İşçiden yana tavır almayanlarla yüzleşme zamanı
Artık yeni dönem sendikacılığında realiteden uzak, işin kolayına kaçan, popülist anlayışa sahip bir hak arama mücadelesi yapılıyor.
Fotoğraf: Turan Kara/Evrensel
TÜPRAŞ işçisi
TPI Composite İzmir fabrikalarında çalışan emekçilerin hak mücadeleleri 4 Haziran 2021 tarihinde sonuçlandı. Çıkan sonucu, TPI işçisinin memnuniyetini ve sendikalarına karşı sergiledikleri tavra ilişkin bir emekçi olarak değerlendirmede bulunmak istiyorum.
Bugün toplumun, Türk halkının sindirilmek istendiği, biat kültürünün egemen kılınmaya çalışıldığı, bu coğrafyanın çok kadim değerlerinin uluslararası ve ulusal sermayeye peşkeş çekildiği, kimsenin buna itirazının istenmediği, pandemi koşullarında da sermaye yanlısı kararların çekinmeden sıkılmadan uygulamaya konulduğu, işten çıkarma yasaklarına rağmen 177 bin emekçinin Kod 29 gerekçesiyle işten atıldığı, ücretsiz izin uygulamasının 2 milyona dayandığı bir süreçte imzalanan ya da imzalanmak zorunda bırakılan TİS’i baştan sona bir bütün olarak değerlendirmeden yorumlamanın doğru olmadığı kanaatindeyim.
Ayrıca grev yasağı olan, Yüksek Hakem Kurulu kararı ile toplu iş sözleşmesi imzalanan bir işyerinde yaşadığımız sebep ve sonuçları göz önüne alarak değerlendirmelerimi kaleme alıyorum.
Toplu iş sözleşmelerinde yasal süreçler vardır. Sendika ve işverenin uzlaşamaması durumunda resmi ara bulucu süreci başlar, bu süreçte çalışan arkadaşların memnuniyeti değerlendirildiğinde talepleri karşılamadığı kanaati oluşursa sendika grev hakkını kullanmaktan asla çekinmez. Tabii grev erteleme (grev yasağı) ile karşı karşıya kalmaz ise.
Ancak; Türkiye’de 12 Eylül artığı yasalar çerçevesinde, hükümetin atadığı, işveren yanlısı Yüksek Hakem Kurulunun verdiği kararların, Bakanlar Kurulunun grev ertelemelerinin, diğer bir tabirle grev yapmanın yasak olduğu bir dönemin toplu iş sözleşmesinden bahsediyoruz.
Bu hezimetle 2019 yılında TÜPRAŞ işçisi tanıştı, şimdi ise TPI işçileri aynı süreci yaşadı. Elbette sendikaları da bu süreçte dizayn eden, tek adam rejimli 20-25 yıllık bir dönem var.
Bu dönem; sendikalarda bazen FETÖ, bazen Ergenekon diyerek sermayeye kapı aralandığı, sendikaların tasfiye edildiği bir dönem. Mesela Türk Metal’de 2010 yılında yapılan operasyonla bugünün sendikal anlayışının altyapısı oluşturuldu.
Artık yeni dönem sendikacılığında, realiteden uzak, işin kolayına kaçan, popülist anlayışa sahip bir anlayışla hak arama mücadelesi yapılıyor. İşte burada tehlikeli olan da popülist sendikacılığın işçi sınıfını getirdiği nokta!
Günü kurtarmaya çalışan, günlük problemleri çözmekten, antidemokratik konuları işçi ile paylaşmayan, iş başa gelince de bir bocalama yaşayan sendikalar suçun asıl sorumlusu oluyor. Sendikal popülizm emek mücadelesinin rotasını değiştirir. Bu popülizm bir dönem iyi gelebilir. Çünkü sendika yöneticileri hak alır gibi olur, işçi beklentiyi büyütür. Ama realite devreye girdiğinde sonuçları ağır olur.
TPI’da yaşanan sonuçları biraz bu çerçeveden yorumlamak doğru olacaktır. Çünkü TPI işçisine tanınan “Grev yapma hakkı” yüksek hakem ile sonuçlanırsa neler yaşanacağını belki TPI işçisi şu durumda yorumlayamayabilir. Ancak TÜPRAŞ işçisinin unutulmaz anılarına kazınarak her gün yad edilen, zaman zaman da umudunu kıran bir hezimet olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Sendika işçidir, sendika emekçinin kendisidir. O yüzden ne kadar mücadele edildiği önemli ise kime karşı mücadele edildiği de önemlidir tabii ki.
Bakanlığın tehditlerine rağmen Türkiye koşullarında bitirilen bu sözleşme, işçinin sendika ile yüzleşmesinden ziyade; iş yasalarına, sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na, mevzuatlara, tüzüklere imza atan, uygulamaya koyan, işçiden yana tavır almayan siyasilerle yüzleşme zamanı.
Ne demiş ozan;
“Bıçak kemikte..
Verilmemiş alınmış hep,
Yük vurulmuş dağlar gibi,
İnsanlık bu mu?
Çalıyor sömürünün imdat çanları,
Kımılda da kurtar şu onurunu!
Bıçak kemikte…
“Kalsın benim davam divana kalsın” o divan sen değilsen artık bıçak hep kemikte!