Galip Usta’dan Ankaralı genç işçilere
Kuşakların birbirlerine aktardıkları mücadele deneyimleri ete kemiğe büründüğünde tarih de yaşam öyküleri de artık özgür insanların eylemleriyle bambaşka bir şekilde yazılacak.
Fotoğraf: Pixabay
Helin ÇAKIR
Ankara
Eserlerini gerçeklik üzerine kurup, karakterleri de “bizden” olan Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları satırlarına konuk olan Galip Usta’nın öyküsü, pek çok kişinin yaşamından izler taşır. Aradan geçen 80 yıla karşın; 5 yaşında kağıt helva yemeyi düşleyen, 10 yaşında okula gitmek isteyen, 11 yaşında akşam ezanından önce babasının dükkanından çıkma hayali kuran, dükkan kapanınca 16 yaşında fabrika yollarını tutup dükkanda çalıştığı günleri özleyecek kadar bunalan Galip Usta’nın hikayesinde kendisini bulacak milyonlar var hala. Yaşamlarının ilk çeyreğine varmadan hayat kavgasına tutunan, biri henüz yirmili yaşlarda metal yontan, bir diğeri yıllardır ocak başında yemek yapan Ankaralı iki gencin hikayesi bu… Taşıdıkları yük yaşlarından büyük olan iki işçi genç dergimizin konuğu: Ahmet ve Ali.
METAL SEKTÖRÜNÜN LOKOMOTİFLERİ İÇİNDE: AHMET
Ahmet, yaz yağmurunda sırılsıklam olmuş, ürettiği otobüse binememenin yakınmasıyla koşarak geliyor buluşacağımız yere. “Hayatımız olmuş hikaye, yazalım dergiye” diyerek. Yazı için bir hitap bulalım derken, Ahmet demeye karar veriyoruz. “Aslında yazacaklarımız birçok gencin ortak hikayesi ama işte…” diye de yakınıyor bir taraftan. İşten yeni çıkmış fakat az vaktimiz var, bir saat sonra amcasına yardıma gitmesi gerek.
Türkiye’nin sanayi devlerinden MAN fabrikasında çalışıyor Ahmet. Metal sektörünün lokomotiflerinden… İşten işe koşuşturmaktan zaman bulur da arkadaşlarıyla görüşebilirse Kızılay’a indiği, kimi vakit uzun süre gelmesini beklediği, geldiğinde ise oturacak yer bulamadığı, yüksek ulaşım ücretlerinden yakındığı, Ankara’nın ve pek çok ilin ulaşım ağındaki otobüsleri üretiyor. Sadece otobüsleri değil, hiçbir zaman sahip olamayacağını belirttiği kamyonlar da bu fabrikadan çıkıyor. Üç bini aşkın işçinin çalıştığı MAN, Ankaralı işçilerin de gözdesi. “İşçiler arasında MAN’cı olduğunu söylediğinde sana bir başka bakarlar” diyor gülerek.
Ahmet’in işçilik deneyimi küçük yaşlarına dek uzanıyor. Çok küçük yaşlarda Ankara Siteler’de oldukça güvencesiz çalışma koşullarında çalışıyor. On dördünde ezberci eğitime yenik düştüğünü söylüyor, liseyi bırakıp protez üreten bir firmada çalışmaya başlıyor. “Küçük yaşta sömürünün ne demek olduğunu anladım” diyor. İş dağıtımının adil olmadığını, esnek saatlerde çalıştığını aktarıyor ve bu işin geleceğini de pek göremiyor Ahmet. Bir süre çalıştıktan sonra MAN’da işe giriyor. Üniversite okumak hep hayali. “Zaman bulsam da ders çalışsam, bölümümle de ilgili olduğundan metalurji mühendisliği okumak isterdim” diyor. Ama hayallerini süsleyen asıl meslek ise pilotluk.
GENÇ İŞÇİLERİN SOSYALLEŞME ALANI
Ahmet ailesiyle yaşıyor, babası ve kendisi çalışıyor. 8 saat mesai, 2 saat yol, koşturduğu diğer işler derken kendisine ayıracak vakti oldukça kısıtlı. Sosyal hayatını nasıl geçirdiğine dair sohbet ediyoruz. İş yükü ağır, çalışma süreleri uzun… Hal böyle olunca sosyal ve kültürel hayata katılımı oldukça sınırlı.
Çalıştığı fabrikadaki genç işçiler arasında da oldukça yaygın olduğunu belirttiği bir sosyal alan var: “Bekar evi”. Genç işçiler, bir araya gelerek kirayı paylaşıp ev tutuyor. Ahmet, bekar evinin dışarıda harcanacak paraya oranla oldukça uyguna geldiğini belirterek bu evde bir araya geldiklerini, maç izlediklerini (özellikle Ankaragücü maçları), oyun oynadıklarını, içtiklerini, dertleştiklerini anlatıyor. Strateji/savaş oyunları, genç işçiler arasında öylesine yaygın ki serviste, evlerde her fırsatta bu oyunları oynadıklarını söylüyor. Geçim sıkıntısının, iş yerinde yaşadıklarının, ilişkilerdeki sorunlarının yarattığı kafa yorgunluğunun bu oyunlarla hafiflediğini söylüyor. Hal böyle olunca her fırsatta şu cümle tekrarlanıyor: Son bir el daha!
Çaylarımızı yudumlayıp sohbetimize devam ederken pandemiyle birlikte yaşadığı sorunların katlanarak arttığını da anlatıyor. Temel ihtiyaçlara yapılan zamların ardı arkası kesilmezken bunun karşısında aldıkları ücretin eridiğini belirtiyor. “Elbette bu süreçte fabrikalar kar elde etmeye devam etti fakat bizim fabrikada emeklilikleri geldiği gerekçesiyle işten çıkarılanlar oldu. Zaman zaman fabrika tatile girdi” diyen Ahmet, MAN’a dışarıdan baktığında işçisine kucak açan bir fabrika olarak görüldüğünü anlatıyor. Örneğin, işçileri her yıl otel kapatıp tatile gönderiyor, fabrika yerleşkesinde işçilerin kullanabileceği halı saha vb. olanaklar sağlıyor. Fakat Ahmet, daha sonra “Patron işçiyi mi düşünecek? Hayır. Tek istedikleri işçilerin fabrikayı sevmesini sağlamak, üretimi artırmak” diyor. Çalışma koşullarının diğer fabrikalara görece oldukça iyi olduğunu belirtirken, bu çalışma koşullarının işçilerin mücadelesinin sonucu olduğuna ise hemfikir oluyoruz. Öte yandan birkaç ay önce gerçekleşen Almanya’da MAN işçilerinin işten atma planına karşı verdiği direnişi örnek veriyor.
PATRON ÇOCUKLARINA PARA İŞÇİ ÇOCUKLARINA MÜCADELE MİRAS
İş dönüp dolaşıp bu yaşam ve çalışma koşullarının değişip değişmeyeceği, değişecekse nasıl değişeceği noktasına geldiğinde ise ne genç yaşta metal yontup yorgun düşmeye ne ek iş yapmaya ne de ölüm ile açlık arasında tercihe mahkum olduğunu belirtiyor. “Herkesin ortak derdi olmalı ki bugün biz işçilerin derdi ortak. Biz ortak hareket edersek haklarımızı kazanırız” diyor. 2015 Metal Fırtınası deneyimine ise hâkim. O dönem Türk Traktör fabrikasında çalışan bir akrabasının anılarını dinlemiş. Patronların, işçilerin bir araya gelmesinden ne kadar korktuklarını ise bununla örneklendiriyor. Çevresinin, ailesinin hep işçi olduğuna dair ise, “Nasıl ki Sabancı’nın çocuğu mirasa ortaksa işçinin çocuğu da işçi oluyor” diyor. Metal Fırtınanın onda yarattığı izlenimi ise üç kelimeyle özetliyor: “Mücadele, dayanışma, dostluk.”
Yarım saate kapı montajına yetişmesi gerek Ahmet’in. Sohbetin koyuluğundan saati unuttuk, geç kaldığını ifade edip yağan yağmurda durağa yetişmeye çalışıyor. Hani vakti olsaydı da tanışabilseydi İşçi B’nin hikayeleriyle, “Biz benziniyiz o motorun, biz yanarız o gider” sözlerine “Tam da beni anlatıyor” diyecektir diye düşünüyorum Ahmet’in ardından, onun ürettiği otobüste notlarıma bakarken.
SAATLİK ÜCRETİ İLE YAPTIĞI ÇORBAYI İÇEMEYEN ALİ
Ali, Dikmenli bir gıda işçisi. Mahallede ve işyerinde sevilen, tanınan, akıl danışılan bir işçi. Bulunduğumuz pastanede var olan yemeklerin hilelerini anlatıyor tek tek. Salataların nasıl toplandığı, çayın tekrar nasıl demlendiği, poğaçaların içindekiler derken, yaşam öyküsünü de anlatıyor bir yerden.
Ali’nin annesi ev kadını, ablası ise bir süredir kozmetik firmasında çalışıyor. On üçünde ilk işe girme hikayesini anlatıyor: “Maddi durumumuz kötüydü, eve haciz gelmişti. Yalnızca babam çalışıyordu, yetmiyordu. Büyüdükçe ve istekler arttıkça kendimi hep arkadaşlarımdan geride kalmış hissettim. Evin giderleri de ortadayken liseye açıktan başlayarak 13-14 yaşımda lastikçide çalışmaya başladım.” Ali’yi bu süre zarfında çalışma koşulları kadar yıpratan şey, ellerinin yağ ve kir içinde olması ve bunun geçmemesi. “İşi öğrettiklerini iddia ettiler ama vadettikleri parayı vermediler. Günlük 12 saat çalıştım. Yaşıtlarım liseye gidip üniversite hayali kurarken ben ise kendimi hiç buraya ait hissetmedim” diyerek geleceğini burada görmediğini ifade ediyor.
Bir hayal bile kuramadığını söylüyor Ali. “O yaşta bir çocuğun hayal dahi kuramaması ne kadar acı ve kırıcı” diye ekliyor. On beşinde bir lokantada işe giriyor. Orada çalışma koşulları görece daha iyi olsa da bir görev tanımı olmadığını söylüyor. “Garson eksikse garson, komi eksikse komi oluyordum” diyor. Fakat bir süre sonra lokanta batınca içeride parası kalıyor, gıda sektöründeki serüveni devam ediyor Ali’nin. Şimdi ise bir lokantada usta. “İşi kendi işimizmiş gibi yapmamızı ve motive olmamızı, daha fazla çıkarmamızı istiyorlar. Üstüne üstlük birçok yemeği yemek yasak. Saatlik aldığım ücret 16 lira, bir çorba ise 17 lira. Zaten bir hesapta bizim günlük yevmiyemiz çıkıyor” diyor.
Bayramda çalıştırılmalarına rağmen çift yevmiye vermesi gereken patronun pandemi bahanesiyle işçilerin haklarını vermediğini ve işçilerin bunu hoş görmeleri gerektiğini söylediğini aktarıyor: “İşçiler olarak tepki gösterdik, hak aramaya çalıştık. Patron ise işçiyi işçiye kırdırmaya çalıştı. Herkesi, gündüzcü ve gececileri birbirine kötüledi. Bize paramızı vermeyip kendisi daha fazla tatil yaptı.”
ONLİNE OYUNLARDA KURULAN İLETİŞİM
Sosyal yaşamında neler yaptığını soruyorum. Bir köpeği var, onu gezdirerek kafasının dağıldığını söylüyor. Uzun, esnek saatlerde çalıştığından kendisine ayırdığı vakit çok kısıtlı. Bu kısıtlı vakitte bilgisayar oyunu oynamak ise Ali’nin de en büyük zevki. En popüler oyun ise PUBG. Yaş farkı olmaksızın her kuşaktan işçi arkadaşlarından, mahalledeki arkadaşlarına kadar özellikle toplu oyunlar oynadıklarını aktarıyor. Neticede bu oyunlara erişebilmek sosyal-kültürel pek çok etkinliğin erişiminden uygun. Bu oyunlar ile iletişimlerinin kopmadığını söylüyor, çeşitli sosyal medya gruplarında her mesai çıkışı gelen mesaj ise şöyle: “Online olan varsa bir el atalım”. Mahalledeki diğer işçi arkadaşları ile de tanıştırıyor bizi. Birbirlerini değiştiren, dönüştüren bir ilişki kurdukları görünür.
“BİR ARAYA GELİRSEK KAZANACAĞIMIZ ÇOK ŞEY VAR”
Ali, iktidar tarafından gençliğe bir bütçe yaratılmadığını ve gençlerin çalışmaya mahkûm edildiğini söylüyor. “Bizi bizden başkası kurtarmayacak. Bize başka bir yaşam vadedilmiyor. Benim çalıştığım restoran 3 yeni şube açtı. Sadece komisyon işiyle 300 bin lira kazandıkları iddia ediliyor. Şu an milyonlar konuşuluyor. Ben 12 saat çalışarak yılda onun 1/16’sını alıyorum. Anlattığım yaşamımdan birçok insan kendini ve dayanışma içinde olduğumuzda kazanabileceğimizi de görür. Kazandığımız üç kuruştan başka bir şeyimiz yok ama bir araya gelirsek kazanacağımız çok şey var.”
YAŞAM ÖYKÜLERİ BAMBAŞKA YAZILACAK!
Bu satırlarda Ahmet’in nitelendirdiği gibi, “özetin de özeti” şeklinde okuduğumuz Ahmet ve Ali’nin öyküsünü, Galip Usta’nın öyküsünü paylaşan milyonlarca işçi, yaşamlarının her dakikasında bu öykülerin farklı satırlarını yazmaya devam ediyorlar. Şüphesiz ki bu öykülerdeki yaşam dinamiklerinin izini sürmek, işçilerin kendisi için bir sınıf olma yolundaki dönemeçleri için önemli. Metal işçisinden gıda işçisine, genç işçilerin yaşadıkları sorunlar özelleşse de genel hatları ortaklaşıyor. Kuşakların birbirlerine aktardıkları mücadele deneyimleri, birbirlerinin yaşamlarından öğrendikleri bir adım ilerisi için ete kemiğe büründüğünde, öyküler tamamlanıp sıkıca birleştirildiğinde, tarih de yaşam öyküleri de artık özgür insanların eylemleriyle bambaşka bir şekilde yazılacak.