Kıraç’tan Dardanel’e AKP ve futbol
Futbol genellikle erkekliğin yeniden üretildiği, kadınların görünmez bir alana itildiği spor olarak tanımlanır. Bu durum sporun özünden değil tam da koşulların sporu şekillendirmesinden öte gelmekte.
Fotoğraf: DHA
Cenk Yılmaz BAYIR
İstanbul Üniversitesi
Bir söz vardır “Bazen futbol, sadece futbol değildir.” Bu söz futbol takımlarının birbirinden farklı düşünce ve yapıdaki insanları bir araya getirmesinin, onları bir cemaatmişçesine aynı amaç uğruna hareket ettirmesinin, birlikte üzülüp birlikte sevinmelerini sağlamasının bir övgüye layık olduğunu belirtmek için de kullanılır. Bu ayrı bir tartışmanın konusu olsun ancak futbolun sadece futbol demek olmadığını 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası maçlarında da tanık olduk, özellikle de Türkiye açısından. Bu tanıklık övgüye layık bir yerden kurulmadı. Aksine şampiyona sürecinde sermaye ve iktidar eliyle üretilen şoven, milliyetçi ve cinsiyetçi tutumun korkunç ve itici boyutlarından kuruldu. Öyledir ki sadece belirli kesimler değil gençlik kitlelerinin büyük bir çoğunluğu açısından bir futbol şampiyonası üzerinden üretilen propagandanın korkunç boyutları çokça eleştirildi. Dardanel’in reklamındaki cinsiyetçi dil ve bunun normalleştirilmesi, Kıraç’ın şarkısındaki şoven unsurlar ve savaş çağrışımı yapılması özellikle gençlik kitlelerinin eleştirisine konu oldu. Gençlerin bu söylemleri kabul etmemesi, uzun süredir normal sayılan bu dilin değişmesi gerektiğinin ve bu söylemler üzerinden prim yapılmasının artık sonlarına doğru gelindiğinin bir işareti de aynı zamanda. Günümüz koşulları altında bu değişimin sağlanması bir anda gerçekleşecek gibi gözükmüyor, çünkü bu değişime karşı hayatın her alanında olduğu gibi sporda da karşı bir propaganda mevcut.
FUTBOLLA ÜRETİLEN CİNSİYETÇİ DİL
Futbol genellikle erkekliğin yeniden üretildiği, kadınların görünmez bir alana itildiği bir spor olarak tanımlanır. Bu durum sporun özünden değil tam da koşulların sporu şekillendirmesinden öte gelmekte. Kapitalist sistemde ataerkinin ihtiyaç duyduğu cinsiyetçilik her zaman çok fonksiyonlu olarak kullanılagelmiştir. Endüstriyel futbolun geliştiği yıllardaki cinsiyetçiliğin futbola da sirayet etmesi, bunun uzun bir süre boyunca futbol içinde yeniden üretilmesinin koşullarını da oluşturmuştur. Elbette bu koşulları söküp atmak kolay olmasa da gelinen noktanın söylem düzeyinde bile korkunç boyutlarını bizlere gösteriyor diyebiliriz. Tam da İtalya-Türkiye maçı öncesi bir gıda şirketi olan Dardanel’in yaptığı reklam gibi. Reklamda geçen çirkin ifadelerle lafıyla anlatılmak istenen gıdanın ötesine geçmişti. Tecavüzcü ve cinsiyetçi dilin bu reklam üzerinden ne kadar olağan ve kolay üretildiğini görmüş olduk. Bu dile halk kesimlerinden gelen tepkiler üzere reklam kaldırılmış ve Dardanel özür dilemişti. Şirket, özür dilerken kendilerinin kadın istihdamına ne kadar önem verdiklerini de propaganda etmekten geri durmadı. Tam da sermayenin kadın ve ezilen cinslere yönelik ikiyüzlü politikalarının bir yansıması olarak vücut buldu. Pandemi sürecinde çalışanlarını kapalı devre çalışma sistemiyle adeta fabrikaya hapsederek çalıştıran, sendikalaşmaya çalışan işçileri işten atmakla tehdit eden, işçileri sosyal hak ve ödemelerden mahrum bırakan Dardanel, sadece kadın emeğini sömürmekle kalmayıp onların varlığını aşağılamaktan da geri durmadı. Tıpkı kadınları 8 Mart’ta anarak kendine imaj çizmeye çalışan ama kadın emeğinin sömürüsü konusunda birbirleriyle yarışan Türkiye’nin tekelci burjuvazisi gibi.
ASKER-SPORCU İLİŞKİSİ
Dardanel’in bu söylemi sadece cinsiyetçilik değil aynı zamanda milliyetçiliği de barındırıyor içinde. İtalya’yla özdeşleşen bir yemek olan makarna üzerinden kurulan alegori zaten durumu açıklıyor. Milliyetçilik ve cinsiyetçiliğin tarihte pek çok biçimde iç içe ilerlediğini de düşündüğümüzde bu durum pek şaşırtıcı değil. Fakat milliyetçilik konusunda dikkat çeken Dardanel’den ziyade Kıraç’ın 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası için bestelediği şarkı oldu. Kıraç’ın “Haydi” isimli şarkısında geçen “Sen de askersin, sen de Mehmetsin/ Kora kor dişe diş dağ gibiyiz biz/ Ay-yıldızlı bayrağın neferleriyiz” gibi ifadeler bir futbol müsabakası için değil adeta bir savaş çağrısı için yazılmış gibiydi. Futbolcuyu asker yerine koyan, ona bayrağın neferliğini yaptıran militarizm ve milliyetçilikle bezenmiş bu şarkı Türkiye’nin içinde bulunduğu şoven milliyetçi bir anlayışın spor müsabakalarına örnek bir yansıması diyebiliriz. Milliyetçilik üzerinden tabanını konsolide etmek isteyen bir iktidar ve bu iktidarın sermayedarların çıkarları doğrultusunda yayılmacı emeller gütmesi, bu gayeleri geçekleştirmek için zor aygıtlarını sürekli genişletmesi, militarizmin devlet televizyonunda sürekli propaganda edilmesi “futbolu sadece futbol” olmaktan çıkaran anlayışın koşullarını oluşturuyor. Nazi Almanyası’nda spor müsabakalarının “ırksal üstünlüğü” kanıtlamanın bir yolu olarak görülmesi, iktidar açısından Milli Takım’ı “Türk milletinin ve ümmet liderliğinin” diğer milletlere karşı kendini kanıtlaması olarak algılanıyor olabilir. Ayrıca modern sporların gelişiminde bedeni eğitme-disipline etme, sonucunda her an askere alınabilecek “erkekler” yetiştirme amacı vardı. 2. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki’nin militarist politikalarla savaşa hazır nesiller yetiştirmek için “beden eğitimi” derslerini müfredata koyması ve bunun aynı ciddiyetle Cumhuriyet döneminde de devam etmesi örnek gösterilebilir. Zorunlu askerlik hizmetinin var olduğu, yayılmacı politikalar güden devletlerin ihtiyaç halinde tekrar bu mekanizmayı işletebilecek imkana sahip olduğu da bir gerçek. Çünkü kamusal eğitimde ders içeriği gevşese de asker/polis okullarında beden eğitimi dersi hala ciddiyetini koruyor. Böylece Kıraç’ın sporcu-asker bağlantısının birbirinden uzak ya da bilinçsiz kavramlar olmadığını da anlayabiliriz.
Tüm bu koşullar altında AKP ve sermayedarların Türkiye gençliğini kurduğu profil; çocuk sahibi olan, yeniden üretim ve üretim mekanizmalarını sorunsuz işleten, resmî ideolojiye yedeklenen ve sermayenin çıkarları doğrultusunda gerektiğinde hazır kıta olarak ölüme gönderilebilecek bir gençlik profili olarak berraklaşıyor. Türkiye burjuvazisinin ve AKP hükümetinin Türkiye gençliğine çizmek istediği sınırların ancak bunun karşıtının üretildiği taktirde bozulabileceğini hatırlamak, bizlere çizilen sınırları yıkmak için neler yapmamız gerektiğini de ifade ediyor.