Farkında olmanın dayanılmaz hafifliği
Sosyal sorumluluk projelerinin kısmi kazanımlar dahi elde edemeyeceği, elde etse bile bu kazanımların korunup geliştirilmesinin ancak bütünlüklü bir politik mücadeleyle mümkün olabileceği aşikârdır.
Burak BAĞÇECİ
YTÜ
Geçtiğimiz günlerde hepimizin Instagram hikayeler bölümünde bir yardım kampanyası vardı. “Save a dog” sloganıyla yayılan ve kullanıcıların sadece hikayelerine kampanya görselini eklemeleriyle 0.01 dolarlık bir maddi yardımda bulunacakları bu viral kampanyaya bazılarımız katıldı belki de. Ancak katılanların birçoğu muhtemelen kampanyayı düzenleyen “Plant A Tree Co.” adlı kuruluşun sayfasını ziyaret ederek, kampanyanın nasıl işlediğine göz atmadı. Kullanıcıların çoğu, hikayelerine bir görsel ekleyerek hayatlarına devam etseler de kampanya elbette görselden ilk görüşte anlaşıldığı biçimiyle yürümüyor. Bağış fonunun siteden satılan ürünlerden elde edildiği iddia edilirken, bu paylaşımları yapmak kampanyaya somut bir katkı sunmalarına değil, her kullanıcının fon toplayan yardım kuruluşunun bir nevi reklamını yapmasına ve böylece başka insanların siteye girerek alışveriş yapan insan sayısının artması mantığına dayanıyor. Üstelik bu aldatıcı reklam kampanyasının da güvenilmez olduğu, kuruluşun geçmişte de buna benzer kampanyalar düzenledikleri ancak sitelerinde satılan ürünlerin de iddia ettikleri amaçla kullanıldığına dair güvenilir bir veri ya da kanıt bulunmadığı söyleniyor.
Bu kuruluşun geçmişte aynı mantıkla gerçekleştirdiği kampanyalar, belki yine birçoğumuzun hatırlayacağı Black Lives Matter protestolarının ve Avustralya orman yangının ardından düzenlediklerini iddia ettikleri kampanyalardı. Ancak gerek paylaşım yapılarak fon topladığını iddia eden bu gibi kuruluşlar gerekse sosyal medyada çarpıcı görsellerin dolaşıma sokulması yoluyla gerçekleştirilen kampanyalar aynı mantığa dayanıyor. İnsanların zincir halinde paylaşım yapmaları ve daha fazla insanın durumdan haberdar olması. Peki sonra?
FARKINDALIK YARATMA VE BİR İŞİN PARÇASI OLMA
Bu tür zincirleme paylaşımların amaç ve yöntemini oluşturan “Farkındalık yaratma”, sivil toplum kuruşlarının çok sevdikleri ve birçoğunun çalışma yöntemlerini üzerine kurdukları bir kavram. Kitlesel mücadele örgütlerinden farklı olarak sivil toplum kuruluşları, aynı amaca ulaşmak için bir araya gelmiş kitlelerin örgütlü gücüne dayanmazlar. Geniş kitleler, yürütülen projeleri maddi ve manevi olarak destekleyerek ya da bazen amaç ve yöntem olarak sınırları çoktan belirlenmiş çalışmalara somut katkılar sağlayarak toplum yararına yürütülen işlerin “parçası” olurlar. Dolayısıyla STK formuyla yürütülen işlerin ve yürütülme biçimlerinin içinde kitlelerin, hayatın akışına müdahale edebilme güçleri; doğrudan söyleyelim, bir şeyleri değiştirip dönüştürebilme potansiyelleri yoktur.
Bu tür bir aktivizmin elbette tarihsel bir bağlamı var. Neoliberalizmin siyasetin anlamını da dönüştürdüğü, kapitalizmde ekonomi ve siyasetin görünüşteki ayrıklaşmasını bilinçli olarak derinleştirdiği ve sanki öyleymiş gibi propaganda ettiği; bütün bunlarla birlikte emekçi kitleleri siyasetin dışına iterek onu profesyonel siyasetçiler tarafından gerçekleştirilen, sınıflar mücadelesinde değil “sivil toplum” içinde, kimlikler üzerinden kurgulanan bir alana dönüştürdüğü bir çağın aktivizmi bu. Sonuçta karşısında “mücadele” ettiği herhangi bir sorunun muhatabını o sorunun kendisi olarak ele alan bir paradigmanın absürtlüğüyle karşı karşıyayız. Karşısında konumlandığı sorunu yaratan egemen sınıflarla değil sorunun kendisiyle savaşa tutuşan bu Don Kişotçuluk, elbette kitlelere amaç, yöntem ve kapsam sunamayacaktır.
BÜTÜNLÜKLÜ BİR POLİTİK MÜCADELE ASIL İHTİYAÇ
Çevresinde olan bitene karşı en insani tepkileri veren, öfkesinin kayda değer bir çabaya dönüşmesini arzulayan insanlara bir mücadele platformu sunmak yerine iyi bir yurttaş olmayı ve hayırseverliği sunmak kimilerince ne zaman gerçekleşeceği meçhul büyük toplumsal dönüşümler için örgütlü bir mücadelenin parçası olmalarından daha gerçekçi bir seçenek. Halbuki esas ütopyacı olan, toplumsal bir dönüşümü gerçekleştirme hedefi değil, insanların yaşanan sorunlar hakkında “farkındalık” sergilemesiyle sınırlı bir perspektifin köklü sorunların etkilerini sınırlayabileceğini düşünmektir. Üstelik uzun erimli mücadeleleri günlük kazanımların karşısına koymak daha en baştan o kazanımlardan da vazgeçmek anlamına gelmekteyken. Anlık reflekslere dayalı, önü arkası takip edilemeyen ve etme ihtiyacı hissettirmeyen tepkisellik, sosyal medya paylaşımı yaparak ya da aylık maddi yardım yapma biçiminde uluslararası kuruluşlara üye olarak ormanları veya hayvanları kurtaramayacağına göre; bu tepkileri, yaptırım gücünü nesnel ve maddi koşullara dayanmasından ve üyelerinin ortak bir amacı gerçekleştirmek için iş bölümü temelinde bir araya geliyor olmasından alan mücadele örgütlerine kanalize etmeye ihtiyacımız var.
Dolayısıyla burada acil sorunlar için verilen mücadeleleri, kısmi kazanımları eleştirmek değil derdimiz. Ancak sosyal sorumluluk projelerinin kısmi kazanımlar dahi elde edemeyeceği, hadi diyelim elde etse bile zaten bu kazanımların korunup geliştirilmesinin de ancak bütünlüklü bir politik mücadeleyle mümkün olabileceği aşikâr hale geliyor. Öte yandan sosyal medyanın mücadele eden özneler için açtığı alanı kutsamak kadar küçümsemek de doğru olmaz. Öyleyse meselemiz sosyal medyada filizlenen bir şeyleri değiştirme isteğinin değiştirebilme iradesi ve yeteneğiyle buluşmasının yollarını aramak, bunun için de bütün bu alanları örgütlü mücadele ve toplumsal muhalefet süreçlerinin parçası haline getirmeye çabalamak olmalı.