bahsedebiliriz. Neşe ve öfke eylem alanlarında birbiriyle iç içe. Çünkü genç kadınların ne hayatlarını cehenneme çevirmeye çalışanlara ne de onların irili ufaklı suretlerine tahammülü yok.
Eylemdeki nüfusun daha genç olmasından da gözlemlenebildiği gibi, her durumda devlet aygıtını tüm kurumlarıyla karşısında bulan genç kadınlar her gün tek adam rejiminin kurumsallaştırmaya çalıştığı gerici-faşist karakterini tüm çıplaklığıyla hayatlarında bizzat deneyimliyor. Tacize uğramanın münferit olmadığını, iktidarın politikalarının buna yol verdiğini görüyor. Ama genç kadınlar tek başına değil, hep birlikte mücadelenin ne denli hayat kurtardığını ve bu mücadelenin yarını bekleyemeyecek kadar acil olduğunu da biliyor. Kadınları katledenlerin mümkün olduğunca cezasız bırakıldığını, ancak örgütlü bir güç ile katledilen kız kardeşine sahip çıkarsa katillerin ceza alacağını görüyor. Erdoğan’ın evlilik öğütleri verdiği konuşmasında, özellikle gençler ve genç kızlarımız diye özel parantez açtığı genç kadınlar, bu özel ilginin yaşamlarından birer birer kopartılan haklarına yönelik tehditlerin bir parçası olduğunun farkında.
Tek adam yönetimi yığınların taleplerine, özlemlerine ve ihtiyaçlarına adeta savaş açmışken, kazanılmış haklara saldırarak yığınları en temel demokratik haklarından mahrum bir halde savunmasız bırakmakta kararlı görünürken, 120’yi aşkın platformun yan yana gelerek çağrısını yaptığı bu miting tüm toplumsal muhalefet için önemli bir örnek teşkil ediyor. Mahallelerden Ekmek ve Gül okuru kadınlar, çeşitli semtlerin kadın dayanışma derneklerinden kadınlar gibi; yerellerden beslenen bu çağrının muhatapları haklarından ve hayatlarından vazgeçmeme direncinin örgütleyicisi haline, sokağa çıkmamayı öğütleyen burjuva lafazanlığına karşı kendi siyasetini yaparak, yağmurla başlayan günün, eylem saatlerinde bir haziran gününe dönüşmesindeki gibi, tek adamın şiddet ve baskı atmosferini değiştirebilir.
YEREL BİRLİKTELİKLERİN ÖNEMİ BİR KEZ DAHA GÖRÜLDÜ
Yerellerde örgütlenmenin gerekliliği ve pratik olarak doğurdukları bu mitinge ilişkin sonuçlar bakımından yine belirleyici oldu. Bu direncin mahalle mahalle örgütlenmesinde ısrarcı olunan yerlerde mitingi de bu ısrar oranında besleyebilmesi, kendi mahallesinde sürekli bir dayanışma ve örgütlülüğü sağlama gayreti olan kadınların mitingin örgütleyicisi olarak hareket ettiği koşullarda eylemlerin güçlendiğini mitingin içerisindeki katılımlardan görebildik. Üniversiteli genç kadınlar, sürecin başından beri birbirileriyle iletişimde olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği günün ertesinde bir araya geldikleri forum ve daha önceki birliktelik çabalarının sonucu olarak 19 Haziran’a üniversiteli genç kadınlar olarak birlikte katılmayı sağlayacak bir birikimi doğurmuş oldu örneğin. Üniversiteli kadınlar, güvenli kampüs, güvenceli gelecek, akademide eşitlik gibi taleplerini, doğrudan yaşamlarında kurdukları birliktelikle miting alanına taşıdılar, sunucunun “Üniversiteli kadınlar aramızda!” anonsu bambaşka bir heyecandı onlar için. Zira mitinge gösterdikleri katılım, miting öncesindeki bir çabanın ürünü olduğu gibi, sonrasında kampüslerine döndüklerinde devam ettirecekleri mücadeleye ve birlikteliğe ilişkin bir kazanımdı. Dolayısıyla miting alanına Türkiye’nin dört bir yanından ulaşmanın fiziksel olarak zorluğunu da bir tarafa koyarsak, yerel mekanizmaların güçlendirilmesinin, bu mekanizmaların var olmadığı yerlerde kadınların vaktinin önemli bir kısmını geçirdiği yaşam alanlarında çeşitli birlikler kurmanın ne denli hayati olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Büyük küçük demeden attığımız her adımın, örgütlediğimiz her faaliyetin nasıl biriktiğini gözlemleyebildiğimiz gibi bunlardan yoksun olarak belirli gündemlere sıkışmış, yerel ve en kapsayıcı taleplerle hareket etmeye mesafeli yaklaşan, kadınların birlikteliğinin önüne geçebilecek biçimlerde ısrar eden, tepki ve öfkeyi örgütlü bir güce dönüştürebilecek tahayyülleri nesnel gerçeklikten kopararak genel geçerlikle sınamayı öne çıkaran bir pratiğin olumsuz sonuçları da gözlemleyebildik.
İşte bu sebeple, tıpkı bugüne kadar yaptığımız gibi, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılacağı tarih olan 1 Temmuz ve sonrasında da okuduğumuz üniversiteye, liseye, çalıştığımız atölyeye çağrılar yaparak, belki kapı kapı dolaşarak, elimizden ne geliyorsa yazarak, çizerek, bağırarak her arkadaşımızı bu mücadelenin bir parçası yapmak zorundayız.